Gündem
  • 29.9.2014 21:42

Davutoğlu'ndan dünyaya mesaj

Davutoğlu, sözlerine, "İstanbul öylesine çok ülkenin ortak bölgesi ki, eğer bölgesel kalkınmayı konuşacaksak, en doğru yer İstanbul'dur. En doğru ülke de Türkiye'dir. Napolyon'a atfedilen bir söz var, 'Eğer dünya tek bir devletten idare ediliyor olsaydı, baş şehir İstanbul olurdu'. Çünkü birçok bölgenin, 7 iklimin, Asya'nın, Avrupa'nın ve Afrika'nın, Akdeniz'in, Karadeniz'in, Hazar'ın ve Körfez'in baş şehridir İstanbul" diye başladı.
Son dönemde Türkiye'nin sınırına dayanan terör olaylarına değinen Davutoğlu, şöyle devam etti:
"IŞİD ve onun etrafından gelen terörist meydan okumalara cevap mahiyetinde yorumlanması dileğiyle; 2009 yılında birçok Ortadoğu, Balkan platformunda yaptığımız konuşmalarda 4 ilkeyi öne çıkardık. Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Kafkaslar'da yeni bir siyasi düzeneği öne çıkardık ve 'üst düzey siyasal diyaloğa ihtiyaç var' dedik. İkinci yeni bir güvenlik sistemi, üçüncüsü karşılıklı bağımlılığa, dördüncüsü de kültürel bakımdan içselleştirici yeni bir siyasi kültüre ihtiyaç var."

"YAKLAŞAN FIRTINAYI HİSSEDİYORDUK"

"Yaklaşmakta olan fırtınayı hissediyorduk ve bu dört ilkeye mütenasip olan aslında dört düzlemde yeni politika alternatifleri geliştirdik. Yüksek düzeyli yoğun siyasi işbirliğini karşılamak üzere bir demokrasi tarihinde ilk defa kullandığımız bir tabiri geliştirdik ve yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyleri kurduk. İlk defa 2009 Irak ile başladı, Suriye ile devam etti ve o zaman o yapılarla ikili düzeyde çevre ülkelerle aramızdaki ilişkileri entegre etmeye çalıştık. Bu yolla hem Avrupa'daki ekonomik daralmadan diğer bölgelere açılma imkanı hasıl oldu hem de bu ülkelerle daha yakın işbirliği... Yunanistan ile devam ettik, Rusya'yla, Bulgaristan'la, Azerbaycan'la, Mısır'la... 17 ülkeyle referanslar mahiyetinde mekanizmalar kurduk."

"SINIRLARIMIZ GEÇİŞKEN"
"Sınırlarımız Avrupa'daki sınırlar gibi doğal değil, geçişken sınırlar. Bu siyasi durumu ekonomiye soktuk, her ülke ile ekonomik serbestlik devreye soktuk. Vizesiz girilebilen ülke sayısını 72'ye çıkardık. Serbest ticaret anlaşmalarına hız verdik. Bu da bizim için özellikle ekonomide yeni bir sıçrama tahtası oldu. Komşu bölgelerle ticaretimiz yüzde 8'e çıktı. Bölgesel motivasyon arttı. Üçlü mekanizmalar devreye soktuk. Büyük ekonomik projeleri, son olarak TANAP'ı devreye soktuk. Dünyada en fazla temsilciliği olan 7. ülkeyiz. Neden çevreye açıldık? Eğer kriz varsa, krizi, kriz içerisinde hapsolarak yenemezsiniz. Üstüne çıkmak, yukarıdan bakmak ve krizi yönetmek gerekir. Bizim hükümetlerimiz bu süreci öylesine entegre şekilde yönetti ki, şimdiki Cumhurbaşkanımız, dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi, 'Kriz bizi teğet geçti'.

ARAP BAHARI
"Arap Baharı'nı hepimiz için ilk olarak, soğuk savaşın sona ereceği, özgürlüklerin, demokrasinin nihayet bu bölgede de gelişeceği bir ortam olarak gördük ve sahiplendik. Hâlâ sahipleniyoruz. Bize geçmişte demokrasi dersi vermeye kalkanlar, Ortadoğu'da demokrasiyi ve demokrasi güçlerini terk ettiler ama biz terk etmeyeceğiz. Demokrasi sürdürülebilir istikrarın en önemli garantisidir. İstikrar bir devlet başkanının uzun yıllar işbaşında kalması değildir. İstikrar, tek bir partinin uzun yıllar bir ülkede egemen olması değildir. İstikrar halkıyla meşruiyet içerisine girmiş ve meşruiyeti sürekli demokrasi üzerinden test eden sistemin adıdır."

"ESAD İLE 7 SAAT GÖRÜŞTÜM"
"Beşar Esad ile halkına zulmetmemesi konusunda ikna etmek için 2011 Ağustos ayında çok yoğun bir çabam olmuştu. Kendisiyle 7 saat görüştüm. O sırada "Ya biz ne olacağız?" gibi bir soruyla muhatap olmuştum. Demokrasi için bir tek kriter konulsa, ben o kriterin pratik karşılığı şudur demiştim kendisine: "Bir ülkede eğer eski cumhurbaşkanları veya başbakan, barış ve huzur içinde yaşayabiliyorsa ve eski cumhurbaşkanı ve başbakan varsa, o ülkede demokrasi vardır, başka bir şey aramayın. Ama bir ülkede eğer eski cumhurbaşkanı ve başbakanlar ya hapiste ya mezarda ya sürgündeyse, demokrasi yoktur. Sizin Arap dünyasında eski liderlerin bir kısmı sürgünde demiştim. Binali... Bir kısmı mezarda demiştim, Kaddafi... Bir kısmı hapiste, Mübarek... Demokrasiyle seçime gidin, kazanırsanız cumhurbaşkanlığınız devam eder, kaybederseniz, kendi ülkesinde huzurla yaşayan bir eski cumhurbaşkanı olursunuz ve yeni bir seçime hazırlanırsınız. Aslında demokrasi bu anlamda liderlerin hayatını da garanti eden bir sistem. Demokrasi olmayan yerlerde liderler kendilerini güvende hissetmezler ve iktidarı varoluş makamı olarak görürler. Düştüklerinde öleceklerini düşünürler."

"ESAD'I İKNA ETMEYE ÇALIŞTIK"
"Biz sabırla aylarca Beşar Esad’ı ikna etmeye çalıştık. Çünkü ilişkilerimiz iyiydi. Bizi şimdi mezhepçilikle itham edenler çok iyi bilmelidirler ki, bütün Sünni dünya Beşar Esad’a cephe açmışken, biz Beşar Esad'ı destekledik. Desteklemekten kastım, Suriye'deki istikrarı ve onu barışçıl yollarla dönüştürebilmek için 2005'te, 2006'da. Nasıl Avrupa Birliği ve ABD, Balkanlardaki demokrasi rüzgarını desteklediler ve onu finanse ettiler, Ortadoğu'yu da destekleyecekler diye bekledik. Burada bir tutarlılık bekledik, istedik."

"İSLAM IŞİD İLE ANILAMAZ"
Başbakan Davutoğlu, IŞİD'e de değinerek, şunları söyledi:
"İslam dünyası IŞİD ile anılamaz. İslam da IŞİD ile anılamaz. Bu açıdan Türkiye bir başarı hikayesiydi. Bu başarı hikayesine bakan birçok Arap genci sokağa çıktı ve demokrasi talep etti. Beklediler, Türkiye'nin İsrail'e karşı Filistin konusundaki onurlu duruşu ancak demokrasiyle sağlanabiliyor, o zaman kendileri de bunu talep ettiler. Ve biz arkalarında durduk. Arkalarında durduk ve durmaya devam edeceğiz.
Şimdi bu deprem, Avrupa ülkelerini ve dünyayı vurmaya başladığı için bunlar anlatılıyor. Biz 4 yıldır bunu anlatmaya çalıştık. 2011 yılı, her devrimlerde olduğu gibi, bir hissi devrim yılıydı Arap dünyasında. Meydanlarda gençler sokağa çıktı, aynen Avrupalılar gibi, bizler gibi, demokrasi tatmak istediler. Rejimler buna dayanamadı.
Eğer biz bugün IŞİD'i tartışıyorsak, 2012 yılındaki geçiş sürecini desteklemediğimiz için tartışıyoruz. IŞİD çok güçlü olduğu için ya da Suriye ve Irak halkı radikal eylemlere eğimli olduğu için değil. 2012 yılında bütün bu devrim rüzgarlarının yeşerdiği Ortadoğu'da seçimler yapıldı. İlk defa insanlar sandıklara gittiler.
Biz o günden bu güne ilkeleri olarak aynen durduk. Aynı yerde durduk. Herkes pozisyon değiştirirken, herkes bizi reel politiğe çağırırken, niye ulusal çıkarlarınızı tehlikeye atıyorsunuz derken, içeride ve dışarıda biz demokrasinin yanında durduk. Çünkü demokrasinin kıymetini en çok biz biliriz. Siyasi tarihimiz darbelerle geçen bir tarih. Biz baskılarla büyümüş bir nesiliz. Ortadoğu gençliğinin ne hissettiğini 1980'li yıllarda askeri müdahale olduğunda üniversite öğrencisi olan ben ya da Başbakanımız, dönemin cumhurbaşkanı gayet iyi biliyorduk."


Davutoğlu, 2012 yılındakiu Arap Baharı'na değinerek, şunları söyledi:
"Ne oldu, 2012 yılında bu demokrasiler uluslararası destek bulamayınca, geçiş yönetimleri daha bebek demokrasiler diyeyim, çok demokrasi bile değil, kendi ekonomik girdapları içinde Mısır'ı düşünün, o medeniyet ülkesi. Şimdi herkesin Mursi'yi eleştirmesi kolay. Hangi Avrupa ülkesi büyük ekonomik reformları 1 yılda gerçekleştirebildi 1990'lı yıllarda? Eğer bize 2013 yılında gelseydiniz, 1 yılda her şeyi mucizevi bir şekilde değiştirmiş bir Türkiye başarısını size vadedebilir miydik? Ve büyük bir girdap içinde. Arkasında durulmadı. Onlarca soru soruldu. Acaba kim gelecek? Acaba sonrasında İslami gruplar mı gelir? Acaba daha sonra şunlar mı olur? Demokrasinin sonrası olmaz. Demokrasi yerleşirse yerleşmiştir. Ya vardır ya yoktur. Demokrasinin arası da olmaz. Birisi demokrasi gelsin de ben sonra kimin geleceğinden emin olayım derse, demokrat değildir. Bir ülkede demokrasi olsun, ama şu eğilimler iktidara gelmesin dediğiniz anda demokrasinin dışına çıkarsınız. Geçmişte bu bize denildi. Türkiye'de de bu demokrasi oyunu oynandı. 60 ihtilalinden sonra demokrasi olsun, ama mesela Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanı olmasın diye silah çektiler cumhurbaşkanı adayına. 80'li yıllarda demokrasi olsun, ama şu partiler olmasın diye onlarca parti kapatıldı. Gerçek demokratlar seçim sandığı üzerinden soru sormazlar. Seçim sandığı neyi üretirse onu kabul ederler ve şans verirler. Başarısız mı oldu? Bir sonraki seçimde cezalandıracak olan kendi halkıdır."

MISIR TARTIŞMASI
"İyimser 2012 yılından sonra, 2013 yılı gerçek anlamda bir hayal kırıklığı oldu. Hemen hemen her yerde. Niye? Mısır'da seçimle iktidara gelen lider yerinden edildi. Önemli bir Mısırlı siyasetçi, tam da o günlerden sonra Türkiye'ye gelip, bizi bu darbenin meşru olduğuna ikna etmeye çalıştığında, şöyle bir şey söyledi: Dedi ki, 25 milyon insan imza verdi Mursi gitsin diye. 30 milyon insan. İsmini burada zikretmek istemiyorum, herkesin tanıdığı bir isim. Dedim ki, ya siz matematik bilmiyorsunuz ya ben bilmiyorum. Ya siz Mısır'ı bilmiyorsunuz ya ben bilmiyorum. Mısır'da 80 milyon kardeşimiz var. İmza toplanması, 5 milyondan fazla kişi çıkmaz. Haydi toplandı diyelim. Her seçilmiş yönetici, toplanan imzalarla ya da sokakta tertip edilen gösterilerle demokrasi sürdürülebilir bir süreç olmaz. Mısır'da Türkiye bir tavır aldı. Bedelini ödediğimiz bir tavır aslında. Biz Mısır'a çok önem veriyoruz. Mısır bölgenin omurgasıdır. Mısır bölgenin beynidir. Biz Mısır'ı önümüzdeki dönemde en büyük stratejik ortağımız olarak görmeye devam etmek istiyoruz. Ama Mısır'da da istikrarın ancak halk meşruiyetinden geçebileceğine inanıyoruz. Biz yaşadık. Mısır bize benzer. Mısır'da istikrar ancak ve ancak demokrasi ile sağlanabilir. Kalıcı istikrar ve ekonomik kalkınma.

IŞİD...
"Gelelim Suriye'ye. Ne kriterler koyduk Suriye ile ilgili. Kimyasal silah kullandığında cezalandırılacağı açıkça deklare edildi. Açık söyleyeyim. İleride yeni nesiller, bu dönemi yazdıklarında Suriye'yi bir utanç sayfası olarak yazacaklardır uluslararası toplum için. Olabilecek bütün insanlık suçları Suriye'de işlendi. Kimyasal silah kullanıldı, insanlar bir yerde tutulup açlığa mahkum edilerek ölüme götürüldü. Uluslararası toplumun tepkisi ne oldu? Geçen sene kimyasal silah kullanıldığında daha IŞİD çok küçük bir bölgede küçük bir örgüt niteliğindeydi. Ama Suriye'de demokrasi isteyen Suriye Ulusal Koalisyonu'na biz 90'lı yıllarda demokrasi isteyen güçlere verdiğimiz desteği verdik mi? Esad'a bir ders verebildik mi, veremedik. Bütün o kitleler devrimin karşı psikolojisine yöneldiler. Radikalleşme uç noktalara vardı. 2004'te bugün bölgede demokrasiden değil de terör tehdidinden bahsediyorsak, bölgede canını ortaya koyan Humus'taki Hıristiyan, Müslüman, Sünni, Kürt, Arap, Türkmen o Suriyeli gençlerin yerini eğer dışarıdan gelmiş ve ne yapacağı belli olmayan yabancı savaşçılara terk etmişse, bunun sebebi bizim Suriye halkını yalnız bırakmış olmamızdır. Bunu itiraf etmek durumundayız. Aksi takdirde çözüm bulmamız güçleşir. Defaatlerce uyardık Türkiye olarak. Şunu anlatmaya çalıştık: Bugün için geçerli olan bir vizyonu. Biz Ortadoğu bölgesine diyorduk ki, bu sınırlar yaşaması zor sınırlar. Keşke buradan hep beraber biz mülteci kamplarının bulunduğu sınırlarımıza gitsek. Kobani'den gelen Kürtlerin geçtiği yerlere. Bir köy bile ortadan bölünmüş. Türkiye bu sınırı korumaya çalışıyor. Bu sınır bugün sadece Türkiye'nin sınırı değil, Avrupa'nın da sınırı, dünyanın da sınırı teröre karşı. Peki Türkiye'ye ne kadar destek verildi?"

Davutoğlu, Türkiye'nin sınırlarına dayanan teröre dikkat çekerek, son dönemde Suriye'den Türkiye'ye artan mülteci akınına değindi. Davutoğlu, şunları söyledi:

"Şu denirse, büyük bir adaletsizliktir: Siz mülteciler için sınırlarınızı açın. Araya birileri karışırsa ama, siz sorumlusunuz. Mülteciler için sınırı açtığınızda araya karışan insanlara ayrıca bir yoklama yapamıyorsunuz. Deseydik ki bu kapıyı kapatıyoruz ve her birini tek tek alacağız, 138 bin kişiyi almamız 10 gün-15 gün sürerdi. O arada da IŞİD zaten onları öldürmüş olurdu. Onları almamış olsaydık da bütün dünya Türkiye'nin nasıl yanlış bir politika izlediğini söylerdi. Türkiye'yi bazıları acımasızca eleştirirken, bir Batılı Dışişleri Bakanı ile aramızda şöyle bir konuşma geçti. Dediler ki, 'Yabancı savaşçılar Türkiye'den geçmesin.' Geçmesin, biz de istemeyiz. Bu en çok bize zarar. Bize tehdit. Ama Türkiye'ye yılda 35 milyon turist geliyor. Peki siz biliyorsunuz yabancı savaşçıları, ülkenizde tutun, çıkmasına izin vermeyin. Dedi ki, 'Biz demokratik bir ülkeyiz. Daha suç işlememiş olan birini nasıl tutalım? Peki bize listeyi verin, kimler olduğunu. Biz onları almayalım.' Nasıl veririz? Peki senin yapmadığın bu işi, ben nasıl demokratik bir ülke olarak yapabilirim? Eğer meydan okumak küreselse, hepimiz elini taşın altına koyacağız. Artık yeter. Suriye krizinin, Irak krizinin bütün bedelini Türkiye'ye ve komşu ülkelere ödetip, sonra bulunduğumuz yerlerden ders vermeye kalkarsak, bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil. Çok doğal kaynaklara sahip olmayan Türkiye kendi alınteriyle vatandaşlarımızın kazandığı, ödediği vergilerle oluşan 3,5 milyar doları Suriyeli mültecilere verdi. Analarının ak sütü gibi helal olsun. Ama dünyadan da bunun takdirini yapmalarını bekliyoruz."


"VİZYONUMUZ İNSANİ TEMEL"

"Bizim vizyonumuzun birinci temeli, insani temelidir. Dünyada hiçbir yapı insandan daha değerli değildir. Eğer bir siyaset, bir ekonomi düzeni insana hizmet etmiyorsa, meşruiyetini kaybeder. Bütün dünya sussa, Suriyeli, Iraklı mültecilere yardım etmese, Türkiye yardım etmeye devam edecek. Bu yükü paylaşabilir olmamız lazım. Sonra dönüp de buradan bize terörist gelir diye yakınmak istemiyorsa, bütün ülkeler Suriye'de, Irak'ta bu tehlikeyi durduracaklar. Durdurmak için de Suriye rejimine meşruiyet kazandırmak doğru bir yol değildir. Bir Avrupalı Dışişleri Bakanı'nın bunu açıklaması beni hayretlere düşürdü: 'IŞİD'e karşı savaşmak için Suriye rejimi ile işbirliği yapalım.' Şeytanla bir şeyde savaşmak için, başka biriyle işbirliği yapmanın nasıl geçerliliği olabilir? Suriye rejimi ile ilişkiye geçin, ertesi gün IŞİD'deki militan sayısı birkaç misli artar. İnsani boyutu sürdüreceğiz. İkinci ulusal milli vizyonumuz, demokrasi, demokrasi, demokrasi. Çözüm süreci çevredeki bu olağanüstü olumsuz konjonktürde tek başarı hikayesidir. Hiçbir şekilde demokrasiden taviz vermeyeceğiz. Hepimiz hesap vermeye de hazırız. Hesabı soracak olan halkın kendisidir. Üçüncüsü, bölgesel vizyonumuz. İster Balkanlarda, ister Kafkaslarda meşruiyetin gerekliliğidir. Bölge vizyonumuzun esası etnik ve mezhebî ayrımın olmadığı ortak bir güvenlik sistemi anlayışının yerleştiği bir yaklaşımdır. Dördüncüsü, Avrupa vizyonumuz. Hükümeti kurduktan sonra ikinci gündemimiz Avrupa Birliği'ydi. Avrupa Birliği bizim için stratejik bir karardır. Avrupa bizim kaderimizdir. Avrupa'nın da bu kaderi bizimle birlikte görmesi lazım. Avrupa'daki daralma bizi etkiliyor. Avrupa'daki pozitif ekonomik büyüme bizi olumlu etkiliyor. O zaman Avrupalılar ekonomik büyümelerini bizimle birlikte planlamalılar. Avrupa'nın stratejik perspektifi Türkiye'nin AB üyeliğine bağlı. Türkiye'yi dışlayarak Avrupa, yükselen Asya ekonomileri ile bağlarını büyük enerji arz bölgeleri ile bağlarını koparıyor. Hem TANAP üzerinden komşu ve dost AB üyesi ülkelere enerji aktaracağız, ama küçük bir ülkenin kaprisi yüzünden enerji faslı açılamayacak. Ben bunun mantığını anlayamıyorum 5 senedir. Anlayan bir Avrupalı varsa, Avrupalı bir rasyonellikle bana anlatsın. Ama Ortaçağ rasyonalitesi ile anlatmasın. Ama sizler, bazı çevreler, yabancı düşmanlığı üzerinden, Ortaçağ mantığı ile Türkiye'ye yaklaşıp, Müslümanları ve Türkleri Avrupa'nın bir parçası olarak görmezse, bizden de bu kez küresel geleceği anlamak anlamında alacağınız bir ders vardır. Avrupa'nın terk ettiği demokrasiyi Ortadoğu'da biz savunduk. Savunmaya devam edeceğiz. Bunu Avrupalılara yaranmak için yapmayacağız, inandığımız değerler bunu gerektirdiği için yapacağız. Bütün Avrupalılara çağrımız şu: Gelin, el ele verelim. Ama konuştuğunuz masada biz yoksak, aldığınız kararlarda da kendimizi bağlı hissetmeyiz. Bunu da anlayacaksınız. Katıldığımız her kararın gereğini yaparız. Gıyabımızda alınan her kararı da oturur kendi aramızda değerlendiririz. Doğruysa yaparız, değilse yapmayız. Bizim IŞİD benzeri terör örgütlerine karşı tutumuz açık ve nettir. Bu dünyaya tehdittir. Herkesten daha çok Müslümanlara tehdittir bu anlayış ve herkesten daha çok Türkiye'ye tehdittir. Ve son olarak, uluslararası vizyonumuz. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kalan BM Güvenlik Konseyi yapılanmalarının 5 ülkenin kendi içindeki gerilimleriyle nasıl BM'yi bloke ettiğini, Filistin olayında nasıl insani bir tavır sergilenemediğini gördükten sonra, hepimizin dürüst bir şekilde bu muhasebeye hazır olamamız lazım. Yok ama, dünyada bir şekilde bu yapı devam etsin derseniz, BM zamanla anlamını yitirir."
Özgür ALTUNCU -TANER YENER-Gülseli KENARLI -Yaşar KAÇMAZ- / İstanbul DHA

'Yaklaşan fırtınayı hissediyorduk'

Güncellenme Tarihi : 19.3.2016 01:26

İLGİLİ HABERLER