FETÖ’CÜLER ERBAKAN’A SÖVEN GENERALDEN NE İSTEDİ?

  • 1.3.2021

FETÖ’CÜLER ERBAKAN’A SÖVEN GENERALDEN NE İSTEDİ?
28 Şubat’ın o karanlık günleriydi.
Amerika ekibi kurmuş, hükümetin son nefesini sayıyordu.
Ekibin başında Koç gibi ekonomik çıkar grupları vardı.
Kartel medyası denilen; Hürriyet, Milliyet, Vatan, Sabah ve Cumhuriyet Gazeteleri bu çıkar gruplarına ve din düşmanlarına tellallık yapıyordu.
Aydın Doğan da bu tellalların başındaki tellaktı.
O karanlık odalarda devleti keseliyordu.
Ekipte; masonların kontrolündeki Kemalist sivil toplum örgütleri vardı.
Bu şer ekibine, Azgın laik solcu Yargı ve CHP bürokrasisi de eklendi.
Kumarbaz Mesut da masadaki yerini aldı.
Kahveci ise Çoban Sülü idi.
Gariban milletin ürkek hükümeti REFAH-YOL; askerler tarafından esir alınıp, ellerine kelepçe vurulmuştu.

Gözleri bağlı olarak getirilip, bu çakalların ortasına atıldı.
Bir yandan Koç boynuzluyor, öte yandan Kartel medyası tekmeliyor, STK’lar bıçaklıyor, Yargı bıçaklayanı kurtarıyor, Tarafsız olmazı gereken Fötrlü bıyık altından gülüyordu.
REFAH –YOL hükümeti az dizlerinin üzerinde doğrulsa, askerler tanklarını üstüne sürüyordu.
Milletin silahlarıyla milletin iktidarını kurşunluyorlardı.

İşte tam da o günlerdi.
Erzurum’da Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, Başbakan Erbakan’a Pez.. ile başlayan devamında çok ağır küfürlerle dolu bir konuşma yaptı.
Tabi bu da bir tezgâhtı.
Kartel medyasının Amiral Gemisi Hürriyet Gazetesi, Erbakan’ın hacca gitmesini fırsat bilip, “Hanedan Hac ’da.. Bu kaçıncı Hac” diye manşet atmıştı.
Bu gazeteyi sallayan Osman Özbek, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı resmen küfretti.
Küfürbaz Osman bu olayla ilgili yıllar sonra bir FETÖ ayrıntısını anlattı;
- Bu ağır sözlerimden hemen sonra Zaman Gazetesi’nin temsilcisi olduğunu söyleyen birisi geldi. Konuşmamı çok beğendiklerini ve haklı olduğumu Fetullah Gülen’in de kendisini takdir ettiğini söyledi.
O zaman da Zaman gazetesi hiç aleyhimde değil.. Ağızlarından bal akıyor. Benimle ilgili haberleri yumuşatılmış güzel veriyorlar ve Erbakan’ı suçluyorlardı.
Sonradan Anayasa Mahkemesi üyesi olan Mustafa Yıldırım, o tarihte Kayseri Valisiydi. Beni aradı, “Başbakan Mesut Yılmaz’ın danışmanı, Erciyes Üniversitesi’nde profesör sana gelecek” dedi.
“Kimliği ne?” dedim, ‘Paşam bu Fethullahçı’ dedi. “Niye gönderiyorsun” dedim. Çok ısrara etti dedi.
Üç kişi geldiler. Bir tane defter çıkardı. ‘Osman Özbek olarak, Fetullah Gülen okullarını öven bir paragraf yazıp imzalamanızı istiyoruz’ dedi. Yıl 1998...”
Sonra Amerika’ya gittim. Bu Fetullahçılar yine peşimi bırakmadı. Orada da beni buldular. ” Paşam Hocamız sizi çok seviyor. Vaktiniz müsaitse Pensilvanya’da misafir etmek istiyor” dediler ama gitmedim.

İşte FETÖ böyle bir örgüt.
Bu milletin öz değerlerine kim düşman ise anında onunla dost oluyor.
Maalesef bunu da din adına gösteriyor. Meselenin bu yönünü göremeyip adeta mankurtlaştırılmış FETÖ’cüler, CIA’nın içimize soktuğu bu örgütü cemaat sanıyor.

YAŞ’ta namaz kıldığı için ordudan atılan bir Binbaşı, ordudan atılmayan bir FETÖ’cü devresi için şunları anlattı;
- Kendisine nasıl kurtulduğunu sordum. İçkiye başladığını söyledi. Hatta  “Abi Allah rızası için içki içerim” dedi. Ağzım açık kaldı.  Sonra bu yöntem ve kılık değiştirmeler onlara adet oldu.. Laikçiler gibi yaşantıyı seçtiler. Bilahare hanımını da açtı. 
Bu FETÖ’cü subay darbeye katılıp hapse tıkıldı. Mahkemeden müebbet hapis yedi.
Fetullah’ı dinleyip Allah’ın emrine karşı çıkarak ahiretini, CIA’nın emrini dinleyip darbeye katılarak dünyasını yaktı.
Neyse… Biz konumuza dönelim.
Basit bir paşanın Başbakan’a küfürü ekibin gazetelerine manşet olmuştu.
Ben de TGRT’nin Ankara Temsilcisiyim.
Enver Abi aradı..
Ankara’da neler oluyor? Hükümetin buna bir cevabı olur mu? “ diye sordu.
Ben de, “Pek sanmıyorum Efendim. Olacak olsaydı şu saate kadar olurdu” dedim.
Enver Abi de, “Bir karşılık verilmezse, hükümet bitti demektir. Arkasından daha da ağır sözler ve işler gelir. Sen Hoca ile (Erbakan ile) bir konuş bakalım ne diyor” Dedi.
Ardından da, “Yukarıdaki sözümü benim değil de kendi fikrin olarak söyle. Beni karıştırma” diye tembih etti.
Telefon kapatınca Başbakan Erbakan’ı aradım.
Özel kalemine Mehmet Kahraman bakıyordu. Sağ olsun ben aradığımda bekletmez Hoca’yı bağlardı.
10-15 dakika sonra dönüş yaptı Rahmetli Erbakan’ın beni Balgat’taki evinde beklediğini söyledi.
Hemen Balgat’a gittim.
Bunu size anlatmam lazım.
Hoca’nın evi şöyle;
İçeriye ilk girdiğinizde sol tarafta bir salon var. Uzunca bir salon.
Salondan içeriye girdiğimde çok şaşırdım.
Salonda hiçbir eşya yok. Odanın girişe göre en dip tarafında klasik türde oymalı 3’lü bir koltuk var. Onun sol tarafından bir tekli koltuk var. Misafirlerin oturması için. Bir de o üçlü koltuğun önünde ve yanında sehpa ve telefonluk var.
Bunların dışında salonda başka bir eş yok. Yer de tamamen halı kaplı.
İçeriye girdiğimde Erbakan Hoca yeni abdest almıştı.
Başında beyaz takkesi vardı.
Koltuğun ortasında bağdaş kurmuş ve çorabını giymeye çalışıyordu.
O zaman cep telefon olsa tek kare fotoğraf çeksem sanırım yılın fotoğrafı olurdu.

Gerçi Erbakan Hoca’nın o rahatlığı beni yabancı görmemesinden daha doğrusu samimi bilmesindendi.
Başkalarına o doğallıkta olacağını sanmıyorum.
Neyse..
Yandaki koltuğa oturdum.
Erbakan Hoca başladı anlatmaya..
Ekonomiyi anlatıyor, millete yaptıklarını anlatıyor. Hortumları kestiklerini anlatıyor ama küfürbaz Osman ile alakalı tek kelime etmiyor.
Yarım saate kadar bunları anlattıktan sonra; “Metin Beyciğim sebeb-i ziyaretiniz nedir? Yapacağımız bir şey var mı?” diye sordu.
Bende kendisine, “Hocam bu Osman adlı generalin sizinle ilgili sözleri bizi çok rahatsız etti. Basit bir generalin benim Başbakanıma böyle laflar etmesi sadece beni değil bütün milleti üzdü. Bununla ilgili bir şey yapacak mısınız? Kendisini emekliye sevk edecek misiniz? ” dedim.
Erbakan’ın yüzüne baktım, belli etmediği bir öfkesi vardı. Şöyle cevap verdi;
- Ben bu adamı tek başıma görevden alamıyorum. Ancak Cumhurbaşkanı görevden alabilir. Bunun için de benim yazı yazıp teklifte bulunmam lazım. Süleyman Bey benim yazımı asla onaylamaz ve işleme koymaz.
Bir de o yazının bir nüshasını önce askerlere, diğer nüshasını da gazetelere yollar. Gerilim çıkartır.
Arkadaşlara nabız yoklattım, imzalamam demiş.
Millet bizden hizmet bekliyor. Sonuç bekliyor. Bunlar ortalığı bu kadar gererken bir de biz buna alet olmayalım.

Bunun üzerine ben de; “ Hocam en azından parti veya hükümet olarak bu hadsize bir cevap verin” dedim
Onu yapacaklarını söyledi ve hassasiyetim için teşekkür edip dua ettiğini söyledi.
Büroya dönünce Enver Abi’yi aradım.. Hoca ile konuşmamı anlattım..
Enver Abi’nin ilk tepkisi şu oldu; “ Demirel asla imzalamazdı ama hükümet bir tepki göstermeliydi. Aynı sertlikte tepki gösterilmezse arkasından daha da beteri gelir. Dedi.

Nitekim Enver Abi’nin dediği oldu.
Darbeciler Sincan’da tank yürüttü.
Askerler tarafından kafasına silah dayayıp aç köpeklerin ortasına attığı hükümet, maalesef paramparça edildi.
Mütedeyyin Müslümanlar, başörtülü analar bile linç edildi.
Refah-Yol sayesinde hortumları kesilen kartel ve kartel medyası siyasilerle bir olup, devleti soyup soğana çevirdi.
Amerika’da soyguna katılıp, Derviş’i yolladı.
İç ve dış mihraklar devleti soyup soğana çevirirken, önlerine irtica kemiği atılan bir grup laik asker de onlara gözcülük etti.

Gözcülük değil aslında en büyük ihaneti yaptı.
Vatanını sevip koruduğunu sanan Kemalist askerler, ülkesinin iç ve dış mihraklarca talan edilmesine göz yumdu.
İşte bu yüzden Akıllı düşman ahmak dosttan evladır.
Dinin de devletin de sahibi Yüce Mevla’dır.

Cenab-ı Hak; parçaladıkları milli iradeden öyle bir kurt çıkardı ki, bu çakalların hepsini parçaladı.
Kemalist laikler; AK Parti nereden başımıza bela oldu diye şimdi boş yere ağlamayın.
Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..
Bir zamanın ulu çınarı, gün gelir olur kereste.