Gündem
  • 3.11.2007 09:24

ASKERDEN ŞOK PKK İTİRAFI!.

FİKRET BİLA/MİLLİYET

PKK ile mücadelede Türkiye nelerde hata yaptı?
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en büyük sorunuyla yıllardır mücadele ediyor. Türkiye'nin toprak ve ulus bütünlüğünü hedef alan ayrılıkçı PKK terör örgütü ve yönettiği siyasi akımla mücadelenin askeri, sosyal ve siyasal boyutları, bu sürecin devam edeceğini gösteriyor.
Nitekim, Türkiye gündeminde, yine Kuzey Irak'a sınır ötesi harekât var. PKK saldırılarını sürdürüyor. Hükümet, sınır ötesi harekât için TBMM'den yetki aldı. Sınırda, operasyonlar, çatışmalar sürüyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK terörüyle bugüne kadar nasıl mücadele etti? Düzenli bir ordu olmasına karşın, "asimetrik savaş" adı verilen bu mücadeleden nasıl üstün çıktı? Mücadele süreci devleti, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ve PKK'yı nasıl etkiledi? Mücadele sürecinde Türkiye nelerde hata yaptı? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve PKK'nın, bu mücadelenin başladığı 1980'li yıllarda durdukları çizgi ile bugün geldikleri çizgi aynı mı? PKK terör örgütüyle silahlı mücadeleyi yürüten ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yöneten komutanlar, geride bıraktıkları süreci ve geleceği nasıl görüyorlar?
Bu sorulara yanıt bulabilmek amacıyla terörle mücadeleye ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne liderlik eden komutanlarla görüştüm.
Bu dizide "PKK'yla geçen 24 yılın komutanları"nın görüşlerini bulacaksınız. PKK'yla nasıl mücadele ettiklerini, PKK ve Kürt sorununa nasıl baktıklarını, bu bağlamda Türkiye'nin geleceğini nasıl gördüklerini kendi anlatımlarıyla öğreneceksiniz.




Tarih 16 Eylül 1998'di. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde Şam'ı uyaran o ünlü konuşmasını yapmıştı. Şam ya Öcalan'ı verecek ya da Türkiye'yle savaşmayı göze alacaktı. Ateş Paşa'ya eşlik eden 2. Ordu Komutanı Org. Aytaç Yalman, Komutanı Ankara'ya uğurladıktan sonra hemen işe koyuldu. 2. Ordu'yu alınan bu karara göre konuşlandırması gerekiyordu. Kısa süre içinde 2. Ordu'dan yeterli sayı ve donanımda birlikler Suriye sınırına kaydırılacaktı. Aytaç Paşa hızla hazırlıklara koyuldu. Önce keşif uçuşlarının yapılması gerekiyordu. Ardından zırhlı birliklerin sevkiyatı başlayacaktı. Yığınak planı yapıldı. Aytaç Paşa üzerindeki stres çok fazlaydı. O kadar ki, günlerle sayılı bir sürede Suriye'ye girecek biçimde 2. Ordu'yu yapılandırması gerekiyordu. O sırada zona olmasına rağmen hastalığa aldırmadan sevkiyatı sürdürdü ve kısa süre içinde 2. Ordu, Suriye sınırına dayandı. Aytaç Paşa'ya sordum:

<ı>Şam, Ankara'nın tehdidine aldırmazsa ne olacaktı?
-Ne olacak! Suriye'ye girecektik. Planlar hazırdı. Şam'a kadar gidecektik. İşin şakası yoktu.

<ı>Suriye sınırda karşı önlem almamış mıydı?
-Bizi durduramazdı. Buna gücü yetmezdi. Birliklerinin çoğu İsrail sınırındaydı. Savaşacak ciddi bir gücü yoktu. Olanların da savaş kabiliyeti yoktu. Sovyetler dağılmış, Rusya yardım edemiyordu. Suriye yedek parça sıkıntısı çekiyordu. Uçakları uçamıyor, tankları yürümüyordu. Biz de kararlıydık. Ben zaten bölgeyi çok iyi biliyordum. Sınırda tugay komutanlığı yapmıştım. Sonra Adana'da 6. Kolordu Komutanlığım sırasında bölge yine benim sorumluluğumdaydı. Ardından 2. Ordu Komutanlığı'na getirilmiştim. Yani yıllardır bu bölgede görev yapıyorum. Coğrafyayı çok iyi tanıyorum.

<ı>Peki, Suriye'ye siz mi girecektiniz?
-Emir gelirse, tabii. Ordunun başında cephe komutanı benim. Ama gerek kalmadı. Suriye ne yaptı? Karşı çıkamadı. Ordusunun zayıflığını kendisi de biliyordu. Apo'yu çıkarmak zorunda kaldı. Pabucun pahalı olduğunu gördü.

Hüsnü Mübarek'ten gelen haber
Aytaç Paşa Suriye'ye girmek üzere sınırda beklerken, haber önce Ankara'ya, sonra Şam'a giden Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'ten geldi. Mübarek, Cumhurbaşkanı Demirel'i aramış ve Hafız Esad'ın Abdullah Öcalan'ı Suriye'den çıkaracağını bildirmişti.
Öcalan, Suriye'den çıkarıldı ve 15 Şubat 1999 günü Kenya'nın başkenti Nairobi'de Türk görevlilere teslim edilmesiyle sonuçlanan yolculuğuna başladı.
Aytaç Paşa ise 2000 yılında Jandarma Genel Komutanı, 2002 yılında da Kara Kuvvetleri Komutanı oldu. 2004 yılında bu görevini Org. Yaşar Büyükanıt'a devrederek emekliye ayrıldı.



Paşa'dan Öcalan'ın teslimine farklı bakış
Ekim 1998'de Şam, Türkiye'ye direnseydi Suriye'ye girecek komutan olan Aytaç Yalman Paşa, Abdullah Öcalan'ın Kenya'da Türk görevlilere teslim edilmesi olayına farklı bakıyor. Bu konuda şu yanıtı verdi:
"Bence, ABD Irak'a müdahaleye çok önceden karar vermişti. Öcalan'ı paket yapıp teslim etmesi bununla ilgilidir. ABD, Irak'a müdahale ederken Kürtlere dayanmak istiyordu. Bu işi Barzani ve Talabani'nin desteğiyle yapmayı planlıyordu. Abdullah Öcalan ise Barzani ve Talabani'ye alternatifti. Bana göre ABD, Barzani'yi, Talabani'yi güçlendirmek, onların manevra alanını genişletmek için Öcalan'ı Türkiye'ye teslim etti. Barzani ve Talabani için hem Öcalan'ı alternatif olmaktan çıkardı hem de Türkiye'yi memnun etmiş oldu. Ama PKK'yı da tümüyle sıfırlamadı. Bugün ABD'nin Barzani'den ve Talabani'den aldığı destek ve onlara verdiği destek, koruma ve sağladığı olanaklar, benim bu düşüncemin doğru çıktığını gösteriyor. Ben bu nedenle de Öcalan'ın 1999'de teslim edilmesini bir kırılma noktası olarak saydım."
Aytaç Paşa, ABD'nin, Türkiye'nin askeri ve siyasi hakimiyet sağlayarak 1996'da başlattığı Ankara sürecini, 1998'de keserek, Barzani ve Talabani'yi "Washington süreci"ne yönelttiği kanaatindedir. Bu gelişme ile Ankara'nın bir anlamda devre dışı bırakıldığı ve Washington'un Barzani ve Talabani ile anlaşarak, Irak'a müdahale sürecini o dönemden başlattığı görüşündedir. Aytaç Paşa'ya göre, ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra Kürt liderlere verdiği destek ile Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesi bu bağlamda değerlendirilmesi gereken gelişmelerdir.


İşte kırılma noktaları
Aytaç Paşa, PKK'nın terör ve siyasallaşma sürecinde önemli kırılma noktaları olduğunu vurguladı. Olayın bu kırılma noktalarının yaşandığı ulusal, bölgesel ve uluslar arası konjonktürün koşulları dikkate alınarak analiz edilmesi gerektiği üzerinde durdu.
Aytaç Paşa'ya göre kırılma noktaları şunlardı:
1-15 Ağustos'ta PKK'nın Eruh ve Şemdinli baskını,
2-1989'da Berlin duvarının yıkılması,
3-1991'de Sovyetler Birliği'nin yıkılması, (NATO stratejilerindeki değişikliğin Türkiye tarafından algılanmamış olması. Bölge politikalarının sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine engel olmuştur)
4-1991 Birinci Körfez Savaşı, (Uzaktan keşif harekâtı dahil)
5-1994 terörün baskı altına alınma döneminin başlaması, üstünlüğün ele geçirilmesi,
6-1996 Ankara süreci, (Kuzey Irak'ın tam denetim altına alındığı yıllar)
7-1998 Washington mutabakatı, (Bölgedeki Kürt liderlerin Amerika'ya davet edilmesi ve Amerika'nın bölgedeki etkinliğinin başlaması)
8-1999'da Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmesi,
9-1 Mart tezkeresi, (ABD'nin kuzeyden cephe açma talebiyle ilgili tezkere bu tarihte TBMM tarafından reddedildi)
10-Nihayet, Mart 2003'te ABD'nin Irak'ı işgal etmesi.
Aytaç Paşa'ya göre, Türkiye bu kırılma noktalarında başlayan süreci zamanında doğru okumalı ve ekonomik, sosyal, siyasal, askeri tedbirleri yine zamanında almalıydı. Aytaç Paşa, Türkiye'nin yapması gerekenleri zamanında yapamadığı düşüncesinde. Böyle olduğu için de sorunun daha da büyüdüğünü ve alınan önlemlerin de arzu edilen sonuçları tam vermediğine işaret ediyor.
Söz konusu süreçlerin başlangıcında gerekli önlemlerin zamanında alınmaması nedeniyle de sorunun başka bir boyuta taşındığını vurguluyor. PKK'nın siyasallaşma aşamasına bu kırılma noktalarında başlayan süreçlerle ulaşabildiğine dikkat çekiyor.


 
Şehitler için oratoryo yazdı
Aytaç Yalman, 1960 yılında Rus sınırında teğmenlik yaparken, aynı evi paylaştığı opera sanatçısı yedek subayla olan arkadaşlığı sırasında müzikle ilgilenmeye başlamış. Onun hediye ettiği plağı dinleyip klasik müziğe ilgi duymaya başlamış. Müziğe olan ilgisini hiçbir zaman bırakmayan Yalman, klasik müzik yazıları da yazıyor. Emekli Org. Aytaç Yalman, şehitler için Şehitler Oratoryosu adını verdiği bir eserin librettosunu (sözlerini) yazmış. Yalman, eserin 18 Mart Şehitler Günü'nde Türkiye'nin her yerinde seslendirilmesini istiyor.



Org. Yalman'ın analizi
Bir asimilasyon olmamış

Aytaç Paşa, tugay, kolordu ve ordu komutanı olarak PKK ile mücadelenin askeri yönünün her aşamasında görev yaptı. Ancak, bu mücadelenin sadece askeri boyutuyla değil diplomatik boyutuyla ilgili görevlerde de bulundu. Suriye ile ilişkilerde 'Adana Mutabakatı'nın müzakereleri ve bağıtlanmasında etkili bir isimdi.
Jandarma Genel Komutanlığı sırasında da Suriye ile hem askeri hem diplomatik ilişkilerde önemli bir işlev gördü. Bu yönleriyle Aytaç Paşa'nın sorunun siyasal, sosyal ve kültürel boyutlarıyla ilgili analizi de önem taşıyor.
Aytaç Paşa'ya, yaptığımız sohbet sırasında bu konudaki görüşlerini de sordum.
Aytaç Paşa, sorunun üç dönemi olduğunu belirterek şu analizi yaptı:
 PKK boyutuna girmeden önce olayı üç döneme ayırmak mümkün:
1-Sosyal sorun dönemi
2-Askeri dönem,
3-Siyasallaşma dönemi.
Sorunun sosyal boyutu eskidir. Aslında Türkiye'nin sorunu henüz sosyal boyuttayken görmesi ve doğru okuması gerekirdi. Bu yapılabilseydi sorun belki sosyal aşamadayken çözülebilirdi. Ancak, maalesef bunun yapılamadığını görüyoruz. Henüz terör boyutuna gelmeden sosyal aşamada sorun çözülebilseydi çok daha iyi olurdu.
n Sorunun sosyal boyutu nedir?
Bu açıdan baktığımızda, o aşamada sorunun 'kendini ifade' olarak tarif edildiğini görüyoruz. Dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor.
Oysa, bizler o dönemde, 'Kürt yoktur' diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz 'yıkıcı faaliyetler' kapsamında görüyoruz.
Bu durum iki noktayı gösteriyor:
1-Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında görmemişiz,
2-Bir asimilasyon olmamış.
Bunlar önemli tespitler.
Şu yönüyle önemli:
Cumhuriyet dönemindeki isyanlardan sonra 1938'den 1970'e kadar terör yok. Sosyal sorun dönemi dediğim, bu dönemdir. Tabii bu dönemde de siyasi alanda bazı illegal Kürt partisi kurma girişimleri var. Ama görünürde bir şey yok.
1970'lerden itibaren ise Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO) var. Bu da çok önemlidir. Henüz PKK gibi bir terör olayı yok. DDKO var örgüt olarak. Bu da kapatıldı ve davası yıllarca sürdü. PKK öncesinde bu tür dernekler, örgütler ve gizli partiler var. Bir şekilde sosyal-siyasal alana çıkmak, o alanda yer tutmak istiyorlar.
Belki sorun bu boyuttayken bazı sosyal önlemler alınabilmiş olsaydı, bugünkü boyutuna gelmeyebilirdi.
Askeri dönem dediğim dönem ise 1978 yılında Fis köyünde PKK'nın kurulmasıyla başlayan dönemdir. Bu tarih terör döneminin başlangıcı olarak alınabilir. Ancak Türkiye o tarihte de bu olayı görememiştir. PKK 1978'de kuruldu ama ciddi terör eylemini 1984'te yapabildi, Eruh-Şemdinli baskınıyla.
1978'den sonra Abdullah Öcalan Suriye'ye geçti. Bekaa'da kamp kurdu. 1982-1984 arasında ciddi hazırlık yaptılar. Türkiye bunun da farkında değildi. O zaman Evren Paşa dönemi, askeri yönetim var. Ancak, Apo-PKK olayı nedir, bunlar ne yapıyorlar, hazırlıkları nedir diye ciddi bir çalışma yok. Yönetim pek ciddiye almıyor.
O dönemde bunlara 'Apocular' deniliyor. 'Apocular' diye kayıt tutulup izleniyor ama sıkı bir çalışma değil bunlar. Bana göre 1978-1984 arasındaki yönetimin bu tutumu bir hatadır. Olayın ciddiyeti 1984 Eruh-Şemdinli baskınıyla ortaya çıkıyor. PKK terörünün başlangıcı olarak bu tarih alınabilir. Bu baskınlardan sonra askeri dönem, güvenlik güçlerinin silahlı mücadelesi başladı ve uzun bir zaman devam etti. Hâlâ da devam ediyor.

 

Güncellenme Tarihi : 24.3.2016 15:48

İLGİLİ HABERLER