Çocuk pornocusuyla Prismacı
Antalya'dan bir döndüm, baktım ki, bizim Emel (Armutçu) çocuk pornocusu, ben de Prismacı olmuşum...
Bu mesleği yapıyorsanız, buna alışmanız lazım.
Yani olacaklarımız olduklarımızın yanında hiç kalır!
* * *
Aksi gibi (Emel adına konuşmuş olmayayım tabii), ben kendi halimden memnunum.
Zaten benden memnun olmayan Fatih Altaylı.
O çok büyük adam olduğu için...
İstediğini söylüyor, yazıyor, çiziyor, vuruyor, hakaret ediyor, parçalıyor, siliyor, özür diliyor, seviyor, okşuyor...
Valla, o ne isterse yapıyor.
Ama tabii bilmediği bir şey var:
Adam olmak için Prisma'ya katılmadan Prisma haberi yapmak yetmiyor!
* * *
Şöyle ki;
Adam olmak, birilerinin kafasından uydurduğu bir cümleyle gerçekleşmiyor.
Yani kolay mı adam olmak?
Bir cümlelik kutucuk yazmakla olsaydı...
O oooooo...
Öyle olacağını zannedenler sadece ahkam kesenler.
Bu da Fatih Altaylı'nın uzmanlık alanı zaten!
* * *
Kıyısından köşesinden bile olsa herhangi bir şeyi, içinden tanıyarak yazmak daha iyi bir şey değil mi?
Çok aşikar ki, dışarıdan hiçbir şey bilmeden, ondan bundan duyduğunla sallamak kötü bir şey.
* * *
O beni bir gün Prisma'ya gittim diye Prismacı olmakla suçluyor.
Duyduğum en abuk şeylerden bir tanesi.
Ne alakası varsa?
İkinci gün gidemedim bile.
Devam edemedim.
Frekanslarımız örtüşmedi.
Nasıl Prismacı oluyormuşum ben?
Hürriyet Pazar'da oradaki bir günlük bir maceranın izlenimi vardı.
Bir de herkesin aklına gelebilecek, herkesin merak ettiği sorular.
Verilen cevaplar beni bağlamaz.
Ayrıca beni yargılayacak olan da Hürriyet'in köşe yazarı Fatih Altaylı değil, Hürriyet okurları.
Bir köşeden kafanı kaldırıp onu buna dayılanmak, medya karakol amirliği yapmak gerçekten hiç hoş bir şey değil.
Kınıyorum efendim.
O nasıl benim röportajlarımdan kıl kapıyorsa, ben de aynı duyguya onun yazıları dolayısıyla kapılabilirim.
Di mi ama?
Süreyya Ayhan'ı parçaladığı zaman onun içi rahat ediyor olabilir ama ben üzülmüştüm.
Aynı şekilde N.Ç haberine eleştiriler geldiğinde de üzüldüm.
* * *
Ne yapılmalıydı yani?
Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar mı?
Her şey bildiği gibi mi gitsin...
O kız mahkemede bunları anlattı ve hakim o insanları serbest bıraktı.
Bu da bir çocuk tecavüzü vakası.
Sinirlenmeyelim mi?
İnsanlar bilmesin mi, duyurmayalım mı, üstü kapanıp gitsin mi?
Türk aile geleneklerine halel gelmesin mi?
Nedir istenen?
Anlayabilmek o kadar zor ki.
Keşke, bütün Türkiye ayağa kalksaydı...
Keşke, bütün kadınlar ayağa kalksaydı...
Keşke, bu olay bir daha yapmayı düşünenlerin cesaretini kıracak kadar büyütülmüş olsaydı...
Yaşanırken sorun yok, anlatırken ayıp!
Var mı böyle bir şey?
Asıl yaparken ayıp.
Anlatırken sadece nakildir.
En büyük ayıp, en çirkin şey o rezilliği yapmak.
Yapanların tek tek teşhir edilmesi, suçlanması ve bir daha kimsenin onların yüzlerine bakmaması gerekirdi.
En azından ben öyle düşünüyorum.
Ama ne oldu?
Suçlu gazeteci oldu!
* * *
Olur, böyle de olur...
Allah için, bu ülkede her şey olur...
Ama siz de böyle binlerce haberi es geçmek, yalayıp yutmak zorunda kalırsınız.
Bravo size.
Devam edin.
Bu kafayla giderseniz askere, her gün alırsınız tezkere!
HAMİŞ: Pazar günün yayınlanan Prisma röportajında Israel Berkowicz'e sorduğum sorulardan biri şuydu: ‘‘Siz bir Yahudi satıcı mısınız?’’ Yani ‘‘Kardeşim, siz bu işi sırf para kazanmak için mi yapıyorsunuz?’’ demeye getirdim. Ama getirememişim demek ki! Çünkü alınan Yahudiler (pardon Museviler!) olmuş. Farkında olmadan bazılarını üzmüşüm. Oysa, amacım kimseyi küçümsemek filan değildi. Beni tanıyorsanız bunu zaten biliyorsunuzdur. Benim arkadaşlarım Yahudi- Musevi ayrımı yapmayacak kadar komplekssiz insanlar. Onlar ne bu tür şeylere ne de çeşitli deyimlere takıyorlar. Belki de onlardan yüz bulup, Berkowicz'le röportaj yaparken rahat davranıp, ölçüyü kaçırdım. Ama işte ölçü kaçırmak iyi bir şey değil. Özür dilerim. Ama şunun bilinmesini isterim: Ben o röportajı İngilizce yaptım. Ve İngilizce'de ‘‘Jewish salesman’’ diye bir deyim var. Deyimi ben uydurmadım yani. Açıkçası bir hakaret gibi algılanabileceği de hiç aklıma gelmemişti. Ama şu güzel havalarda kimseyi üzmek istemem. İsterseniz tek ayak üzerinde durabilirim!
(Ayşe Arman/ Hürriyet)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 20:15