O arada Sayın Cumhurbaşkanının, Başbakan Yardımcısı olarak benden farklı bir tutum izlemeyi uygun bulduğu anlaşılmaktadır.
Konuyu benimle görüşmesini tavsiye eden Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem dahil üst düzey devlet yetkililerine de yadırgadığım bir üslupla bana şöyle tepki gösterdiği; '' Kimseyi arayamam, kimseyi de iknaya uğraşmam. Bırakın ne hali varsa görsün, ne istiyorsa söylesin, ne biliyorsa yapsın,'' dediği belirtilmektedir.
Aramızdaki sorun ne idi?
Cumhurbaşkanı Sayın Demirel, Abdullah Öcalan'ın Suriye'den kovulmasını, aksi halde bu ülkeye karşı derhal bir askerî harekât yapılmasını istiyordu.
Benim düşüncem ise şöyleydi:
Türkiye, Abdullah Öcalan konusunda her zaman yanıbaşındaki Suriye'yi baskı altında tutabilirdi. Ancak Abdullah Öcalan Suriye'deki karargâhını Avrupa ülkelerine veya Rusya'ya taşımak zorunda bırakılırsa Türkiye o zaman çok daha ağır sorunlarla karşılaşırdı.
Nitekim öyle oldu. Türkiye'nin baskısı altında Suriye'den kovulan Abdullah Öcalan ve çevresi başta Rusya, İtalya, veya Yunanistan gibi kolay denetleyemeyeceğimiz ülkelerde, hatta tüm Batı ülkelerinde büyük bir hareket serbestliği olanağına kavuştu. Birçok Batı ülkesinde kimi bakanlarla, milletvekilleriyle ve sivil toplum öğütleriyle içli- dışlı ilişkiler kurabildi.
Öyle ki müttefikimiz İtalya da Abdullah Öcalan'a ve çevresine her türlü lüks yaşam ve iletişim olanağını sağlamıştı. Yunanistan'ın Türkiye'yi tehditleri de çok daha ağırlaşmıştı.
Görülüyor ki, Abdullah Öcalan ve karargâhı Suriye'den kovulmakla sorunumuz çözülemezdi. Sorunu çözebilmemizin başta gelen yolu Abdullah Öcalan'ı yakalayıp Türkiye'ye getirmek ve Türk adaletine teslim etmekti.
Nitekim başında bulunduğum azınlık hükümeti de bunu sağlamıştır.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:43