Gündem
  • 10.8.2004 12:17

DEMİREL MÜBAREK'E VERDİĞİ CEVAP MISIR CUMHURBAŞKANI'NI ŞOK ETTİ!..

Esad panikte, Mübarek arada Türkiye'nin gündemi bir anda değişmiş, PKK ve Suriye olmuştu. O akşam TBMM'deki açılış davetinde yetkililere yöneltilen bütün sorular bu konu üzerineydi. Başbakan Mesut Yılmaz'ın, ''Az bile söyledi, sabrımız taştı'', Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvırkoğlu'nun ''Hazırız, talimat bekliyoruz'' sözleri, ertesi günkü gazetelerde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in sözleriyle birlikte yer alıyordu. 2 Ekim günü Demirel, resmi temaslar için Makedonya'daydı. Üsküp'te, Türkler tarafından yaptırılan Tefeyyüz Mektebi'ni ziyaretini tamamlarken Başyaveri Kurmay Albay Reha Taşkesen, Dışişleri Danışmanı Mehmet Ali Bayar'a ''Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek telefonla arıyor'' dedi. Bayar, Demirel'i makam aracının kapısı kapanmadan yakaladı; ''Mübarek acil arıyor'' dedi. Demirel'in gözünde sanki bir ışık yanıp söndü. Amaç hasıl oluyordu. O sırada Suudi Arabistan'da bulunan Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek kendisini acil aradığına göre, Suriye sağa sola başvurmaya, Arap dünyasını ayağa kaldırmaya başlamış demekti. Darbe nasıra denk gelmişti. Mübarek kendisini aradığına göre, ABD'yi de aramış olsa gerekti. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından o gün yapılan açıklamada, ''Türkiye ile Suriye arasındaki krizin çatışmaya varmadan, diplomatik yollardan çözülmesi'' isteniyordu. Ancak Türkiye'nin niyetinin bu kez ciddi olduğunun gerçekten anlaşılması gerekiyordu. ABD Başkanı Bill Clinton, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev gibi birkaç isimle birlikte Mübarek'i de o güne dek telefonda hiç bekletmemiş, hemen dönmüş olan Demirel, o gün Mübarek'in telefonunu almadı. ''Beklesin'' dedi; ''Meşgul deyin. Yarın arasın''. 'Niçin böyle kızgınsınız?' Ertesi gün, 3 Ekim'de Ankara'ya dönerken Cumhurbaşkanı pek konuşmadı. Yalnız yanındakilere, ''Bu iş tuttu'' dediği duyuldu; ''Mübarek'i araması, Esad'ın paniklediğini gösterir. Artık daha dikkatli götüreceğiz. Mübarek'le bir konuşalım, ona göre ne yapacağımıza bakalım.'' Çankaya'ya döner dönmez, ''Mübarek'i arayın'' dedi. Mısır Cumhurbaşkanı Kahire'ye dönmüştü. Telefon konuşmasında nezaket sözcükleri kısa sürdü. Mübarek konuya kendi üslubunca doğrudan girdi: ''My brother, wahst's going on? (Kardeşim neler oluyor?) Neden bu kadar kızgınsınız? Arap Dünyası endişeli, merak ediyor. Yarın geleyim, görüşelim...'' Demirel, Mübarek'i daha da endişelendirecek bir yanıt verdi: - Yarın gelmeyin. İşlerim var. Öbür gün, ya da sonraki gün gelin... Telefonu kapattı, ''Anlaşılan Esad'la bir daha konuşmuş'' dedi. Mısır Cumhurbaşkanı telefon görüşmesi ardından gazetecilere, ''Her iki cumhurbaşkanı ile de görüştüğünü ve arabuluculuğa hazır olduğunu'' açıkladı. Türkiye'nin gerçek isteği Türkiye'nin istediği bu değildi. Ankara niyetinin gerçekten anlaşılmasını istiyordu. Bu nedenle 1 Ekim konuşmasının uluslararası planda daha bir sindirilmesi için birkaç güne, birkaç demece daha ihtiyaç vardı. Zaman ayrıca verilecek mesajların eksiksiz hazırlanması için de gerekiyordu. Demirel, danışmanlarına, ''Bütün devlet kurumlarına haber verin'' dedi; ''Çok sağlam bir dosya verelim. Su sızmayacak. Eksiği olmasın. Mübarek'in Esad'a ne söyleyeceğini, ona tam söyleyelim. Hariciye'ye söyleyin, koordine etsin''. Ertesi gün Demirel, Fırat Üniversitesi'nin öğretim yılı açılış töreni için Elazığ'a uçarken, Mübarek de beraberinde Dışişleri Bakanı Amr Musa ve sağ kolu, baş danışmanı Osama El Baz ile birlikte Şam'a, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile görüşmeye uçuyordu. Açıklamalar ve gerilimin yükselişi 5 Ekim'de devam etti. Sabah gazetelerini alan, televizyon haberlerini açan yurttaşlar, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sınır bölgelerine birlik sevki görüntülerini izlediler. Diyarbakır'daki İkinci Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı'nda konuşan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlhan Kılıç, ilk kez pasif anlamda da olsa 'savaş' kelimesini telaffuz ediyor, ''Savaş iyi bir şey değil. Ben inanıyorum ki kriz yönetimi hâkim olacaktır'' diyordu. Bu haberler, Ankara'daki büyükelçilikler aracılığıyla dünya başkentlerine iletiliyordu. Arapların dayanışması Şam'daki temaslarını değerlendiren Mısır Dışişleri Bakanı Musa; ''Arapların Suriye ile dayanışması Türkiye'ye karşı değildir. Ancak gerilimin artması, bölgede yaşanan tüm halklar arasındaki ilişkileri zedeleyebilir'' diyordu. Dışişleri Bakanı Cem'i telefonla arayarak ''Gerginliği gidermek için gerekirse Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'nin Ankara'ya gelebileceğini'' bildiren İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi, kendi kamuoyuna Türkiye ile Suriye arasındaki krizin bir 'İsrail komplosu' olduğunu söylüyordu. Ankara için bu sözler, durumun bölge ülkeleri tarafından gerçek boyutlarıyla algılanmadığına kanıt sayılıyordu. Dışişleri Sözcüsü Büyükelçi Necati Utkan, 6 Ekim, yani bir gün sonrası için kararlaştırılan Mübarek'in gezisinin Ankara tarafından kesinlikle ''Arabuluculuk'' girişimi olarak görülmediğini ilan etti. Ara bulunacak bir şey yoktu, Türkiye'nin Suriye'den terörizmi desteklemeye son vermesi talebi vardı. Başbakan Yılmaz günü Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, İçişleri Bakanı Kutlu Aktaş, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve Genelkurmay Harekât Başkanı, aynı zamanda Başbakanlık Askeri Başdanışmanı Korgeneral Yaşar Büyükanıt ile toplantılar yaparak geçirdi. Bu toplantılarda uluslararası durumdan, askeri hazırlıklara, sınır boylarında alınmakta olan tadbirlere dek her şey gözden geçirildi. 'Geri adım atılmayacak' Yılmaz'ın Cumhurbaşkanı Demirel ile kurduğu temaslarda 'Geri adım atmama' ilkesi öne çıkıyordu. Bölge ülkelerinin Mübarek'in ertesi sabahki Ankara ziyareti öncesi durumu net olarak anlaması gerekiyordu. O akşam bir televizyon programına çıkan Başbakan Yılmaz, ''Suriye'den söz vermesini değil, Apo'yu vermesini istiyoruz'' diyor ve dahasını yapıyordu: Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı'nın ''Şimdi sırası değil'' diyerek geri çevirdiği, Birleşmiş Milletler Yasası'nın 51'inci maddesine atıfta bulunuyordu: ''Yoksa meşru müdafaa hakkımızı kullanırız''. Bu arada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Dışişleri'nden gelen mavi kapaklı 'Suriye-PKK' dosyasını yeterli bulmamıştı. Yetkililere, ''Bana bugün itibarıyla bilgi lazım'' demişti. ''MİT'te vardır. Gidip baksınlar. İş ciddi. Adama savaş ilan edeceğiz neredeyse.'' Demirel bir de, dosyaya ek olarak, Dışişleri'nden ''Türkiye'nin bütün argümanlarını ve isteklerini komprime olarak'' sıralayan, bir sayfalık bir özet istemişti. Cumhurbaşkanı'nın isteği Dışişleri Müsteşarı Büyükelçi Korkmaz Haktanır'a iletildi. Mısır eliyle ültimatom Birkaç saat sonra Dışişleri bir sayfalık notu hazırlamıştı. Bu not aslında Gündüz Aktan'ın kaleminden çıkma bir uluslararası hukuk belgesi olan 23 Ocak 1996 notasının güncelleştirilmiş özetinden başka bir şey değildi ama Dışişleri Bakanlığı'nın bu konuda o güne dek hazırladığı en açık ve net ifadeli belgeydi. Özet şöyleydi: ''Suriye ile ilişkilerimizin normale avdet edebilmesi için Suriye'nin uluslararası ilişkilerin temel norm ve kurallarına uymasını ve aşağıda sıralanan somut taleplerimize olumlu cevap vermesini bekliyoruz. Buna göre: Türkiye-Suriye ilişkilerinin Suriye'nin terörizme verdiği destek nedeniyle ciddi zarar gördüğü gerçeğinden hareketle, Suriye'nin bazı yükümlülükleri bulunduğunu resmen kabullenmesini ve terörizme destek konusunda bugüne dek sürdürdüğü tutumunu terk etmesini istiyoruz. Bu yükümlülükler, esas itibarıyla, teröristlere destek verilmemesi, sığınma imkânı sağlanmaması, mali yardımda bulunulmaması hususlarında resmi bir taahhüdü içermelidir. Suriye aynı zamanda PKK eylemcilerini yargılamalı ve PKK elebaşısı Abdullah Öcalan ile işbirlikçilerini Türkiye'ye iade etmelidir. Bu çerçevede Suriye: Kontrolü altındaki topraklarda terörist eğitim kampları kurulmasına ve işletilmesine izin vermemelidir, PKK'ya silah temin etmemeli, lojistik malzeme desteğinde bulunmamalıdır, PKK üyelerine sahte kimlik kartları düzenlememelidir, Teröristlerin Türkiye'ye resmi yollardan girmelerine ve diğer yollardan sızmalarına sağladığı yardımı kesmelidir, Terörist örgütün propaganda faaliyetlerine izin vermemelidir, PKK'nın Suriye topraklarındaki tesis ve mahallerde faaliyette bulunmasına imkân sağlamamalıdır, Teröristlerin üçüncü ülkelerden (Avrupa, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İran, Libya, Ermenistan) ve Kuzey Irak'a ve Türkiye'ye geçişlerine imkân tanınmamalıdır. İlaveten, Suriye'den terörizme karşı mücadele kapsamındaki bütün faaliyetlerde işbirliği içinde bulunması beklenmektedir. Ayrıca, Suriye, Arap Ligi'ne üye ülkeleri Türkiye aleyhine kışkırtma girişimlerinden vazgeçmelidir.'' Mukabele hakkı Demirel okudu, ''Harika olmuş'' dedi; ''Şimdi bunun altına o mukabele hakkımızı da ekleyin''. Demirel meşhur BM 51'inci maddeden söz ediyordu. Metin yazarları eklediler: ''Suriye bu eylemlerinden derhal vazgeçmediği takdirde, Türkiye doğacak bütün sonuçlarıyla meşru müdafaaya başvurma ve can ve mal kaybından doğan zararlarının tazminini her şart altında talep etme hakkını saklı tutmaktadır. Esasen, tüm bu görüşlerimiz 23 Ocak 1996 tarihinde diplomatik kanallardan Suriye'ye iletilmiş bulunmaktadır. Ancak uyarılarımıza bugüne dek kulak asılmamaktadır.'' 1996 Ocak ayında Suriye'ye verilen muhtıra, Genelkurmay, Dışişleri ve MİT tarafından Çevik Bir'in Genelkurmay Harekât Başkanlığı makamındaki o toplantıda Suriye çözülmeden PKK'yı çözmenin zor olacağı ve aslında Suriye'nin askeri imkânlarının da direnmesine el vermediğini gösteren değerlendirmelerin sonucunda ortaya çıkmıştı. Görüşmede asker yok Dışişleri Müsteşarı Haktanır'ın hazırladığı metinle Cumhurbaşkanı ve Başbakan aynı hatta girmişlerdi. Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Yılmaz'dan ertesi gün Mübarek ile yapacağı görüşmeye katılmasını istedi. Demirel görüşmeye Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nu davet etmedi. Bunun tamamıyla siyasi bir girişim olmasını ve öyle kalmasını istiyordu. Buna karşın Dışişleri güçlü bir şekilde yer alıyordu. Haktanır'dan başka, eski Şam Büyükelçisi ve Müsteşar Yardımcısı Uğur Ziyal ile, Ortadoğu Genel Müdürü Aykut Çetirge ve daha alt düzeyde uzmanlar çağrılıydı. Uluslararası hukuk konularındaki derin bilgisiyle tanınan Uğur Ziyal, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Suriye dosyasına, en hâkim diplomat olarak biliniyordu. Suriye ile terörizme karşı bir işbirliğin kurulacaksa, bunun verilen sözlerin yerine getirilip getirilmediğinin yerinde denetlenmesini gerektireceği fikrini ortaya atan o olmuştu. Türk Dışişleri uluslararası metinlerde bunu İngilizce 'verification', yani 'doğrulama' talebi olarak dile getirmeye başlamıştı. Daha sonra Adana Anlaşması'nın temelini oluşturan deyimi bulan da Uğur Ziyal idi. radikal Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:43

İLGİLİ HABERLER