KAYNAK : Haber Vitrini
Star yazarı Engin Ardıç, Sabah'ın Günaydın'ı ek olarak çıkarıp yeniden yayınlanması üzerine küplere bindi.Günaydın'ı bu haliyle çıkarmanın kağıt ziyanlığından başka birşey olmadığını belirten Ardıç, kibarlık etti ve 'hadi yürüsünler' dedi, 'hasittirsinler' demedi!
İşte Ardıç'ın yazısı:
Efsane değil kestane
Bir refikimiz, eski Günaydın Gazetesi'ni yeniden çıkardı ve ek olarak dağıtmaya başladı. (Refikimizin adını vermedim, aşağılık bir Babıali geleneğidir; hiç sevmem ama uydum. Daha fazla çıkıntılık etmeyelim, uyalım; zaten 'ortalama Türk gazetecisinin' ufkunu çok zorladık son zamanlarda!)
Bugünkü şekliyle Günaydın eli yüzü düzgün bir magazin eki. Hafif ama adi değil. Gereksiz 'kağıt ziyanlığı' ama mala davara da bir zararı yok.
'Aslı' öyle değildi.
Eski Günaydın, o güne kadar Türk basınında gözlenmiş en sefil, en paspal, en dandik gazeteydi.
Basında bir devrim yaptı. Ama, geriden devrim.
Çünkü, 'asparagası' başlattı.
Şimdi, onun ne kadar makbul bir gazete olduğunu allayıp pullayıp yeni kuşaklara yedirmeye çalışıyorlar bazı kişiler; oradan yetiştikleri için, kendilerini savunmak zorundalar elbette.
'Biz ayakçılıktan gelme kalitesiz herifleriz, tahsilimiz yetersiz, zevklerimiz basittir' diyecek hali yok ya kimsenin!
'Kült gazeteymiş'. 'Efsane geri dönmüş'. Hadi yürüsünler.
Bendenize ağzımı bıraktırıp başka tarafıyla güldüren de, bu yağlama yıkamanın, kendi kendini düşürdüğü kuyudan mason dayanışmasıyla tutulup çıkarılmış zavallı bir kart sosyete zamparasının yayın organında yapılması oldu tabii... Şımarık züppe, velinimetine elbette yaranmak zorundaydı.
Günaydın, 'popüler' gazeteymiş.
Halk gazeteciliğinin ne olduğunu Erol Simavi göstermişti, lumpen gazeteciliğinin ne olduğunu da Haldun Simavi gösterdi.
Haldun Simavi, Türk basınına çok büyük kötülüğü dokunmuş bir adamdır. Basını katletti.
Tıpkı Reha Muhtar kardeşimiz gibi. O da Türk televizyonculuğunu katletti, Türkiye'ye kötülük etti.
Bu işin en korkunç yanı, birisi bu çığırı bir kez açınca, ötekilerin de o yolda yürümek zorunda kalmalarıdır. Herkesin kırmızı ışıkta geçtiği bir trafikte sizin de ister istemez durmamak zorunda olmanız gibi bir şey...
Günaydın, bir lumpen gazetesiydi.
Çünkü, 'haberi halkın anlayacağı şekilde' vermek başka şeydir, 'yalan yazmak' başka şey. 'Hafif' yazmak başka şeydir, 'belden aşağı' yazmak başka şey. 'Erotizm' başka şeydir, 'pornografi' başka şey.
Daha sonra, Babıali'nin lumpen esnafını bu da kesmedi. Tuttular, 'Tan' adıyla daha da pespaye bir varakpare neşrettiler.
Tan, 'mutfaktan' tabir edilen yöntemle, beş kişi tarafından masa başında üretiliyordu ve hedef okuyucu kitlesi, lumpenin bile altı, toplumun en aşağı kesimiydi.
Günaydın ve Tan birbirlerini bütünlediler. Biri cahil ve okuma alışkanlığı olmayan alt düzey hanelerde oturan geri zekalı mahalle karılarına, onların mesleksiz kocalarına ve evde kısmet bekleyen genç kızlarına, diğeri bekar odalarında yaşayan abazan köylülere sesleniyordu ve bir elmanın iki yüzü gibiydi bu iki gazete.
Ünlü yönetmen Federico Fellini'nin fotoğrafını basıp, altına, 'emekli Asım Bey baldızının kalçasını ısırdı, resimde Asım Bey görülüyor' yazdıklarını bilirim.
Güngör Bayrak demeç veriyor: 'Kalkanı çok severim, nerede kalkan görsem hemen yerim!'... Resimaltını okuyunca anlıyorsun ki Güngör Hanım, balıktan sözediyormuş...
Ünlü dansöz Seher Şeniz, 'isteyene fatura da veririm' dedi... Meğer rahmetli bir butik açmış, oradan alışveriş eden müşteri isterse fatura da kesiyormuş...
Düzey buydu.
İşte o 'bıyıklı Türk erkeğine vurulan 'Alaman' kızı Helga' paspallıkları da oralardan başlar.
Bu düzeyi şimdi 'halk bilmemnesi' olarak pazarlamaya çalışıyorlar.
Hadi yürüsünler.
Adım gibi biliyorum, şimdi birileri de çıkıp, 'sen de küfür ediyorsun, argo kullanıyorsun, senin yaptığın farklı mı' diyecekler.
Farklı.
Ben yalan yazmam, bir. Cahil değilim, iki. Lumpen hiç değilim, üç.
Sorana şaka yollu şöyle diyorum: Nasıl Çelik Gülersoy eski İstanbul efendilerinin son temsilcisiyse, ben de eski İstanbul mahalle çocuklarının son temsilcisiyim!
Biz pazar tahtalarının arasında dekmancılık oynayarak büyüdük bir yandan da Frenkçe öğrenirken, onun için sapanımızın taşı vurduğu yeri acıtır ve de ses getirir abiler.
Şiirimizin rengi vişneçürüğüdür, kendimiz mor külhaniyiz ve ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlı'yız ve de hem de Beşiktaşlı'yız abiler. Bu İstanbul raconudur.
Ayrıca bakın, kibarlık ettim, 'hadi yürüsünler' dedim, 'hasittirsinler' demedim! Daha ne yapayım yahu?
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 16:08