TAHA KIVANÇ-YENİ ŞAFAK
ADAM YERİNE KONULMAK İÇİN
Ne zaman hükümet-medya ilişkisi tartışmaya açılsa gazeteci meslektaşların üzerinde birleştiği hüküm şu oluyor: ''''Başbakan bizi adam yerine koymuyor...'''' Tabii, yakınmalarını bu biçimde ifade etmiyor onlar; ancak içlerinden geçeni en iyi açıklayan deyiş ''adam yerine konulmamak''...
Peki de, Başbakan Tayyip Erdoğan medya ve mensupları hakkında neden bu denli olumsuz hislere sahip? İstese o da mâkul bir çalışma üslubu bulabilir ve hiç değilse bazılarımızın gönlünü alabilirdi. Ama öyle değil, ayrımcılık yapmadan herkese aynı muameleyi uygun görüyor Tayyip Bey... Ara sıra ''kullanmak'' üzere hep aynı kişiyi seçmesi bu kuralı elbette değiştirmiyor...
Tayyip Bey medyayı ve gazetecileri neden adam yerine koymadığını iyice bir irdeleyip sebebini bulmamız gerek...
Hiç unutmadığım olaylardan biri şudur: Sosyal demokrat bir dışişleri bakanı, bir grup gazeteciyi de yanına alıp Demirperde sonrası ilk Orta Asya gezilerinden birine çıkmıştı. Gezinin daha ilk durağında, tamamen o gazetecinin kendi hatasından kaynaklanan bir kopukluk Hürriyet''in geziyle ilgili olumsuz haberler vermesine sebep oldu. Biz bir ülkeden kalkıp bir diğerine konuyorduk ve muhabir, intikamcı hislerle, gidilen her yerden, saçmasapan ve kapkara haberler geçiyordu. Her durakta... Bakanın, çaresizlik içerisinde sorduğu, ''''Ne yapmalıyım?'''' sorusu hâlâ kulağımdadır... Koca gazetenin bir muhabir tarafından burnundan tutulup yönlendirilmesi akıl almaz bir şeydi... Hürriyet''in şimdiki Ankara temsilcisi Nur Batur da bu olayın yakın tanığıdır...
Dostum olan deneyimli bakan aslında ne yapması gerektiğini biliyordu, ama yapmayı kendine yediremiyordu...
Daha sonraları, koltuğuna taze oturmuş bir bakan, bu defa ''sağcı'' bir siyasetçi, bir gazetenin manşetinde kendini gördüğünde aynı soruya muhatap oldum. Geyik muhabbeti bile sayılmayacak bir fısıltı sonucu manşet olmak her bakan için dehşet vericidir. Düşünün: Bir kararınızla başkalarının hayatını değiştirebiliyor, birini zengin edip bir başkasını bundan mahrum edebiliyorsunuz. Gazete ise, sizi, okurlarına ''aptal'' gibi takdim ediyor. Aldığınız eğitim, meslekî başarılarınız, siyasî hayatta yapmak istedikleriniz, o tek manşetle sıfırlanıveriyor...
Siyasîlere yakınlığın böyle ayrı bir sıkıntısı da var işte. Dostum olan o bakan, ''''Acaba neden?'''' diye sorduğunda şu cevabı verdim: ''''Sebebin ilk akla geldiği kadar derinlerde olması gerekmez; şöyle bir düşünün bakalım, o gazete yöneticisinin veya patronunun bakanlığınızla bir işi var mı? Bizzat kendilerinin olması da gerekmez; kayınçolar, damatlar, gelinler gibi yakınların bir çıkarını engellemiş, ya da engelleyeceğiniz düşünülmüşse, acıtmak veya uyarmak için de bunu yapabilirler...''''
İşlerin böyle yürüdüğünü bu dünya içinde olan herkes biliyor.
Şimdi artık basın dışında bulunan, geçmişin ünlü patron-gazetecilerinden biri, çocuklarına baksın diye evinde bulundurduğu İngiliz dadının ikamet iznini uzatmadığı için, evet tamamen bu sebeple, gazetesini dönemin başbakanının ailesine saldırıya başlatmıştı. O zamanın çok satan gazetesinin manşetinden, her gün başbakanın bir yakınının ''kirli çamaşırları'' sergilendi. Doğrularla yanlışların birbirine karıştığı korkunç bir kampanyaydı. Sonunda işi başbakanın eşinin namusuna gölge düşürmeye kadar vardırdılar...
İkamet izni uzatılmayıp yurtdışı edilen İngiliz mürebbiye yüzünden bir basın patronunun ülkenin başbakanına savaş açabildiği bir medyadır bizimki... (bkz. ''Simavi Ailesi'', s. 131 ve devamı)
Tayyip Erdoğan''ın gazetecileri adam yerine koymamasının altında kendisinin öznesi olduğu benzer olaylar yatıyor olmasın? ''''Hadi canım sen de'''' tepkisini vermeden soru üzerinde düşünmenizi tavsiye ederim...
Başbakan olmadan önceki on yılı siyasî hayatın içinde geçirdi Tayyip Erdoğan; dört yıl İstanbul belediye başkanıydı... Belediye başkanlığı dâvâ konusu yapılan bir sözü yüzünden kısaldı, cezaevine de düştü... Bir medya patronunun ''pahalı'' bir arzusunu yerine getirmediği için yapılan manşetlik haberleri, dışarıda ''saygın'' biri gibi dolaşan yazarların, yöneticilerin, gerçeği bildikleri halde o patronun mesleklerini kötüye kullanmaya kalkışmasını engellemeyişlerini hatırlıyor olmasın Tayyip Bey?
Şöyle düşünün: Patron bir gün önce belediye başkanına (veya bakana veya başbakana) ulaşıp ondan bir şey istemiş... Ertesi gün gazetesi yaylım ateşe başlıyor... Siz o başkan, bakan veya başbakan olup da şöyle bir akıl yürütmez misiniz: Bu adam istediğini elde etmek için beni hedef haline getirmiş olmasın? İyi de, o yalan veya kasıtla abartılmış manşet-haberde bir muhabirin ismi var, o haberi manşete çıkarmaya karar veren yazı işleri masasının etrafında ünlü gazeteciler oturuyor, başlarında da bir yayın yönetmeni... Onlar niye patrona âlet oluyorlar?
Ben olsam düşünürüm... Düşünen herkes gazeteciliğe nefretle dolar, gazetecilere zerre kadar saygı duymaz... Bugün sosyal hayatın içinde bir süre bulunup da medyanın yalan ve kasıtlı haberleri yüzünden mağduriyet duygusu yaşamamış olan herhalde pek az kişi çıkar...
Yine de bir şey söyleyeyim mi size: Türkiye''de medya alanında köklü değişikliklerin arefesinde olduğumuzu hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim. Biraz daha gayret.
Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 11:26