İLGİNÇ ARAŞTIRMA: AKP LAİKLERİ 'ÖTEKİLEŞTİRDİ'
Açık Toplum Enstitüsü ve B.Ü desteğiyle yapılan araştırmaya göre, AKP iktidarı, cemaatlerin güçlenmesi gibi etkilerle laikler yalnızlaştırıldı. Mahalle baskısından uzak bir yaşam alanı kurmak oldukça zor. Sünni-Türkler diğer kesimlerin taleplerine duyarsız İslami kesimin şikâyetleri azaldı, laik kesimin şikâyetleri arttı. Artık, cuma namazına giden, başı açık olan eşlerin örtündüklerini, hacca-umreye gitmenin ya da iftar daveti vermenin ‘moda’ olduğu, oruçlu olunmasa bile oruçluymuş gibi davranıldığı yeni bir tip belirdi...
Türkiye’de din, muhafazakârlık ve toplumsal baskı arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla yapılan bir araştırmaya göre, AKP iktidarının kadrolaşması, dini cemaatlerin ekonomik gücü ve yaygın örgütlenmesinin sonucu, laikler yalnızlaştırılıyor, ötekileştiriliyor ya da iktidar kaynaklı baskıya maruz bırakılıyor.
Açık Toplum Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi’nin desteği ile sosyolog ve siyaset bilimci Şerif Mardin’in gündeme getirdiği “mahalle baskısı” kavramından yola çıkılarak, Türkiye’de din, muhafazakârlık ve toplumsal baskı arasındaki ilişki araştırıldı.
“Türkiye’de Farklı Olmak-Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” adlı araştırma, Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın sorumluluğunda yürütüldü.
Laiklerin şikayeti
Saha araştırmasına göre, AKP iktidarının kadrolaşması, dini cemaatlerin ekonomik gücü ve yaygın örgütlenmesi sonucunda laik kimliği olan kişiler yalnızlaştırılıyor, ötekileştiriliyor ya da iktidar kaynaklı baskıya maruz bırakılıyor.
1999’da kadar yapılan birçok ankette “laik” kesimin dindarları baskı altında tuttuğu yönündeki saptamalar, bugün tam tersi bir duruma işaret ediyor. 1999 yılında halkın yüzde 42’sinin “Türkiye’de dindar insanlara baskı yapıldığı” yönündeki kanısının, 2006’da yüzde 17’ye düştüğünün hatırlatıldığı araştırmada, bugün AKP iktidarıyla birlikte İslami kesimin şikayetlerinin azaldığına, laik kesimin şikâyetlerinde artış olduğuna dikkat çekiliyor.
AKP’de alt - üst farkı
Araştırmada, Türkiye’deki farklılıkların zenginlik olduğunu, kimsenin yaşamına ve tercihlerine karışılmaması gerektiğini sık sık dile getiren AKP’nin üst yönetimin bu söylemiyle, yerel yönetimlerdeki partililerin icraatları arasında kopukluk olduğu hatırlatılıyor. AKP üst yönetiminin bu durumu görmesinin Türkiye’deki siyasi gerginliğin çözülebilmesi için bir ön şart olduğu belirtiliyor.
Saçları uzun, küpeli, ya da renkli tişört, mini etek giydikleri için halkın baskısına maruz kalan gençlerden, sol kimlikli ya da Kürt üniversite öğrencilerine, laik kimlikli memurlara, Alevi ya da başı açık-kapalı kadınlardan lise öğrencilerine kadar, pek çok kişi ile yapılan mülakatlardan edinilen genel izlenim şöyle:
AKP iktidarıyla birlikte kamusal alanda yeni bir “prototip”in ortaya çıktı.
Önyargılar yeni değil
Araştırmacılar, toplumdaki önyargıların pek çoğunun yeni olduğunun iddia edilemeyeceğini belirtiyor ama, yeni durumu da şöyle ifade ediyor:
“Ancak, laik kimliktekilere karşı olan iktidar kaynaklı ayrımcılık ve baskı, eğitim alanında cemaatlerin faaliyetleri, laik kimliktekilerin ticari hayattan dışlanması ve içki yasağı gibi konular ile ramazan aylarında oruç tutmayanlara karşı sergilenen hoşgörüsüzlük, cuma namazına katılma ‘zorunluluğu’ v.b. toplumsal baskılar, eskiden var olmayan yeni bir ortamın mevcudiyetine de işaret ediyor.”
Araştırmacılar, bu yeni “prototip”in özelliklerini şu sözlerle anlatıyor:
“Mülakatlarda, esnafından, işadamından, memuruna kadar iş yaşamında yer alan çoğu kişinin, ‘Ben de sizdenim’ mesajını vermek üzere cuma namazına gitmeye, ya da kılıyor görünmek için kepenk kapatmaya başladığını, o tarihe kadar başı açık olan eşlerin örtündüklerini, selamlaşmanın ‘merhaba’ ya da ‘günaydın’dan ‘selamünaleyküm’e dönüştüğünü, içki içenlerin kamuya açık yerlerde içmekten imtina ettiklerini, hacca-umreye gitmenin ya da iftar daveti vermenin ‘moda’ olduğunu, ramazanda oruçlu olunmasa bile oruçluymuş gibi davranıldığını, işyerinde Zaman gazetesi bulundurmanın ya da dini cemaat toplantılarına katılmanın zorunlu hale geldiğini, laik ya da sol sendikalardan istifa edilip iktidar yanlısı sendikalara üye olunduğunu anlattılar.”
‘Örtünme baskısı’
Araştırmaya göre, toplumda zaten mevcut olan, farklı kimliklere karşı uygulanan baskı ve ayrımcılık, küçük kentlerde AKP tarafından atanmış kadroların icraatları ve cemaatlerin faaliyetleriyle birleşip Türkiye’nin geleceği hakkında kaygı veren bir ortam yaratıyor.
Algılama, kişinin değer dünyasıyla bağlantılı olduğundan kişiden kişiye farklılık gösterebiliyor. Örneğin, İstanbul’un anonim ortamında yaşayan ve bireysel tercihlerine nispeten karışılmayanların “baskı” olarak nitelendireceği konuların bir kısmı, Erzurumlularca baskı şeklinde algılanmıyor.
Liseli bir erkek öğrenci, başı açık kızları daha güzel buluyor, ancak, evlendiğinde karısının örtülü olmasını istiyordu. Kendi tercihiyle, yaşadığı toplumun normları arasındaki bu kopukluk, ona hiç de tuhaf gözükmüyor, toplumsal normların yaşamını yönetmesini “baskı” olarak algılamıyordu. “Sonuçta”, diyordu, “İnsan çevresine uyum sağlamalı.”
Liseli kızın durumu
Liseli bir genç kız okulu bitirdikten sonra, örtünmesi için ailesinin kendisine baskı yaptığından şikâyet edip, daha sonra sınıfında oruç tutmayan tek bir öğrenci olduğundan, sınıfça bu öğrenciye günaha girdiğini söylediklerinden, bir iki gün sonra onun da oruç tutmaya başladığından gururla söz ediyor.
Liseli kız, ‘baskı’ unsurunu dünyasının sınırları içinde algılıyor, anlattığı her iki olayın da aynı “baskı” kategorisine dahil edilebileceğini fark edemiyordu.
Araştırmayı kimler ve nasıl yaptı?
“Türkiye’de Farklı Olmak-Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” adlı araştırma, Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın sorumluluğunda yürütüldü. Gazeteciler İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener de araştırmayı gerçekleştirdi.
Araştırmaya, Açık Toplum Enstitüsü Direktörü Hakan Altınay, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Yeşim Arat ve Prof. Dr. Hakan Yılmaz, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel de katkı sağladı.
Araştırma, Aralık 2007-Temmuz 2008 tarihleri arasında Erzurum, Kayseri, Konya, Malatya, Sivas, Batman, Trabzon, Denizli, Aydın, Eskişehir, Adapazarı (Sakarya) ve Balıkesir olmak üzere 12 Anadolu kenti ile büyük göç alan İstanbul Sultanbeyli ve Bağcılar ilçelerinde yüz yüze mülakat yöntemiyle yapıldı.
Her ilde 3-4 gün süreyle 265’i erkek, 136’sı kadın olmak üzere toplam 401 kişi ile görüşüldü.
‘Çevre baskısından uzak yaşamak zor’
Araştırmaya göre, konu olan kentlerin çoğunda farklı bir kimlikle yaşamak, herkes gibi olmak yerine bireysel yeteneklerin ve tahayyüllerin ön plana çıkabileceği kişisel bir vaha yaratmak, çevre baskısından uzak bir yaşam alanı kurmak oldukça zor.
Sünni-Türk çoğunluğu da diğer tüm kesimlerin hak taleplerine duyarsız kalıyor. Daha da önemlisi, bireyin kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramadan devletin sunduğu istihdam ve hizmet olanaklarından eşit yararlandığı bir yapı mevcut değil.
Anadolu kentlerinde dinlenen hikayeler, tüm vatandaşlarına eşit mesafede duran ve eşit hizmet götüren bir “legal-rasyonel otorite” eksikliğinin, bireyi iktidarlara ve iktidarlara yakın duran örgütlenmelere bağımlı kıldığını gösteriyor. Kamusal alan, iktidar partisinin ve iktidarı destekleyen örgütlenmelerin kendi menfaatlerine göre şekillendirildiği bir ortama dönüşüyor.
Birey, iktidar odaklarına eklemlenmeyi tercih etmek zorunda kalıyor.
Gülen cemaati için ne düşünüyorlar?
Araştırmacılar, mülakat yaptıkları kişilerin, araştırma alanına girmediği halde, Fethullah Gülen cemaatinin okul, mahalle ve bürokraside etkinliğinden söz ettiklerini belirtti.
Mülakat yapılanların şöyle devam ediyor: “Kentlerdeki kanaat önderleri ve medya kurumları tarafından benimsenen ‘demokrat ve ılımlı’ tavrının, tabanda yerini taşralı muhafazakâr, baskıcı ve ayrımcı kişiliklere bıraktığı, bu kişilerin taşradaki faaliyetlerinin Anadolu kentlerinde zaten mevcut olan baskıcı muhafazakârlığı daha da derinleştirdiği kanısındayız.”
Araştırmacılar, şu görüşleri ileri sürüyor: “Diğer tüm örgütlerin tabi olduğu saydamlık ilkelerinin, bu oluşuma da uygulanması gerektiği kanısındayız.
Fethullah Gülen cemaatinin, kamu yönetimi açısından sorunlu gördüğümüz bir diğer yönü, eğitim alanındaki faaliyetleri. Cemaate ait dershane, yurt ve ‘Işık Evleri’nin ilkokuldan başlayarak tüm eğitim kademelerindeki öğrencileri, kendi dünya görüşü doğrultusunda şekillendirmesinin de hiçbir denetime tabi tutulmaması kabul edilebilir değildir.”
2006’da ‘Laiklere baskı yok’ % 83 çıktı
TESEV desteği ile 2006 yılında Prof. Binnaz Toprak ve Doç. Dr. Ali Çarkoğlu, “Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” başlıklı bir rapor hazırlamıştı. Buna göre, Türkiye’de şeriat düzeni isteyenlerin sayısı azalırken, laikliğin tehdit altında olmadığını düşünenlerin sayısının arttığı belirtilmişti.
Prof. Toprak’ın araştırmasında, 1999 yılında, “Türkiye’de şeriata dayalı bir din devleti ister miydiniz?” sorusuna “Evet” yanıtını verenlerin oranı yüzde 21 iken, bu rakam 2006 yılında yüzde 9’a gerilemişti.
Aynı dönemde, “Türkiye’de son 10-15 yıl içinde köktendinciliğin yükseldiği görüşüne katılıyor musunuz?” sorusuna “Hayır” diyenlerin oranı ise yüzde 61.3 olarak belirlenmişti.
Araştırmaya göre, 1999’da Türkiye’de dindar insanlara baskı yapıldığını düşünenlerin oranı yüzde 42.4 iken, bu oran 2006 yılında yüzde 17’ye gerilemişti.
Araştırmaya katılanların yüzde 83’ü ise Türkiye’de dindar çevrelerin laik çevrelere baskı yapmadığı görüşünde birleşmişti.
Araştırma, Türkiye’de türban, başörtüsü veya çarşaf kullananların sayısında da bir azalma olduğunu ortaya koymuştu.
‘Alevilere iş verilmiyor’
Araştırmacılar, sonuç ve öneri bölümünde, “Ortaya çıkan bu tablonun çoğulcu demokrasi kriterleri açısından vahim olduğu kanısındayız” görüşünü dile getiriyorlar.
Araştırmada, gidilen kentlerde Alevilerin ve Romanların, belediyelerin kendilerine iş vermediğinden ve yoğun yaşadıkları bölgeye hizmet götürülmemesinden şikayetçi oldukları belirtiliyor.
Alevilerin, çocuklarına okullarda kimliklerini söylememelerini tembihlemeleri, Alevi oldukları anlaşılmasın diye ramazanda oruç tutmaları gibi olgular nedeniyle araştırmacılar, Türkiye’de özellikle kadınlar ve Aleviler için pozitif ayrımcılık ilkelerinin benimsenmesinin üzerinde duruyor.
Ombudsman kurumu
Araştırmadan çıkan bir başka sonuç şöyle: Anadolu kentleri, bireyselliğe pek yer bırakmayan, kadın-erkek herkesin konformizme zorlandığı bir toplumsal yapıyı barındırıyor.
Hem bu araştırmadan hem de daha önce yürütülmüş çalışmalardan çıkan sonuç; Sünni-Türk çoğunluğun diğer tüm kesimlerin hak taleplerine duyarsız kaldığı yönünde.
Dolayısıyla, ombudsman kurumunun oluşturulmasını, bu kurumun her yıl rapor yayınlamasını ve şikayetleri ve bu şikayetler konusunda ne yapıldığının kamuoyu ile paylaşılması gerekliliğinin üzerinde duruluyor.
(MİLLİYET)