KATİLİ DIŞARIDA ŞOV YAPIYOR... ABDİ İPEKÇİ'YE HÜZÜNLÜ ANMA
İpekçi'nin kızına gönderdiği mektuplar onun özgürlük temelli hayat felsefesini ise gözler önüne seriyor. İşte o mektuplar ve arkadaşlarının gözüyle Abdi İpekçi...
Milliyet gazetesinde Önay Yılmaz / Serhat Oğuz imzasıyla yayımlanan haber şöyle:
BAŞLARKEN
Abdi Bey ekolü
Çalışkanlık, dürüstlük, objektiflik, uzlaşmacılık, mükemmeliyetçilik, doğruluk, güvenilirlik, saygınlık, etik kurallara sıkı sıkıya bağlılık... Ve devrim niteliğinde getirdiği yenilikler..
Abdi İpekçi gazeteciliği denince dönemin tanıkları ve yakın çalışma arkadaşları tartışmasız bir şekilde bu kavramlar üzerinde birleşiyor.
Basına ilkeli gazeteciliği, başka bir deyimle “Abdi Bey ekolü”nü getiren isimdi Abdi İpekçi.
Her zaman mükemmeli arayan, kendisiyle yarışan, ismiyle gazetesinin bile bir adım önünde olan Abdi İpekçi, çalışanların gözünde sadece bir genel yayın müdürü değil, babacan bir aile reisi gibiydi aynı zamanda. Patronuyla çok yakındı, ama hakları söz konusu olduğunda daima çalışanların yanındaydı.
Gazetesinin baş sayfasında Türkiye’nin “durum”unu ortaya koyardı. Sadece şikâyet etmez, eleştirmez, aynı zamanda siyasilerle, her alandan uzmanlarla da görüşerek sorunlara çözüm önerileri getirmeye çalışırdı. Araştırmacı gazeteciliğini sorumlu gazetecilikle pekiştirmişti.
Ünü yurtdışına taşmış, sayılan sevilen bir isimdi Abdi İpekçi. İşte Türkiye ve Türk basını, 1979 Şubat’ında böyle bir ismi teröre kurban verdi. Aradan 31 yıl geçti. Abdi İpekçi’nin ölümündeki esrar perdesi hâlâ tam olarak aydınlatılamadı.
Bu dizide onunla birlikte çalışma şansını yakalayanlar Abdi İpekçi’yi anlatacak. Ama, en önemlisi, İpekçi, kızı Nükhet İpekçi’ye yazdığı satırlarla kendini anlatacak.
Yıl 1979, aylardan şubat. İstanbul’da, ülkenin dört bir yanında olduğu gibi kan gövdeyi götürüyordu. Toplum, sağ ve sol diye ikiye ayrılmıştı. İşte böylesine karanlık, sisli, kaotik bir ortamda bir gazeteci, yılmadan gazetesinde ve köşesinde, akan kanın durması için siyasetçileri, gençleri, güvenlik kuvvetlerini, toplumdaki hemen herkesi, uzlaşmaya, barışa çağırıyordu. Ama, sesini yeteri kadar duyuramıyordu.
Onun sorumlu gazeteciliğinden ve bu çağrılarından birileri rahatsız olmuştu. O, bu çağrıları yaparken, o birileri de hakkında infaz kararını çoktan vermişti.
1 Şubat 1979’da gazetecilikte etik ağırlıklı kendine özgü bir ekol olan Abdi İpekçi, kurşunlara hedef olmuştu. Türkiye bu kurşunla karanlık günlere savrulmuştu.
Yalman beğenmedi
Abdi İpekçi, daha küçük yaşlarda gazeteciliği kafasına koymuştu. 20 yaşındayken amcası Fahir İpekçi, yakın dostu dönemin ünlü gazetecisi Ahmet Emin Yalman’dan onun için bir randevu aldı. Amca ve yeğeni, Yalman’ın odasına girdiklerinde, kurt gazeteci o günkü gazeteleri okuyordu. Amca söze başladı.
“Ahmet Emin Bey, Abdi benim yeğenimdir. Gazeteci olacağım diye tutturdu. Galatasaray’ı bitirdi, hukuk fakültesine gidiyor. Sana teslim ediyorum...”
Yalman, “Tamam, başlasın bakalım” dedi. Ancak, Abdi İpekçi Vatan’da umduğunu bulamayarak 15 gün kadar sonra ayrılmak zorunda kaldı. Ahmet Emin Yalman, Fahir İpekçi’ye haber gönderdi:
“Al bu çocuğu buradan Fahirciğim. Bir gazetecide olması gereken üreticilik yok. Gazeteci olmaz bundan, siz bunu tüccar yapın.”
Ama, bu sözler onu caydırmamış, tam tersine kamçılamıştı.
Beyoğlu muhabiri oldu
Üniversitede hukuk okuyordu ama gazetecilik tutkusu peşini bırakmıyordu. Yeni Sabah gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Murat Sertoğlu, yakın arkadaşı İzzet Sedes’in ablasıyla evliydi. Aradığı fırsat karşısına çıkmıştı. Arkadaşı, eniştesiyle konuşmuş bir randevu koparmayı başarmıştı. Abdi İpekçi, Yeni Sabah gazetesinin istihbarat servisinde göreve başladı.
Genç gazeteci, dil bildiği için yeni görevi Beyoğlu muhabirliğiydi. Öğleden sonraları büyük otelleri dolaşıyor, oradaki görevlilerle arkadaşlık kurarak onlardan bilgi alıyordu. Bu arada muhabirliğin yanı sıra, yazı işlerine de yardım ediyor, spor için de yazı yazıyor, karikatürler çiziyordu.
Y. İstanbul-İstanbul Ekspres
Abdi İpekçi artık yeni arayışlar peşindeydi. Bir süre sonra “Yeni İstanbul” gazetesine geçti. İç haberleri toparlama görevi verilmişti. Daha sonra Mithat Perin ayrılmış, kendi adına bir gazeteye kurmaya karar vermişti. Abdi İpekçi de Perin’in yeni kuracağı gazetede çalışmak istediği kişiler listesinin ilk sırasındaydı. Abdi İpekçi, Perin’in yazı işleri müdürlüğü önerisini hemen kabul etti.
İlk çağırdığı arkadaşı da Sami Kohen’di. Yeni İstanbul’un çekirdeğini oluşturan genç kadro Mithat Perin’in kuracağı İstanbul Ekspres’e geçti. Bu kadro kısa zamanda büyük gazetelerin korkulu rüyası olmuştu.
Abdi İpekçi, Milliyet’e genel yayın müdürü olduktan sonra gazete daha canlı ve daha etkin bir habercilik yapmaya başladı.
Sami Kohen:
Gelişmiş gazeteciliğin Türkiye temsilcisiydi
“Abdi ile beraberliğimiz 1950’de, Yeni İstanbul gazetesinde başlar. Sonra Milliyet’e geçtik, ölümüne kadar beraber çalıştık. Abdi’nin gazetecilik anlayışı, o zamana göre çok farklı ve moderndi. Gelişmiş bir gazetecilik türünün adeta Türkiye temsilciliğini yaptı.
Dışa çok açıktı, Avrupa, Amerika gazetelerini çok yakından izlerdi. Getirdiği birtakım yenilikler vardı. 1954’te Milliyet’in ilk sayıları o günün gazeteleri ile mukayese edildiğinde çok farklıydı. Daha Batılı bir gazeteydi. Halka hitap eden fakat halka entelektüel düzeyde de bir şeyler vermeye çalışan bir gazete. Popüler ama popülist değil.
‘Sansasyon yapmazdı’
Okuyucunun çok hoşuna gidecek diye çıplak kadın fotoğrafı vermek veya sansasyon yapmak, prensiplerinin dışındaydı. Dünyadaki gelişmeleri çok yakından izlerdi, bazen de kendi bizzat izlemeye giderdi. Allende döneminde Şili’ye gitmesi gibi. Kara Afrika röportajları kitap oldu. Bugün komşularla sıfır sorun konuşuluyor. O zamanlar öyle bir şey yoktu ama o düşünce olarak komşularla iyi geçinmek gerektiğine inanıyordu, pasifistti, barışçıydı.
Yunanistan’la da Türkiye’nin uzlaşması gerektiğini her zaman savunurdu. Ayrıca Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ikinci başkanlığına seçilmişti ve çok aktif bir rol oynamıştı. Son yıllarında IPI çerçevesinde, Türk ve Yunan gazetecilerini bir araya getirmeye çalışmıştı. Sağladı da.
Öldürüldüğü ay Yunan gazeteciler gelecekti Türkiye’ye. Bunun için, öldürüldüğü gün Ankara’da görüşmeler yapmıştı. Daha sonra Abdi’nin en büyük mirası budur dedik. Programı aynen uyguladık.”
Nail Güreli
Abdi İpekçi gazeteciliği salt gazeteciliktir
Abdi İpekçi gazeteciliği kavramı, ne zaman gündeme oturdu? Abdi İpekçi’nin öldürülüşünden 20 yıl sonra, 2000’lerde... Abdi İpekçi gazeteciliği ne zaman tartışılır oldu? Öldürülüşünden 30 yıl sonra.
Abdi İpekçi, gazetecilik yaparken böyle bir kavram yoktu, salt gazetecilik vardı.
Bugün, Abdi İpekçi gazeteciliği devrinin kapandığı söylenebiliyorsa, bu, o salt gazeteciliğin yozlaşmalara karşı direnen gücünün göstergesidir. Günümüzün teknolojik gelişmeleriyle, içerikte yaşanan değişimlere bakılarak, Abdi İpekçi gazeteciliği dönemi ‘eskimiş’ bulunuyorsa, küçümseniyorsa, bu evrim teorisine aykırı bir yaklaşım sayılabilir. Çünkü, Abdi İpekçi’nin 60 yıl önce, basına getirdiği yenileşme hareketi, geleceğe yönelik sonsuz bir ufuk açmıştır.
‘Barıştan yanaydı’
Bugün Abdi İpekçi olsaydı, toplumun (yapay değil, gerçek) yeni ilgi alanlarını bulur, basına yeni kanallar açardı. Gazetecilikte bir de madalyonun öteki yüzü var. Haberin, yorumun, gazeteciliğin namusu... Gazeteciliğin etik kuralları, gelenek ve görenekleri.
Basın ahlak yasası onun öncülüğünde oluşturuldu. Gazeteciliğin, yani Abdi İpekçi gazeteciliğinin şiddetten değil, barıştan yana olması ilkesini yok saymak, Abdi İpekçi gazeteciliğini redde gerekçe olmamalı. Abdi İpekçi’nin teorik değil, pratik öğretilerinden birkaçı: ‘Gerçeği saklamamak, eksik bırakmamak, çarpıtmamak. Kişilik haklarına ve yanıt hakkına saygılı olmak.’
Bugün Abdi İpekçi gazeteciliği yapılabilir mi? Elbet, yapılabilir; yeter ki, salt gazetecilik yapmak isteyen gençler belirleyici olabilsin.
Nükhet İpekçi
Kızına yazılmış özgürlük mektupları
Abdi İpekçi’nin basında neden bu kadar kalıcı bir iz bıraktığı ve aynı zamanda neden bazı kesimlerin hedefi haline geldiği ise, kendisinin kızına yazdığı mektuptaki satırlarda gizli. Kızı Nükhet İpekçi, babasını en iyi, kendisine gönderdiği mektuplardaki satırların yansıttığını şöyle anlatıyor:
“Babamın iki derin ailesi olduğunu artık iyice ortaya çıkarmış bulunuyorum. Eğer bir aile kavramı oluşturulacaksa, Abdi İpekçi’nin ailesinin, Galatasaray Lisesi ile Milliyet gazetesi olduğunu söylemeliyim. Bu durumda, Milliyet gazetesini ben de hep ailem gibi hissettim. Anı ve biyografi anlatımlarında gördüğüm büyük yanlışlardan dolayı kendim de aynı tuzaklara düşmeme derdiyle, babamı kendi ağzından iletebilmek için bana yazdığı mektuplara başvurmak istedim.
1976 yılında, liseyi bitirip Paris’e okumaya gitmiştim. Uzaktaydım ama Türkiye’yi konuşan Türk öğrencilerin arasındaydım, babamı onlar benden daha mı iyi tanıyorlardı, yoksa ben mi tam tanımıyordum? Anlayamıyordum. Onlar Milliyet’i eleştiriyorlardı, ben kendimi yetersiz hissediyordum; ona mektupla bazı sorular sormuştum. Galiba, o zamandan başlamıştı Abdi İpekçi’yi anlayamayanlara, kendi önyargıları, kalıp düşünceleri merceğinden bakanlara, aslında onun nasıl biri olduğunu anlatma hikâyem. Çünkü, ben onu çok iyi tanıyordum. Bambaşka biri olarak yansıtılmasına katlanamıyordum. Sizin de bu mektuplardaki satırların ışığında onu gerçek haliyle tanıyabilmenizi dilerim.”
Kendi sözleriyle İpekçi:
- “Benim inançlarımın temelinde ‘özgürlükçülük’ var. Özgürlüğe, yalnız insanın en kutsal, en doğal bir hakkı olduğu için inanmıyorum. Özgürlüğün aynı zamanda gerçeklerin araştırılıp bulunmasında vazgeçilmez bir amaç olduğunu düşünüyorum. Yanılmıyorsam, Ziya Paşa söylemiş, ‘Barika-ı hakikat müsademe-i efkârdan doğar’ (Gerçeğin ışığı fikirlerin çatışmasından doğar)
İşte, ben, insanların özgür olmalarını, düşüncelerini, inançlarını, görüşlerini hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce açıklayabilmelerini istiyorum. Bu özgürlüğü, yalnız kendi doğrultumdaki kimseler için değil, karşıtlarım için de savunmak gereğine inanıyorum. Gazeteci olarak bu konuda bana büyük bir görev ve sorumluluk düştüğünü biliyorum ve o görevi yerine getirmek istiyorum.
‘İki yandan suçlandım’
- Gazetenin yönetiminde tutumum, inançlarım doğrultusunda oldu. Solcu olmayan, solcular tarafından beğenilmeyen kimselerin de yazılarının yayımlanmasını engellemedim. Haberlerde de aynı politikayı güttüm. Sola karşı çıkanların demeçlerine ambargo koymadım. İşte bu tutumum, beni kendilerinden sayan solcuları deli etti. Bu davranışımı hiç anlamadılar, hiç onaylamadılar ve beni döneklikle, kaypaklıkla suçladılar.
Tabii bununla yetinmeyip çok daha ağır isnatlarda bulundular. Hâlâ da bulunuyorlar. Tıpkı sağdaki fanatiklerin yaptıkları gibi. Zaten, sağda ya da solda körü körüne angaje olmamış her gerçek aydının kaderi budur: Her iki yandan gelen suçlamalara hedef olmak...
‘Özgürlüğe bağlıyım’
- İnançlarımın temelinde özgürlük var. Her şeyden önce bu ilkeye bağlıyım. Karşıtlarım dahil herkesin özgürlüğünü savunmayı ödev biliyorum. Bu özgürlüğün kötüye kullanılmasına, örneğin kendi görüşlerini başkasına zorla, baskıyla empoze etme özgürlüğüne dönüştürülmesine, hele bunun için şiddet yöntemlerine başvurulmasına da kesinlikle karşıyım. (Çektiğim hücumların ve düşmanlıkların önemli bir bölümü de bu karşı çıkışlarımdan doğmuştur.)
- Milliyet haber görevini yerine getirirken bazı şeyleri saklamayı ve değiştirmeyi düşünmez. Bu konuda alınmış bir kararı yoktur. Aksine, benim Milliyet’te çalışanlardan isteğim daima gerçekleri olduğu gibi yazmalarıdır. Haber dışındaki yayınlarımızda da temel inancım olan özgürlük doğrultusunda davranmaya, her görüşe açıklama olanağı sağlamaya çalışıyoruz.”