MÜSTEHCEN NAMAZ
Hepimiz bal gibi biliyoruz ki küçücük kız çocuklarına kara çarşaf giydiren, kızların okula gönderilmesini günah sayan, töre cinayetlerinde kızların öldürülmesine icazet veren "halk" tarikatlarının kimse bu kadar üzerine gitmiyor.
Hatırlarsınız herhalde, eğitim yılının başında, kızlarını okula değil yatılı Kuran kursuna gönderen, tarikat mensubu babaların nasıl gönlünü yapmaya çalışıyordu eğitim görevlileri ve gönüllüleri. Bin bir rica, bin bir alttan alma... Güçlünün kim olduğu çok belliydi.
Sıra "halk" tarikatlarına gelince, bal gibi biliyor herkes, Türkiye'nin her yerinden, yüzlerce otobüse doluşup insanlar, Adıyaman'daki şeyhlerinin ayağını öpmeye gidiyor.
Devasa ekonomik ağlar oluşuyor ve insanlar evlenmekten araba almaya kadar bütün kararlarda şeyhlerinin rızasını alıyor.
Şeyhin yoksa...
Bu tarikatlar ve şeyhler ya da daha zararsızlaştırılmış adlarıyla "hocalar", dev ekonomik ve sosyal ağları yönetiyor. Bu ülkede giderek daha büyük bir çoğunluk böyle yaşıyor. Muhafazakârlaştırılmış Türkiye'de artık herkesin bir şeyhe bağlanması normalleşiyor.
Yani bu yazıyı okuyan sen kardeşim, bir şeyhin yoksa pek normal sayılmazsın. Normal olmadığın için "halktan" da sayılmazsın. Bu da seni otomatik olarak "sosyete" yapabilir.
Başı açıksa sosyete!
Nicedir böyle bu. Bugün Türkiye'de AKP'yi de iktidara taşıyan "Müslüman olduğumuz için mağduruz" söylemi artık yeni bir biçim kazanıyor. Artık dindar olmak, sınıfsal bir aidiyet olarak da görünüyor, gösteriliyor. Siyasal İslam, kendi saflarını sınıfsal bir tepkiyle beslemeye başlıyor. Siyasal İslam-laisizm çatışması giderek daha sınıfsal bir düzlemde ifade buluyor. Başı açık kadınlar "sosyetik" oluyor böylece, sıradan olandan birazcık farklı olan adamlar "entel", Kuran kursuna gitmeyen çocuklar "zengin çocuğu".
Artık siyasal İslamın mevzilerinde, insanların ta içlerinde din, halkın kimliği; onlar gibi dindar olmamak da "halk düşmanlığı" sayılıyor. İş, giderek daha keskin bir biçimde buraya varıyor.
Basın da başı açık namaz kılanları "sosyete tarikatı" olarak adlandırıyor, çünkü sözünü ettiğim "halk", başı açık namaz kılan kadınları ve kocalarını "sosyete" olarak görüyor. Üstelik bu ülkede tarikatların çoğu parayla oynarken asıl ve mağdur "halk" her nasılsa onlar oluyor. Siz, çoğundan az kazanırken, herhangi bir esnaf cemaatine dahil değilken "sosyete" oluyorsunuz misal.
"Öteki" biziz artık. Tarikatçılar kadar "dünyalığımız" olmamasına rağmen "üst sınıf" biziz.
Kadının orası burası
ATV'de Ali Kırca, son derece isabetle, iki keredir canlı yayın yapıyor konuyla ilgili. Zekeriya Beyaz, Bayan Hatemi ve İstanbul Müftüsü ile konuşuyor birinde, diğerinde Yaşar Nuri Öztürk'le.
Konu giderek kadınların oraları buralarına bağlanıyor. Hatta Bayan Hatemi başı açık ve erkeklerle birlikte namaz kılma suçunun cezasız kalmayacağını büyük bir iştahla vurguluyor, kâfirlerin hapse gireceğini heyecanla söylüyor.
Öztürk ise "İslamın Hıristiyanlaştırılması" olarak görüyor hadiseyi. Başka biri kadınlarla erkeklerin namaz esnasında birbirine değmesinin "akla bin bir türlü şey getireceğini" anlatıyor.
Ben inanmadığım için bilemem ama insan ibadet ederken o kadar müstehcen hisler içinde midir? Bir erkek bir kadını kardeşi, din kardeşi olarak göremez mi hiç? Kadınlar kesintisiz olarak müstehcen varlıklar mıdır Müslüman erkeklerin gözünde? Kadının erkekle eşit koşullarda ibadet etmesi Hıristiyanlaştırma mı olur? İslam bu kadar "üniformalı" bir din midir? Kadınların erkeklerle eşit tapınmaları tanrıyı mı yoksa aslında cemaatin önünde saf tutmaya alışık erkekleri mi sinirlendirir? Tanrının oğlan çocukları ayrıcalıklarının ellerinden alınmasına mı gıcık olmaktadırlar aslında?
Bir düşünsünler bakalım. Az düşünsünler...
<ı>[email protected]ı>