Nur-u Muhammedi (5)... Türklerin Ye'cuc Me'cuc ile kanlı savaşı
NUR-U MUHAMMEDİ (5)
TÜRKLERİN YE’CUC ME’CUC İLE KANLI SAVAŞI
Nuh Aleyhisselam adı bilinmeyen başka bir hanımı daha vardı.
Nur-u Muhammedi, “Pak hatunlardan gelir”ahdi gereği, bu mübarek nur; Nuh Aleyhisselam’ın iman etmeyip boğulan hanımından değil iman eden hanımından yürüdü.
Yine iman etmeyip boğulan oğlu Kenan’da o hanımındandı.
İmanlı hanımından 3 evladı doğdu.
Sâm, Hâm ve Yâfes.
Hazret-i Nûh’un 500 yaşını geçmesinden sonra doğan oğlu Sâm tûfanda diğer kardeşleri gibi eşiyle birlikte gemiye binmiş
Bu üçüde hanımları ve çocuklarıyla birlikte tufan öncesi gemiye bindi. Üçü de imanlı idi.
Bütün insan ırkı bu üç çocuktan türedi.
Sâmdan;Arab, Fars ve Rumlar..
Hâmdan; Hindistân, Habeş ve Afrika halkı,
Yâfesden; Asyalılar ve Türkler meydâna geldi. Çin, Rus,ve Slavlar Yâfes’in soyundandır. O zamanlar karalar birleşik idi arada okyanus yoktu. Bir kısmı Bering boğazından Amerika'ya da geçip yerleşti..
Amerikan yerlileri ve Güney Amerikalılar bu koldan gelir.
Yâfes’in binlerle torunu, Asya'ya ve o zemân Mevcud olan kara yolları ile, okyanus adalarına yayıldılar.
Kur’ân-ı Kerîm’de Sâm’dan bahsedilmez. Bir hadiste Sâm Araplar’ın, Hâm Habeşler’in, atası olarak geçmekte..
Acemlerin Sâm’dan olduğu rivayeti vardır.
Başka bir rivayete göre;
Geminin içinde uyuyamayan Nûh Aleyhisselam dışarı çıkıp Sâm’ın göğsüne yaslanarak uyur. Rüzgâr onun örtüsünü uçurur ve Hazret-i Nûh aleyhisselam, çıplak kalır.
Bunun üzerine Sâm ile Yâfes babalarının üstünü örterler, Hâm ise yüksek sesle güler ve babasını uyandırır.
Nûh Aleyhisselam uyanınca şöyle der: “Sâm’ın neslinden peygamberler, Yâfes’in neslinden krallar ve kahramanlar, Hâm’ın neslinden de siyah köleler çıkacaktır.”
Hazret-i Nûh aleyhisselam Yüce Hak’dan gelen ferman üzere; tûfan sonrası yeryüzünü oğulları arasında paylaştırınca;
Türkler’in atası olan Yâfes’e Kuzey ülkelerini ve Kuzey diyarını verdi.
Yâfes’in soyundan gelenler kızıl ve kumral tenlidir
Hâm’ın soyundan gelenler Yâfes’in zürriyetiyle evlendiler.
Hâm’ın oğlu Kûş’un neslinden Habeşliler, Hint ve Sind halkı ile Kıptîler meydana gelir.
Mısırlılar, Sudanlılar, Habeşler, Berberîler vb. Afrika kavimleri Hâm’dan türemiştir.
Şimdi yeri gelmişken; “Türklerin atası kimdi?” sorusuna..
Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes mü’min idi.
Evlâdı çoğalınca, onlara reîs olmuşdu.
Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi, Allahü teâlâya ibâdet ediyordu.
Yafes’in başka bir oğlu Çin tarafına giderken, başka bir oğlu henüz ayrılmamış olan Bering Boğazı’ndan geçerek Amerika kıtasına gitti.
Bunların çoğalınca bir kısmı Kuzey Amerika’dan ayrılıp Güney Amerika’ya gitti.
Yâfes nehirden geçerken boğulunca, TÜRK ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu.
Türk; aile ve akrabalarıyla birlikte Orta Asya’ya yerleşti
Bunun evlâdı çoğaldı.
Nuh Aleyhissilam’ın torunu Türk’ün kabilesine Türkler denildi.
Bu Türkler, ecdâdı gibi, Müslimân, sabrlı, çalışkan insanlardı. Bunlar zamanla çoğalarak Asya'ya yayıldı.
Sonradan başlarına geçen ba’zı zâlim hükümdârlar, semâvî dîni bozarak, puta tapdırmağa başladılar.
Bu Türkler arasında bazıları; Büyük büyük dedeleri Yâfesin dînini ve nasîhatlerini unutarak, yıldızlara, güneşe, heykellere tapınmağa başladılar. Çeşid çeşid yollara ayrıldılar.
Böyle, uydurulan, meydâna çıkan sapık yollardan biri, Şâmânîlikdir.
Avrupalıların Chamanisme dediği bu bozuk yol, vakti ile doğu Asya'da kâfirlerin uydurduğu bir din olup, bugün Sibiryadaki ve Okyânus adalarındaki vahşîler arasında yayılmış hâldedir. Bunlar, güneşde bulunuyor dedikleri bir tanrıya ve cinne ve meleklere tapınır.
En büyüğüne şeytân derler.
Şâmân dedikleri papasları bir at kuyruğu takar.
Güyâ cinni kovmak için boyunlarına bir davul asarlar. Bu davulu ara sıra çalarlar.
Sihr, ya’nî büyücülük, bunlarda kerâmet sayılır.
Bu da, Berehmen ve Buda dinleri gibi, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” getirdiği hak dinlerin, asrlar boyunca, câhiller, zâlimler tarafından bozulması, değişdirilmesi ile meydâna gelmiş
Bunlardan, bugün Sibiryada yaşayan Yâkutlar, hâlâ puta tapmakdadır.
Türklerin Ye’cûc ve Me’cûc ile savaşı
Orta Asya’ya yerleşen Yâfes’in küçük oğlu Türk’ün torunlarının da torunları; (Ne kadar zaman geçtiğini Allahü teala’dan başkasının bilmediği bir zamanda) azgın ve korkunç bir kavmin saldırısına uğradı.
Ye’cûc ve Me’cûc denilen bu mahlukat, Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundandır.
Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır.
Bunlar eşi görülmedik bir şekilde vahşi idi.. Ne bulurlarsa parçalıyorlardı.. İnsan ve hayvan her şeyi paramparça edip yiyorlardı.
Türkler bunlarla uzun süre savaştı. Kırıp geçirdi ama bir türlü bitmek bilmiyorlardı.
Her birinin bin çocuğu olurdu. Cin ve insanların adetlerinin onda dokuzu ye’cûc ve Me’cûcdur. (Seadeti Ebeddiye)
O zamanlar dünyanın fatihi ve meliki Zülkarneyn Aleyhisselamdı.
Peygamber veyâ Evliyâdandır.
Doğuya ve batıya gitdiği için Zülkarneyn denildi. Yâfes soyundan idi. Hızır “aleyhisselâm” bunun kumandanlarından idi ve teyzesinin oğlu idi.
Kur’ân-ı kerîmde; ismi ve kıssası, doğuya ve batıya seferleri zikr edilmiştir.
Kur’ân-ı kerîmin Kehf sûresi 83-98. ayet-i kerimelerinde Zülkarneyn aleyhisselamla ilgili mealen şu haberler verilmektedir.
- Ey Muhammed! Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan bir anı okuyacağım.
Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına ulaşabileceği) bir yol verdik.
O da (Batı’ya gitmek istedi ve) bir yol tuttu.
Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
Zülkarneyn, “Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu.
Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.(Oradaki Türkler)
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
“Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.
O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.
DERLEYEN : METİN ÖZER