Gündem
  • 30.1.2008 12:39

ÖCALAN SIRRI SAKIK’I NEDEN SEVMEZ?

”Bunu en iyi anlayanların başında da DTP milletvekili Sırrı Sakık’ın abisi Şemdin Sakık gelir. Bir savunmasında kendisini PKK’nin ikinci adamı olarak gösteren savcıya demişti ki, ‘Doğu’da siyaset dünyasında ikinci adamlara yer yoktur, ancak dalkavuklara ve uşaklara yer olur.’ Bu gerçekten böyledir!”

* İlk günkü konuşmamızda, ’Aysel Tuğluk’un rehine operasyonuna gitmeme gibi bir şansı yoktu. Gitmemek demek, o siyasetle bağlarının kopması, emre itaatsizlik demekti’ demiştiniz. Kopmak, PKK ile kopmak anlamına mı geliyor?

DTP’den kopmak.... Tabii dolayısıyla PKK’den de kopmak demek. Çünkü onlar PKK’nin yarattığı bir siyasi alan üzerinde hareket ediyorlar. Yani öyle kendi başınıza çıkıp da, ’Ben böyle yapacağım’ diyemezsiniz. Orta yerde PKK’nin yarattığı bir siyasi alan ve kitle var. Yoksa kendi başlarına üç oy bile alamazlardı. Bu insanların hangisinin o bölgede bir siyasi ağırlığı var ki? Bakın aday listelerine; kim, nereden aday olmuş? 

İstisnalar yok mu?

Var tabii... Sırrı Sakık 2002 seçimlerinde Muş’- tan bağımsız adaydı, bana göre hiç de küçümsenmeyecek ve yoğun bir PKK baskısına rağmen 4 bin civarında oy almıştı. Muş, onun memleketidir çünkü. Ahmet Türk’ün de Mardin’de bir aile çevresi ve aşiret bağları var. Geri kalanlardan kaçı memleketinden veya çalışma yaptığı yerden oy alıp da Meclis’e gelmiş? Aysel Tuğluk’u Diyarbakır’da kaç kişi tanıyordu? Akın Birdal’ın Niğdeli olduğunu bilirdim. Onları milletvekili seçen bu kitle siyasi olarak PKK’ye bağlıdırlar ve böylesi bir seçimi de onlar yapmıştır. Bunu inkar etmenin, yok saymanın manası yok. Suç da değil, eğer o oyları veren kitlelerin siyasi inançları rahatsız edici bulunuyorsa, gider daha iyi, daha cazip bir şeyler vaat edersiniz, siyasi olarak inandırıcı şeyler yaparsınız ve o tabanı kazanmaya çalışırsınız. Ama bugün o taban, yani o oyların sahibi olan insanlar PKK’ye sempati gösteriyorlar ve onun gösterdiği adayları seçiyorlar. Seçim politikası da, bazı temel politik kararlar da, biraz İmralı, biraz Brüksel, biraz Kandil olmak üzere PKK’nin çeşitli kademelerdeki karar organları tarafından belirleniyor.

* Biraz Kandil, biraz Brüksel, biraz İmralı dediniz. Yani farklı farklı bir PKK mı var?

Siyasette mutlaka bir lider, bir otorite vardır. Ama işte onun da sağında ve solunda bazı kişiler vardır.

* Öcalan’ın sağındakiler, solundakiler kim o zaman?


Murat Karayılan, Rıza Altun, Duran Kalkan, Mustafa Karasu, Cemil Bayık... Bir yandan da işte Brüksel’deki gazeteyi çıkaranlar, televizyonu yönetenler, Avrupa’daki birtakım lobi faaliyetlerini sürdürenler var. PKK’de zaman zaman inisiyatif koyan bir takım faaliyetler gösteren insanlar var. Öcalan bile Bekaa’dayken, yani örgütün başında fiilen bulunduğunda dahi en azından Kandil’de bazı insanların pozisyonlarını dikkate almak durumundaydı. Mesela Şemdin Sakık’ın... Sakık, Bingöl-Elazığ karayolunda 33 askerin öldürülmesinden sorumluydu, ama başka nedenle örgütten tasfiye edilip, başka bir sorumluluktan ötürü cezalandırılmak istendi. Öcalan o gün neden Şemdin’i yok edemedi? Edemezdi, çünkü onun da bir gücü vardı. Sonra bir fırsatını buldu, cezalandırmak istedi, ama bu kez Şemdin yakalandı...

* Öcalan, Şemdin Sakık’ı kendine rakip olarak gördüğü için mi yok etmek istedi?

Diktatörler otorite paylaşmayı sevmez. Yani ikinci, üçüncü adamları yoktur yanlarında. Bunu en iyi anlayanların başında da Şemdin gelir. Bir savunmasında kendisini PKK’nin ikinci adamı olarak gösteren savcıya demişti ki, “Doğu’da siyaset dünyasında ikinci adamlara yer yoktur, ancak dalkavuklara ve uşaklara yer olur.” Gerçekten bu böyledir.
Öcalan’ın generali!

* Peki Şemdin Sakık’a rağmen Sırrı Sakık’ın konumu nedir?

Sakık ailesi, korucu olmamış, PKK ile iyi ilişkiler kurmuş... Sonuçta PKK’ye bir de general yetiştirmişler. Şemdin Sakık, Öcalan’ın bir generaliydi diyelim. Onun kardeşleri var, ailesi var, aşireti var. Sırrı Sakık henüz PKK’nin bölgede hiçbir kitlesel ağırlığı yokken SHP Muş İl Başkanı’ydı. Yani kendi ilişkilerine dayalı bir siyasi figür olarak varlığını sürdürüyordu. Ama Öcalan’ın Sırrı Sakık’ı sevdiğine dair bir işaret gördüğümü de pek söyleyemem. Seçimlerden sonra Sakık’a olmaz laflar söylüyor. Güvenmediğini söylüyor. Niye maça gidiyormuş da, böyle palyaçoluk olmazmış da! Sevmez pek.

HÜKÜMET DERİN DEVLETİ BİTİRİRSE KIBRIS MESELESİ DE, KÜRT MESELESİ DE ÇÖZÜLÜR

Sizce Ergenekon terör örgütünün arkasından ne çıkacak?

Eğer Türkiye bu tip yasa dışı devlet odaklı yapılanmaların, yani derin devlet tabir edilen gladyo tipi örgütlenmelerin üzerine gitme kararı vermişse büyük siyasi problemlerini çözme ehliyetine de sahip olacak demektir. Türkiye'nin bütün büyük sorunlarının en önemli kaynağı bu kapalı rejim görüntüsünden kaynaklanıyor.
Kapalı rejim olmasının arkasındaki güçler de bu tip yapılardır. Yani siyasetin önünü kesen siyaset dışı yapılanmalardır. Kıbrıs sorunu da, Kürt sorunu da, terör sorunu da, Ermeni sorunu da siyaseten çözülebilecekken, bu yapıların çözümün önünü tıkaması yüzünden çözülemiyor. Çünkü bu tür büyük siyasi problemler var olduğu sürece bu tip örgütler yaşama alanı buluyor. Bu ülkede savaştan, şiddeten beslenen örgütler bu tip örgütlerdir. Rejim, bir türlü çatışma ortamlarına kapalı olan 'açık rejime' geçemiyor.

Hükümet bu meselenin üzerine giderse Kürt sorunu da çözülür diyorsunuz...

Evet. Kürt sorununu bu örgütler yaratmadı. Ama dediğim gibi sorunun çözümünün önünü tıkayan, Kürt meselesinden beslenen onlar. Türkiye'in sürekli bir tehdit algısı içinde olması, 'Bölünecektir' demek mesela, kapalı bir rejimin sonucu... Böylece birtakım vatanseverler çıkıyor ortaya, kimse kimseden hesap soramıyor. Benim korkum mahkemede iyi bir yargılamaya imkan bulunur mu bulunmaz mı? Mahkemeler de tehdit altında karara zorlanabiliyorlar. Eğer tam tersi olursa, yani kelle koltukta, hak bildiğim yolda giderim diyen hakimler çıkarsa bu işin sonu gelebilir. Tabii ben bu işte doğru karar veriyorum diyen bir hakimin de otomobili havaya uçabilir. Bu güvenceyi, adil yargı ortamını sağlamak lazım.

DTP'YE KÜRT MİLLİYETÇİSİ DEMEKLE HAKSIZLIK EDİLİYOR


PKK için Kürt milliyetçisi deniyor. Sizce de öyle mi?


Pek çok akademisyen ve Türk entelektüeli, DTP'yi Kürt milliyetçiliği ile eleştirmekte haksızlık ediyorlar. Hatta güya Kürt milliyetçiliği yapan PKK'nin baskı ve dayatmalarına karşı onlara bir çeşit kalkan olmak gibi bir sanal ortam bile yaratmaya kalkıştılar. Çoğu benim yakın ve değerli dostlarım olan bu arkadaşlar gidip parlamentodaki grup odalarında gösteriler falan yaptılar. Onları -DTP'lileri- 'Kürt milliyetçilerine' karşı korumak için bir dayanışma gösteriyorlarmış. Elbette ki bu davranışlarda bir art niyet aramak kimsenin aklından geçmez. Ancak bu teşhiste bulunan arkadaşlara da bir eleştirim var. Bunu ya saf oldukları için, ya da konuyu yeterince kavrayamadıklarından yaptıklarını söylemek isterim. Aslında DTP üzerinde bir milliyetçi baskı var; ama bu milliyetçi baskı Türk milliyetçilerinden gelmektedir ve bu akım Türkiye'de sağduyulu olan her insanı hedef alan bir baskı ve linç kültürü üretmektedir. Hrant Dink cinayeti de, Malatya Katliamı da, Rahip Cinayeti de bu kaynaktan beslenmektedir.
Şüphesiz ki, DTP üzerinde bir siyasi dayatma vardır elbette. Ne var ki, bu dayatma bir Kürt milliyetçiliği dayatması değildir. Bu dayatmacı irade, milliyetçiliği kendi otoriteleri için tehlikeli bulan bir iradedir ve gidip DTP'yi Kürt milliyetçiliğine karşı korumaya kalkışanları da alkışlayacak bir görüşe sahiptir. Abdullah Öcalan, İmralı'dan her avukat görüşmesinde milliyetçiliğe, Barzani'ye, Talabani'ye verip veriştiriyor. Milliyetçilik konusundaki hassasiyetini her vesileyle belirtiyor. Bir Türk Stalinci olunca milliyetçi olmuyor, hatta enternasyonalist oluyor da, neden bir Kürt Stalinci, hatta Stalin olduğu zaman milliyetçi oluyor ki? Milliyetçilik değil, Stalinci, lidere ve örgüte körü körüne bağlı bir anlayış var. PKK'yi Kürt milliyetçisi görmek, bence doğru değil. PKK'nin Türkçe'sinin Kürdistan İşçi Partisi olduğunun da bir daha altını çizerek hatırlatmak isterim. Ama Mesut Barzani milliyetçidir. Mesut Barzani'nin inançlarıyla, söylemleriyle bunlarınki aynı değil. Yani Türkiye'nin Kürt hareketi içinde birtakım insanlar var. Mesela benim tanıdığım ve dostlarım var. Söyledikleri ve talepleri pek de Türk milliyetçilerine benzemese de, 'Ben Kürt milliyetçisiyim' diyorlar.


BELÇİKA TİPİ FEDERAL BİR MODEL ÇÖZÜM OLABİLİR

Bugün için Kürtler'in PKK dışında bir alternatifi var mı?

Yok. Bu alanda yeni bir örgüt ihtiyacı yoktur. PKK o alanı doldurmuş vaziyettedir. Yani bugün milli talepleri öne çıkarmış, milli duyguları ve heyecanları yönlendiren PKK'dir. Geniş Kürt kitlelerini siyasi olarak harekete geçirip kontrol edebilen yegane Kürt örgütü PKK'dir. Büyük bir siyasi kriz yaşanmadan da bu durum epey bir süre devam eder.

DTP ve AKP dışında bölgede başka bir partinin şansı yok mu?

AK Parti bir boşluğu dolduruyor. Neden? Türkiye'nin geleceğinde bir planı, bir felsefesi, bir beklentisi olan birçok Kürt, AK Parti ile bütünleşebiliyor. Tabii eğer sol tarafta değilse... Çünkü kendi geleceğini bu topraklarda, bu ülkenin genel yapısı içinde düşünüyorsa, zengin olmak, iş kurmak, emekli olmak, çocuğunu okutmak, deniz kenarında ev sahibi olmak, daha güvenli yaşamak gibi... Kızının, oğlunun mürüvvetini görmek gibi... Kızının eşi veya oğlunun eşi Mersinli, Muğlalı veya Edirneli de olabilir... Buradan AK Parti ile paralellik aramak mümkün, ilişki kurmak mümkün. Kürt olarak aşağılanmayacağını bildiği takdirde bu neden olmasın? Kürtlerin aşağılandığı bir yapıda bunun manası yok tabii... 'Ben burada da Kürt olabiliyorum, Kürtlüğümü burada da koruyabilirim, dışlanmam veya reddedilmem' diyebilmek önemli. Benim içinde yer aldığım Yeni Demokrasi Hareketi içinde bu vardı. Genel olarak geleceğini bütün Türkiye'nin geleceği ile birleştiren, böyle bir tercih yapan önemli bir kitle var. Ama bunlar ayrı bir Kürt partisi içinde olmak istemezler. Ayrı bir Kürt partisi içinde örgütlenme eğilimi bugün için ağırlıklı olarak PKK tarafından dolduruluyor. Şunun için de bunun bir anlamı var; pek çok aileden ölenler, sakat kalanlar, mağdur edilenler, göç edenler, köylerini, tarlalarını kaybedenler ağır bedeller ödemişler. Bütün bunların boşuna olmadığını düşünen insanlar bir beklenti içindedirler ve orada yer alırlar.

Yani bu kadar acı boşuna yaşanmasın diye...

Tabii... Yoksa 'Bu kadar acı boşuna mıydı?' diyecek. Ben çocuğumu kaybettim. O bakımdan birtakım etik nedenler vardır bu insanların PKK'ye bağlılık duymasında, Abdullah Öcalan'a umut bağlamasında...

Peki Kürt meselesi nasıl çözülecek?

Neticede bugün Türkiye'de Kiğı'da doğup da kendilerini Kürt saymayanlar yine kendilerini bu rejimle mutabık sayabilirler. Türkiye'nin yeterince demokratik olmadığını söylersiniz, burası bir federatif sistem olsun dersiniz, Prens Sabahattin gibi ademi merkeziyetçilik olsun dersiniz. Osmanlı'nın devamı olarak... Bunlar aşılacak meselelerdir. Türkiye'nin idari yapısı aşılır. Nerenin, nasıl yöneticiliğine dair meseleler aşılır. Bütün mesele bunları tartışmanın önünü açmaktır. Ve bu tartışmayı da öyle çok emir komuta kontrollü sistem içinde değil, demokrasi sınırları alabildiğince gelişmiş noktada yapabiliriz.

Sizce DTP ne istiyor? PKK ne istiyor?

PKK de, DTP de Abdullah Öcalan'ın sağlığını istiyor... Yaşam koşullarının düzeltilmesini ve özgürlüğünü istiyor. Peki bu Kürt meselesi midir? Hayır. Yüzbinlerce, onbinlerce insan sokaklara dökülüyor onun için. Onlara destek veren Kürt olmayan insanlar da var. Hadi onları geçtik de... Sadece Kürtlere ilişkin meseleleri değil, aynı zamanda kendi siyasi önderleri, liderleri olarak gördükleri insanla ilgili de talepleri var. O insan tek başına Kürt meselesi değil ama bu meselede dikkate alınacak, alınması gereken biri.

ÖCALAN, DİYARBAKIR'DA ÖZERK BİR YAPI OLSUN İSTİYOR

Öcalan en son 'demokratik konfederalizm' dedi. Bu ne anlama geliyor?

İçinden kimse çıkamadı. 'Konfederalizm' diyor. Nedir konfederalizm? 'De-fakto' diyor. Bu da anarşist bir görüştür. Farkında mıdır, değil midir bilmiyorum ama mesela geçen görüşmede, 'Diyarbakır'da özerk bir yapı olsun' diyor. Kim kuruyor, nasıl kuruyor, nasıl düzenleniyor, belli değil. Yani gidip fiilen Diyarbakır demokrasisi kuruluyor. Peki sonra?

Diyarbakır demokrasisi?

Yani Kürt özerk alanı. Bu böyle olmaz. Neticede Türkiye'de bir rejim var. Benim gönlümden geçen Türkiye'nin bu merkeziyetçi yapısının kırılmasıdır. Yani yerel yönetimlerin toplumu, kendini yönetme konusundaki eğilimlerini daha fazla etkin kılabilecek bir sistemin kurulmasıdır. Birisi konfedaratif sistem olsun, birisi federal sistem olsun diyor ama bunlar mutlaka herkesin kabul edebileceği, üzerinde uzlaşabileceği şeyler olmayabilir.

Bunun bir örneği var mı?

Türkiye bana göre Belçika'ya daha yakın bu konuda. Tarihsel süreç olmasa bile bugün gelinen noktada böyle. Çünkü çok iç içe geçmiş iki millet var. Türkiye'de tek bir etnik yapı, tek bir toplum yapısı düşünülmemeli. Birden fazla etnisite, kimlik kültürü var ve buna göre de demokrasi kurumları olmalıdır. Tek bir ulusa, tek bir millete, tek bir güce göre düzenlenecek idari yapı Türkiye'de tutmaz. Bunun kırılması lazım. Ha burada motamot bir şablon gibi Belçika'nın statüsünü alıp getiremeyiz. Onların başka tarihsel süreçleri var. Ama öyle gözüküyor ki, Türk-Kürt milleti iç içe geçmiş. Türkiye'nin bugün dünyada en yakın olabileceği, örnek alabileceği yer Belçika'dır.

İyi ama onlar da neredeyse ayrılıyorlar?


Doğru. Belçikalılar bir arada olmaktan çok mu memnunlar? İyi mi geçiniyorlar? Pek de iyi geçinmiyorlar. Ama çok kötülerdi, dağılmak üzerelerdi. Belki kapağı Avrupa'ya atarak bir şeyi aştılar. Bu model, merkezi otorite yerine kendilerine daha geniş bir alan açtı. Bugün de çok iyi olmasalar bile, birbirleriyle yaşamaktan vazgeçseler bile birbirlerini boğazlayarak bunu yapmayacaklarına göre birbirleriyle barışık olarak ayrılacaklarını düşünebilirler. En azından kan dökülmez. Eğer oraya doğru bir evrim yaşarlarsa... Çünkü eğer bu ülkede bir gün mutlaka kendilerine ait başka bir ülke ihtiyacı çıkarsa bu karşılıklı bir anlayışla da mümkün. Neden bu denenmesin de, savaş edilsin? O zaman da ben şunu düşünüyorum; hiçbir Kürt sırtını Batı'ya dönmek istemez. Yüzü Batı'ya dönük olsun ister. Türkiye'nin Batı'sıyla bir husumet, bir savaş sonucu koptuğunuz zaman, siz yüzünüzü Batı'ya dönemezsiniz. Dolayısıyla Kafkaslar üzerinden de Batı'ya gidemezsiniz. Yani çözümsüz bir noktaya, karanlık bir noktaya doğru gidiyoruz. Kürtlerin dünyanın geleceğinde daha güvenli yaşamaları için yüzlerini Batı'ya dönmeleri lazım. Bugün dünyanın gelişen değerlerini birileri beğenir, memnun olur, birileri ise eskinin içinde daha iyi şeyler vardır diyebilir. Arap filozoflarının, Süryani filozoflarının iyi parlak bir dönemi olabilir. Ama bugün bütün bu değerler Batı'da temsil edilmekte ve gelişmektedir.

Belçika'da, şu anda Flamanlar, Valonlar (Fransızlar) ve Almanlar var. Bir de federal başkent Brüksel var... Türkiye'de nasıl bir yapı olur?

Evet. Belli bir sınır yok orada. Aslında Türkiye de oraya doğru benzedi. Başlangıçta değil tabii... Türkiye'de nüfus özellikle cumhuriyet sonrası kısmen karıştı. Türkiye modern bir ekonomiye evreleştikten sonra Batı'ya doğru kaydı. Belçika gibi doğal bir nüfus yapısı yok ama karışık. Türkiye'nin belirli bir bölgesi tarih olarak Kürdistan hatta Türkiye'nin dışında da kalan tarihi bir Kürdistan toprağı var. Bütün tarihi metinlerde bu var. Bu Kürdistan'da yaşayan nüfus son 30-40 yıl içinde yayıldı. Dolayısıyla biz de Belçika'ya benzedik. Nüfusa göre bir toprak harita yok. Bir sınır çizgisi bulamıyorsunuz. O zaman bu iki nüfustan bir arada yaşayanlar, hangi hakları paylaşacaklarını, hangi hakları farklı kullanacaklarını, farkı nasıl yaşayacaklarını bir hukuki metine dönüştürmelidir. Sınır çizgisi olmadığı için... Belçika'yı model olarak alalım demiyorum. Model olarak benzeşmekten bahsediyorum. Aynısını buraya alamazsınız. Onların da bizim gibi hem ayrı ayrı yaşadıkları bölgeler hem de bir arada yaşadıkları bölgeler var. Hakkari'de Kürtler yaşıyor. Hakkâri bir Kürt ili... Ama İstanbul'da hem Hakkarili Kürtler hem İstanbullu Kürtler hem Türkler var... Belki Zonguldak'ta Kürt nüfusa rastlanmayabilir. Hakkari'de ise memurlar dışında Türk nüfusa rastlanmaz. Çünkü hem homojen hem karmaşık nüfus... Bütün bunlar dikkate alınabilir. Ortak yaşam nasıl düzenlenmiş, tanzim edilmiş bakılabilir...

Sizce Belçika modeline sıcak bakılır mı?

Tanımak, bilmek, araştırmak lazım. Bu örneği Celal Talabani biliyor, entelektüeller biliyor. Ama çoğu insan da ne olup bitiyor farkında değil. Bu örnekler henüz incelemeye alınmamış. Kürtlerin dilini, kültürlerini, kimliklerini, farklılıklarını koruyarak nasıl yaşayabilecekleri üzerinde henüz kafa yorulmadı. Sadece sınırlı sayıda entelektüel arasında konuşuluyor bu. Ama bu sorunu çatışma dışında, normal bir demokratik çözümle çözmüş toplumların örnekleri değerlendirilebilir. İrlanda, İskoçya, Galler, Fransa İspanya, Belçika Güney Troller örnekleri incelenebilir.

Sanki bu sorunu Belçika gibi hala kraliyetin var olduğu ülkelerde çözmek daha kolay...

Şüphesiz oralarda belki biraz daha kolay. Çünkü ulus devleti içselleştirmemiş bu ülkelerde... Bu benim gönlümden geçen bir şey olduğu için söylemiyorum, Türkiye'nin her tarafından Kürt olmayan insanlar, 'Bu Kürtlerle de artık ayrışmak lazım. Bir arada gitmiyor' diyebilirler.

Diyorlar zaten...

Hayır. Onlar ver-kurtulcu! Orada bir nefret söylemi var. Bu benim söylemek istediğim biçim başka. Pratik olarak neden olmasın denebilir.

İyi de tanıdığım pek çok Kürt var, İstanbul'da yaşayan... 'Artık ayrışma olmaz. Nasıl ayrışacağız' diyorlar...

Ben de bunu söylüyorum. Benim gönlümden geçen de odur. Ben Taksim'in orta yerinde bir ev sahibiyim. Memleketimde ne toprağım var ne bir şeyim. Sadece atalarımın mezarları var. Var bir tane toprak da 40 senedir ilgilenmiyorum. Ama benim burada bir evim var ve ben geleceğimi burada düzenlemek istiyorum. Yani hayatımı burada tüketmek istiyorum. Başkalarının çok başka şeyleri var. Hastaneleri var, otelleri var... Süzer kim? Kürt. Netice itibariyle Kürtler buraya gelip iş güç sahibi olmuşlar, mal mülk sahibi olmuşlar, evlenmişler çocukları olmuş. O bakımdan Kürtlerin barışık yaşamaya ihtiyaçları var. Arapların Kürtlerle barışık yaşamaya ihtiyacı olmayabilir. Ama Kürtlerin barışık yaşamaya ihtiyacı var. Dünyanın dağlık bir alanına, denizi olmayan bir alanına hapsolmuşlar ve yapayalnız etrafı düşmanla çevrili bir kara devleti olacak lüksleri yok. Biraz mantıklı, makul düşünmek lazım. Kürtlerin birinci tercihi, hiç küçültmeden refleks olarak birinci tercihi Türkiye ile itilaflı bir yapı, bir toplum olmamaktır. Yani bunu denemeye ispatlamaya gerek yok. Bu böyledir. Ama diğer taraftan da Türkiye'nin Batısı'nda, Doğusu'nda kendini Türk değil de Kürt olarak tanımlayan insanlara da, 'Nasılsa bunların eli mahkum' gibi bir yaklaşımla değil daha insani, daha çözülebilir, daha makul bir anlayışla yaklaşmak lazım. Anlamak lazım. Bir tarihsel mirastır. Burası senindir, benimdir noktasından uzak durmak lazım. Bu bize kalmış bir miras tarihsel olarak. Kim nereden ne zaman geldi? Bir kere Kafkas muhacirlerinin, Balkan muhacirlerinin bir daha oralara dönecekleri paranoyasını, yani bu ülkenin bölüneceği paranoyasını terk etmeleri lazım. Bu paranoya 90-100 yıldır, Balkan ve Kafkas savaşlarından beri sürüyor. Bu duygudan kopmak lazım. Bir daha onlar eski yurtlarına dönmeyeceklerdir. Başka bir toprağa da sürgün edilmeyecekledir. Göçe zorlanmayacaklardır. Burası son duraktır, bundan sonra başka durak yoktur. İkincisi, devleti yönetenler ve çoğunlukla o gelenekten gelenler bu duygu yüzünden psikoloğa mı giderler, psikiyatra mı giderler bilemem, bu yaşanmaması gereken bir paranoyadır, bir hastalıktır, bir duygudur, bundan kurtulmak lazım. Kimsenin bir yere gideceği yok. Bu miras ne Selanik'ten gelenlere, ne Kafkaslardan gelenlere bırakılmış bir miras değil. Hepimize kalmış bir miras... İyi kullanmalıyız bu mirası. Türkiye'de şu anda bir bölünme paranoyası var. Oysa benim daha fazla özgür olmam, kimsenin özgürlüğünün kısıtlanacağı anlamına gelmez. Benim daha fazla özgür olmam, başka insanların da daha fazla özgür olması anlamına gelir. Çünkü özgürlük arttıkça başkaları için de geçerli olur. Kimsenin alanı daralmaz. Bu bir pastanın daha fazla dilime bölünmesiyle aynı değildir. Özgürlük bölünmüyor, paylaşılıyor ama bunun gözle görülür, elle tutulur bir gramı, bir limiti, bir ölçüsü yoktur. Ben eğer ana dilde eğitimin temel hak olduğunu söylüyorsam bu son derece insani bir haktır ve bunun tanınıyor, yaşanıyor olmasının da başka hiçbir insana zararı yoktur. Hiçbir insan farklı dilde eğitim aldığı için başka insanlara düşman olmuyor. Bundan mahrum edilirse düşman oluyor.


EĞER AMERİKA ORTADOĞU'DA BİR KÜRT DEVLETİ KURMAK İSTİYORSA KURAR, BM DE ONA UYGUN BİR HUKUK YARATIR

Ama sizin de dediğiniz gibi Kürt meselesi PKK meselesi haline geldiği için insanlarda doğal olarak bir bölünme korkusu var. Bu yüzden de ileriye umutla bakamıyorlar...

Eğer Amerika Ortadoğu'da bir Kürt devleti kurmak istiyorsa kurar. Bu devletin kuruluşu da 20-25 yıldır tanınmayan Kıbrıs'ı tanımaktan çok daha kolaydır. Kıbrıs'ı hala devlet olarak tanıyan bir ülke yok. Amerika, bir Kürt devletinin kurulmasını istiyorsa kurar, Birleşmiş Milletlerde de ona uygun bir hukuk yaratır. Çünkü orada bir Kürt devletinin Kürtlerden ziyade büyük bir ihtimalle Araplar tarafından geliştirilmesi söz konusu. Yani problem Bağdat'tadır, problem Basra'dadır; Erbil'de değil. Oradaki ayrılıkçı eğilim ya da birlikte yaşama şartlarını ortadan kaldırma eğilimi Bağdat'ta gelişmektedir, Erbil'de değil. Bunu geçelim ama şunu açık ve net söyleyeyim; orada bir Kürt devleti olursa bütün Kürtlerin bir devlet olacağı anlamı çıkmamalıdır.

Toprak kaybetme korkusu var insanlarda?

Toprak da kaybedilmez. Çünkü hiçbir aptal elindeki değerli şeyleri kaybedip de gidip dağlarda, mezralarda yaşamak istemez. Benim burada, İstanbul'da bir evim var. Gidip de Bingöl-Kiğı'da bir derenin kenarında, üstünde 3-4 tane kavak olan berbat bir arazide bir şey yapamam. Yani orası da Paris gibi bir yer olabilirdi. Ama ben bu topraklarda yaşamaya karar vermişim. Benim burada dostlarım, sevdiklerim var. Hiçbir zaman kopmayı göze alamadığım bağlarım var burada. Ama bir grup Kürt gelip burada eğreti yaşıyor, ölülerini bile gidip köyüne, memleketine gömüyorsa zaten onlar için bir rehabilitasyon süreci söz konusuysa onların normal hayata dönüşü söz konusuysa bunun da önünü açmak lazım. Bu insanlar ne buralı oldular, ne gittikleri yere ait oldular. Onlarda bir paranoya oldu. Korkuyorlar, 'Bundan sonra nereye gideriz?' diye... Bazen kabaran bir milliyetçi dalga oluyorsa eğer, bu yüzden.

İçinizden çok göç eden var mı Avrupa'ya?

Çok! Ayrıca burada çok var. Mersin'de, Antalya'da, İstanbul'da, Ankara'da çok Kürt var. Şimdi bu insanların sosyalleşeceği bir programa, bir yönelişe ihtiyaç var. Yoksa ne o gidip Mersin'i bölecek, ne bir başkası gelip Beyoğlu-Tarlabaşı'nı bölecek. Bu insanları daha iyi şartlarda, daha özgür, daha az problemsiz yaşatmanın yollarını bakmak lazım. Böyle sihirli bir değnek yok tabii... Yani şakkadan Kürt meselesini çözdüm bu iş bitti diyemezsiniz. İspanya'da trajik bir dram yaşandı, peki bitti mi? Katalanların, Baskların sorunları sıfırlandı mı, hayır! İrlanda'da sorunlar sıfırlandı mı, hayır. Devam eden bir problem var. Ama en azından artık o eski kötü noktadan çıktılar ve iyiye doğru bir gidiş var.


(VATAN)

Güncellenme Tarihi : 24.3.2016 14:05

İLGİLİ HABERLER