TÜRK MEDYASI NE KADAR SAMİMİ? İŞTE SON GÜNLERDE YAŞANAN OLAYLARI İÇEREN BİR ANALİZ...
Nedim Hazar'ın Zaman'daki yazısı:
Türk medyasının pek hoşuna gitmediği için gazetelerimizde yer almadı. Bir süre önce ünlü Dell bilgisayar şirketinde çalışan 31 Müslüman, yönetime başvurarak işyerlerinde ibadet edebilmek için bir yer tayin edilmesini istedi.
Firma yönetimi bu isteğe olumsuz baktığı gibi, bu 31 insanı işten uzaklaştırdı. Amerika bir ay boyunca bu tartışmayı yaşarken Müslüman vakıfların ve özgür düşünce, inanç derneklerinin girişimiyle mağdurlar ve şirket yönetimi arasında bir anlaşma önceki gün gerçekleşti. Buna göre Dell firması işten çıkardığı 31 elemanı tekrar işe aldığı gibi bir aylık maaşlarını da ödemeyi kabul etti. Dahası Müslümanların ibadet yeri isteğine de olumlu cevap verip, onlara bir yer tahsis etmeyi kabul etti.
Ne enteresandır ki, bütün bunlar Müslüman bir ülkede başları örtülü olarak gazetecilik yapmak isteyen iki bayan gazetecinin haber için gittikleri üniversiteden kapı dışarı edildikleri günlere denk geliyordu. İşin en berbat ve can sıkıcı kısmı ise, bu gazetecileri koruması gereken cemiyet başkanının yasaktan yana tavır alması, gazeteciler hakkında provokatör imasında bulunması ve ‘O basın kartlarını nasıl almışlar, başörtülülere basın kartı mı verilir?’ gibi bir mantıkla aslında ellerinden gelse, başını örten insanların sokağa bile çıkmasına izin vermeyeceğini ima etmesiydi.
Açıkçası bu hadiseler bana, basın özgürlüğünün tartışıldığı, gazetecilerin özgürlük adına sokaklarda yürüdüğü bir dönemde, içyüzümüzü göstermesi açısından çok çarpıcı iki örnek olarak geldi. Medyanın özgürlükten ne anladığının çok çarpıcı bir örneği var karşımızda; Gazeteciler Cemiyeti’nin sayın başkanı. Sevgili başkana göre kendisi gibi düşünmeyen, giyinmeyen insanlar gazeteci olamaz, basın kartı alamaz, üstüne üstlük provokatör bile olabilir!
Yeni ceza yasasının yürürlüğe gireceği bugünlerde nasıl bir ikiyüzlülük ve çifte standart içinde olduğumuzu plaza medyası görmezden gelse de tarih -her zaman olduğu gibi- notunu düşüyor. Daha dün, Cumhuriyet Gazetesi’nin karikatüristine verilen 5 milyarlık cezayı eleştiren, yerden yere vuran, ‘özgürlük’ diye -kaldı ki karikatüriste verilen ceza, ifade hürriyetinden değil kişilik haklarına yapılan saldırıdan dolayıydı- çığlıklar atan medya, bugün sırf kendisi gibi düşünmüyor diye Milli Gazete yazarı M. Şevket Eygi’ye verilen hapis cezasını normal buluyor, hatta ‘Yargıtay’dan anlamlı ceza’ manşetiyle içten içe alkışlıyor.
Bugün ‘basın özgürlüğü’ diye çığlık atan yayın organı sahiplerinin hiçbiri düşünce özgürlüğünden dolayı yargılanmamıştır. Ancak hepsinin hortumculuk, ahlakî olmayan kredi, haksız ihale kazancı, banka iç boşaltması gibi konularda birer dosyası mevcuttur. Zaten bizim medyamızın istediği de insanların haber alma özgürlüğü değil, haber yapanların istediği gibi hareket etme, hesap vermeme özgürlüğüdür.
Bugün yeni ceza yasasının basın ile ilgili bölümleri hakkında kıyamet koparanlar, bu yasalar daha komisyonlarda görüşülürken neyi tartıştılar biliyor musunuz?
Zinayı!
Hiç kimse rol yapmasın, özgür kızcılık oynamasın. Ha, bir de şu var: Duyuyoruz ki Diyanet misyonerlikle mücadele için Müslüman olan bazı yabancı futbolcuları kullanacakmış. Bu nasıl bir samimiyetsizliktir, adama sormazlar mı; ‘bazı başarılı futbolcular sırf inançlarından dolayı aforoz edilip, kadro dışı bırakılıp meslek yaşamları bitirilirken neredeydiniz?’ diye!
Elin Yahudi’si işyerinde Müslümanlar için ibadethane açacak, sen kendi kızlarını okuldan atacaksın, gazeteci yapmayacaksın, zinayı sevip, Musa’nın karikatürü için kıyamet koparacak, Eygi’ye gizliden ‘oh olmuş’ diyeceksin. Sonra da kıldan tüyden Metal Fırtına tartışmasında, ‘bu Amerika bizi içten yıkıyor’ paranoyasıyla çocuk eğlendireceksin.
Ey şehit oğlu şehit, hele kalk bir bak ne halde canım ülkem!