'YATAK' YAZISINA SERT CEVAP: İĞRENÇ, AŞAĞILIK, PİSLİK!..
Hasan Pulur'un, Sabah yazarı Ayşe Özyılmazel ile ilgili yazdıkları beklendiği gibi tartışma başlattı.
Sabah yazarı Hıncal Uluç "Okurken kusmak istedim" derken; Akşam'dan Oray Eğin "Pulur seksist, ırkçı, ayrımcı ve son derece de belaltı bir yazı yazmış" şeklinde değerlendirme yaptı.
İşte Hıncal Uluç ve Oray Eğin'in yazıları ve tabii ki tartışmayı başlatan Hasan Pulur'un olay yazısı...
HINCAL ULUÇ'UN SABAH'TAKİ YAZISI:
Hasan Pulur'a yakışmayan satırlar!..
İğrenç bir yazıydı.. Aşağılık.. Pislik.. Okurken kusmak istedim.. Çöpe atsam kirletir.. Öylesi..
Ana önemlisi bu çirkin, bu ayıp, bu yüz karası, bu meslek utancı yazının altında, bu meslekte en sevdiğim, en saydığım, bu köşede defalarca sevgi ve saygıyla andığım, ağabey dediğim bir imzanın olmasıydı..
Hasan Pulur (Ona artık ağabey demem söz konusu değil..) bu yazıyı bir bunalım, bir kriz anında mı yazmış?.. Yoksa sarhoş muymuş yazarken?. Ya da feci bir kıskançlık krizine mi girmiş, "Ben fena halde yaşlanırken köşeler pırıl pırıl gençler tarafından işgal ediliyor" diye..
Belki hepsi.. Belki hiç biri.. Ama bildiğim Hasan Pulur'un derhal bir ruh doktoruna ihtiyacı var..
Bir sözüm de Sedat Ergin'e tabii.. Gazetenin şef editörü.. Genel Yayın Müdürü..
Editör "Edit etmek"ten gelir.. Yani yazıları elden geçirmek.. Gerekirse kesip biçmek (Edit o işlem zaten), ya da gazeteye hiç konmamasına karar vermek..
Doğrudur.. Fikir hürriyeti.. İfade özgürlüğü.. Ama yazar ipin ucunu kaçırmışsa, editör, hele hele şef editörün fena halde müdahale hakkı vardır.
Sedat Ergin böylesi bir yazının Milliyet'e, Abdi İpekçi'nin Milliyet'ine yakışıp yakışmadığına karar vermeliydi.
İşte burada Hasan Pulur'un 1 ekim Pazar tarihli ve "Köşe yazarı nasıl olunur" başlıklı yazısını Milliyet Akil Adamına, yani ombudsmanına şikayet ediyorum. Yanıtını merakla bekliyerek..
Başından sonuna aşağılayıcı bir ifade ile yazılan yazıyı buraya aynen almak isterdim, nasıl bir rezillik olduğunu göresiniz diye.. Ama köşem kirlenir..
Bir fikriniz olmalı..
"Küçük Hanımın canı gazeteci olmak, yazı yazmak istiyormuş, ne yapsın?. Bize göre en doğrusunu yapmış, yazılarını Hıncal Uluç'a vermiş" diye başlıyor.
Haşmet'le birlikteliğini anlatarak devam ediyor ve..
"Sinemanın kadın, kız oyuncularına yakıştırılan hoş olmayan bir deyim vardır: 'Onların yolu yönetmenlerin yatak odasından geçer!' diye" diyerek de bitiyor..
Bu utanç verici yazı günümüz gazetelerinde köşeler işgal eden, her birini büyük keyifle okuduğum genç kadın köşe yazarlarının tümüne saldırı aslında..
Başta Pulur'un Milliyet'inin Ece Temelkuran'ı, Ebru Çapalar, Ebru Drewler, Ece Vahapoğulları, Elif Aktuğlar ve ötekiler nerden geçtiler acaba, köşe yazarı olmak için?..
Ya da yıllanmış gazeteci Hasan Pulur, yarım asrı aşan meslek yaşamı boyunca hiç mi yetenekli bir gence rastlamadı?.. Hiç mi yetenekli bir gencin elinden tutmadı?.. Tutmak için yatak odasını şart mı koştu ona?..
Hasan Pulur başta Ayşe bir yığın genç kadın gazeteciye salyalarla saldırarak çok çirkin bir gazetecilik örneği vermiştir.
Böyle bir gazeteciliği yargılaması gereken bir kurum da Basın Konseyi'dir. Basında ahlakı korumak için kurulan kurum.
Bir yıllanmış gazetecinin genç kadın meslekdaşlarına böylesine çirkin saldırmasına karşı ne tavır alacağını merakla beklediğim Basın Konseyi..
Rezilliğe el koymak için ille de şikayet mi beklerler?.. Resen müdahale hakları yok mudur?.. Yoksa, işte bu yazı, açık şikayet dilekçemdir, kamuoyu önünde yapılmış..
Hasan Pulur, derhal, çok açık ve çok net bir ifade ile, bu rezil yazıyı yazdığı sütunlarda, özür dilemelidir..
ORAY EĞİN'İN AKŞAM'DAKİ YAZISI:
Haşmet-Ayşe çiftine tavsiyeler
Hasan Pulur zamanın dışında kaldıkça, kendini bugüne adapte edemedikçe huysuz bir ihtiyara dönüştü. Türkiye'de emeklilik kurumunun olmadığını ispatlayan Pulur, önceki gün Haşmet Babaoğlu-Ayşe Özyılmazel çiftiyle ilgili bir yazı yazdı ve benim sırf Pulur'un yaşına dayanarak ona saygı duymamı isteyeceklere karşı gösterebileceğim bir kanıt olarak tarihte yerini aldı. Saygı falan hak etmiyor. Sadece ayıp ediyor.
Dün medyatava.com'dan Ömer Özgüner de 'Hasan Pulur'un yaptığı zalimce' demiş 'Köşe yazarlığı yatakodasından geçer' iması için. Zalimce hafif kalıyor. Pulur seksist, ırkçı, ayrımcı ve son derece de belaltı bir yazı yazmış. Yılların birikime dayanıp da onu hoşgörmemizi beklemesin.
Ayşe Özyılmazel'le yapılan bir röportajı görmüş belli ki, birkaç anonsa kapılarak, hiç bu ismin kim olduğunu da belli ki bilmeden birtakım çıkarımlar yapmış: Haşmet Babaoğlu'nun sevgilisiymiş, yazıları Hıncal Uluç'un köşesinde yayımlanmış ve tepeden inerek köşe yazarı olmuş. Açıkçası, Pulur'un bu saldırısını son hak eden kişinin Ayşe olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmayı dayandırmak için Pulur'un Ayşe kadar uzak bir örneğe ihtiyacı olduğunu da zannetmiyorum.
Kaldı ki tepeden inmenin, torpilli olmak da tamamen uzun vadedeki duruşla ilgili bir şey. Maksat o torpili nasıl kullandığın, hak edip etmediğin. Bence Ayşe vak'asında sadece Hıncal Uluç tebrik edilebilir. Koku alma dürtülerinin kuvveti için. Yoktan birini keşfedip yaratmak her zaman bir gazetecilik başarısıdır. Ayşe de uzun vadede bu 'indirildiği' yerde oturacak gibi görünüyor.
Zira şu kısa zamanda Ayşe 'sözüne inanılır' statüsüne ulaştı sayılır. Bir restoran önerse gitmeyi düşünürüm, Balçiçek Pamir benzer bir şey yapsa oradan uzak durmak için yeterli sebeptir. Fark bu işte.
AKIL HOCASI HAŞMET
Keşke Ayşe iyi ve acımasız bir patronun eline düşmeden bu işe girişmeseydi ama. Ufuk Güldemir'in, Ertuğrul Özkök'ün, hatta Tuğrul Eryılmaz'ın elinde şekillenen bir Ayşe, ne Hasan Pulur'a ne de bir başkasına (bana da) kendisini masaya yatırma fırsatı vermeyecek kadar kusursuz olurdu.
Onun talihsizliği, maalesef akıl hocasının Haşmet Babaoğlu oluşu. O iyi bir sevgili, iyi bir dost olabilir. Ben de kendisini çok seviyorum. Ama kötü bir editör. Ayşe'yi yanlış yönlendiriyor, basında onun 'bağımsız' olarak anılmasına fırsat vermeyecek kadar 'özdeş' anılıyorlar. Çünkü çok baskın bir imajı var Haşmet'in.
Dahası, medyanın en göz önünde ve popüler figürlerinden biri. İşin kötüsü, son zamanlarda, belki de 'Hıncal etkisi'yle 'kendine peygamber muamelesi yaptırma' tuzağına düşmüş gibi. Etrafına mürit toplamış, televizyon eleştirmeni veya Altan ailesinin damadıyla beraber, 'Haşmet Abi senin yüzüklerin ne güzel', 'Haşmet Abi bizi nargileye götür', 'Haşmet Abi sen ne iyi futbol analizleri yaparsın' şakşakçılarının etkisinde gibi. Yakında alternatif salı toplantıları düzenlerse şaşırmam!
Verdikleri ikili görüntüyü yazılarından okumak mümkün. Haşmet birden butik otellerden sıkılıyor, bakıyoruz Ayşe de ertesi gün büyük otelci olmuş. Haşmet 18'lik gençlerin arasında Ceza dinliyor, Ayşe de rapstar'a övgüler yağdırıyor. Haşmet parmak arası terlik giydi diyelim, Ayşe için o yaz erkeklerde daha güzel bir şey yok. Beraber akşam televizyon izliyorlar, ertesi gün aynı takıldıkları sahneden bahsediyorlar köşelerinde. Guns and Roses partisinde beraber sıkılıyorlar. Roskilde'de festivalde, ya da Fuga'da tatilde bir aradalar, izlenimleri de ortak. Zevkleri, nefretleri, değinmeleri hep aynı.
Tıpta buna 'Çintay sendromu' deniyor. Nur Çintay'ın Radikal'deki ilk yıllarında en çok yapılan şakalardan biri 'Türkiye'nin en çalışkan köşe yazarı: Emre Aköz, günde iki yazıyor'du. Zira Çintay çifti Bostancı'da bir dondurmacı buldular diyelim, günlerce karşılıklı onu överlerdi. Ya da Sabrina's Haus'ta tatile gittiler, Divan'dan memnun kalmadılar, Nur'un Kanyon'da eteği rüzgardan açıldı, eve amfi aldılar, bir kültablası gördüler... İki ayrı gazeteden aynı olayları takip ederdik. Hatta bir ara Radikal ekinin sayfaları eve gider, Emre Aköz'ün düzeltmeleriyle gelirdi gazeteye. Ötesi, telefondan Emre'nin konu önerileri duyulurdu.
TEK TAŞINI KENDİN AL
Açıkçası, Emre çoktandır 'ortamlarda' değil, başka bir kulvara kaydı yazılarıyla. Nur da gerek dergiciliğiyle, gerek köşe yazarlığıyla gölgede kalma devrini çoktan kapattı. İşte şimdi onların yerini Haşmet-Ayşe ikilisi alıyor. Bunu yüzlerine de söylediğim için, arkalarından konuşmuş gibi olmuyorum yazarak.
Ayşe tepeden çok iyi editörlerin yanına inmediği, gözünü Haşmet-Hıncal gezegeninde açtığı için bu gördüklerini 'mutlak doğru' zannediyor. Sorun da bu işte. Ayşe Özyılmazel'in birilerinin 'projesi' olmaktan kendini kurtarması lazım. Okan Bayülgen'in Berrak Tüzünataç'ı, Serdar Erener'in Nil'i olmayıp tek taşını kendisinin alması gerekiyor.
İŞTE HASAN PULUR'UN TARTIŞILAN YAZISI:
Köşe yazarı nasıl olunur?
"KÜÇÜK Hanım"ın canı gazeteci olmak, yazı yazmak istiyormuş, ne yapsın?
Bize göre en doğrusunu yapmış, yazılarını Hıncal Uluç'a vermiş:
"Ben mesleği öğrenmek, haber yapmak, koşmak, masaların üzerinde sürünmek istiyorum; beni harcayın, köpek edin!" demiş...
İçini, ne kadar içtenlikle dökmüş değil mi?
Ya adam seçimindeki isabet!
Hıncal Uluç, sağ olsun kızcağızı fazla köpek etmemiş, "Gel benim köşemde takma isimle yaz!" demiş...
Bir hafta, iki hafta, üç hafta; bir bakmış yazısı Hıncal'ın köşesinde "Sevginin Günlüğü" diye yayımlanmış...
* * *
O gün bugün talihi açılmış, herhalde başta Hıncal Uluç, elini tutan "Yürü ya kızım!" demiş ki, çok yol almış çokkk!
"Küçük Hanım" eskilerin deyimiyle, Hıncal Uluç'a medyunu şükran, "Onu sırtımda Kâbe'ye götürsem hakkını ödeyemem!" diyor.
Buyurun bakalım, hac kontenjanına iki kişilik yer daha ayırın, "Küçük Hanım" iki büklüm Hıncal Uluç sırtında, malum kahkahalarını atarak hac yolundalar. Başlarına bir kaza gelmese de...
* * *
ŞİMDİ şakayı bırakalım da, her güzel, zeki kız yazılarını Hıncal Uluç'a gönderse olur mu?
Hiç olur mu? Bu işler bu kadar ucuz mu?
Ya nasıl olacak?
"Bu dünyada doğru yerde, doğru zamanda, doğru insanla karşılaşacaksın!"
Bir de bu işlerin ya erbabı olacaksın ya da erbabını bileceksin!
* * *
SONRA gel zaman git zaman "Vatan"dan teklif gelmiş, o da kalkmış gitmiş. İş görüşmesini Haşmet Babaoğlu yapmış. İş miş derlerken mercimeği fırına vermişler.
Ama günahına girmeyelim, Haşmet Babaoğlu, alışılanın dışında, kızımıza asılmamış...
Tam tersi olmuş, kızımız Haşmet Babaoğlu'na asılmış. Asılmış ama tam dört ay...
Haşmet Babaoğlu dört ay kaçmış, hanım kızımız da dört ay asılmış, kovalamış, sonunda teslim olmuş...
"Hiç de pişman değilmiş!..
Eğer ısrar etmeseymiş, adam elden gidermiş, öyle diyor. Şimdi iki yıldır beraberlermiş...
Aralarında 24 yaş fark varmış, lakin çok şeyde uyuşuyorlarmış. O yaşı gereği hiperaktifmiş, Haşmet Babaoğlu ise Boğa burcu, oturaklı adammış. Onu zaptetmeye çalışıyormuş, patlatıyormuş kafasına bir tane otur aşağı diye?
Peki Hıncal Baba'sı bu "seviyeli birliktelik"e ne diyormuş ya da ne demiş?
Gülmüş, hanım kızımıza "Seni iş için yolluyoruz, yaptığın işe bak!" demiş... (x)
Sanki bu iş değil?
* * *
DİYECEKSİNİZ kim bu?
Kim bu "Küçük Hanım" ya da hanım kızımız?
Ayşe Özyılmazel...
"Sabah" gazetesinin eki "Günaydın"ın köşe yazarı...
Biz "Gazetecilik, köşe yazarlığı meslek değildir" dediğimiz zaman tepesi atanlara saygıyla sunarız.
Gazetecilik, köşe yazarlığı "meslek" değil, iştir iş!
Nasıl iş?
İşte böyle bir iş!
Sinemanın kadın, kız oyuncularına yakıştırılan hoş olmayan bir deyim vardır:
"Onların yolu, yönetmenin yatak odasından geçer!" diye...
Artık bu iftiradan vazgeçsek iyi olacak...
———-
(x)Yeni Aktüel, sayı 64/2006-40, Özsel Tortop