ABDULLAH ÇATLI'NIN EŞİNDEN OLAY SÖZLER : "MERCEDES'İ KİMİN TAKİP ETTİĞİNİ SEDAT BUCAK AÇIKLASIN "
KAYNAK : Haber Vitrini
6 yıl önce Susurluk’ta meydana gelen kazada ölen eşi Abdullah Çatlı’nın içinde bulunduğu Mercedes’i birilerinin takip ettiğini ileri süren Meral Çatlı, bunların MİT mi, yoksa Emniyet mensubu mu? olduğunu Sedat Bucak’ın açıklaması gerektiğini söyledi. Nuriye Akman’a konuşan Meral Çatlı, Bucak’la bu konuyu görüşmek istediğini; ancak “Rahatsızım.” cevabı aldığını kaydetti.
Abdullah Çatlı’nın kızı Gökçen ise, babasının misyonunu kendisinin üstlendiğini ifade etti. Gökçen Çatlı, “Çevremde büyüğüm olarak gördüğüm insanlar, babamın bana bıraktığı mirası, kesinlikle başkasına devretmemem gerektiğine inanıyor. Bunu kendim de istiyorum.” şeklinde konuştu. Çatlı ailesi, Akman’a; kimlerden maddî destek aldıklarını, Abdullah Çatlı’nın hangi kurumlar arasındaki çatışmaya kurban gittiğini ve Çatlı’nın çekirdek kadrosunun bugün ne yaptığına dâir birçok bilinmeyeni de anlattı.
Susurluk kazasının anıları artık ufkumuzdan yavaş yavaş siliniyor. 3 Kasım seçimleri, kazanın 6’ncı yıldönümüne denk geldiği için Susurluk bu yıl daha da az konuşulacak. Seçim hengamesi, hatırlamamız gereken asıl gerçekleri boğacak. Kazanın ortaya çıkardığı ilişkiler ağından toplumun kalbine saplanan yüzlerce soru oku yine havada kalacak. Bu sohbette sorulara konu olan olaylar sadece birer araçtı. Ben dikkatimi, olayların gerisindeki üç mağdur kadın, Meral, Gökçen ve Selcen Çatlı’yı hissetmeye yönelttim. Bilebildikleri ve şartların izin verdiği kadar, hiçbir sorumu cevapsız bırakmadılar. Onları sadece Abdullah Çatlı’nın “esas oğlan” olduğu bir filmin figüranları olarak görmediğimi anladılar. “Geride kalanlar” filminin başrol oyuncularıydı onlar. Gel–gitlerini, açmazlarını cömertçe yansıttılar. Kuşkuyu kendilerine haram kılarken, hayatın getirdiği sürpriz aydınlanmaları ima ettiler. Geçmiş onlara “misyon” dayatırken, geleceğin “kaybetmeyin beni” sesini duymazlıktan gelemediklerini gösterdiler. Entrika alışkanlığı ile sükunet ihtiyacının ruhlarını mekan tutan çatışmasını benimle paylaştılar.
Çatlı’nın cenaze töreninde görmek isteyip de göremedikleriniz oldu mu?
Meral: Sedat Bucak ile ölüme giden yolda beraberdiler. Ama Sedat Bey, Abdullah Bey’in mezarı başında yoktu. Daha sonra telefonda konuştum; ama önceden ailecek görüşmüş olduğumuz için çocuklarımı ziyaret etmesini isterdim. Şu anda da görüşmüyoruz.
Gökçen: Bir siyasi insan gibi davranamıyor bazen. Ben derin siyasetin, insanın duygularını gaddarca ezdiğine inanıyorum. Sedat Bey istemiştir mutlaka bizi görmeyi. Karşısına engeller çıktığı için gelememiştir.
Meral: Gelip gelmemesi çok önemli değil. Benim şüphelerim vardı, o son dakikaları anlatmalıydı bize.
Gökçen: Biraz da çekindiler. Çünkü annem “Meral Hanım sen bunu diyeceksin, biz bunu yapacağız” gibi lafları kaldıramaz.
Meral: Ben 5 yıldır kimseden emir almadım. Kimsenin “böyle olması gerekir Meral Hanım” diye yol göstermesine dayanamam. O yüzden yollarını ayırdılar.
Gökçen: Sedat Bucak babamın çok parası olmadığını bilirdi. Maddi sıkıntı çekebileceğimizi tahmin edebilirdi. Maddi olarak mağdur durumda olduğumuzu iletmiştim ona. Fakat kimseye kırgınlığım kalmadı. Şimdi babamın mazisini sırtlayaraktan yarına koşuyorum.
Babandır, seversin; ama neden onun mazisini sırtlanıyorsun ki? Belki onaylayamayacağın şeyler de vardır o yaşamda...
Meral: Onaylayamayacağı şeylerden Gökçen’in haberi olmaz zaten. Gökçen babasının misyonunu kabulleniyor. Babam Çatlı kitabında, bir evlat olarak babasını eleştirdi.
BABAM BU CAMİADA TEKTİ
Ben fazla eleştiri görmedim kitapta.
Gökçen: Babamı suçladığım dönem, sadece cezaevinden çıktığı altı aydı. Vefatından sonra ideolojisine büyük saygı duydum. Çevremde babamı kıyaslayabileceğim çok insan vardı. Evet dedim benim babam gerçekten bu camiada tekmiş. Eğer babamın samimi bir arkadaşının ailesinin başına bizim başımıza gelenler gelseydi, babam eminim onlarla ilgilenirdi. Vefat eden arkadaşlarının ailesine hep sahip çıktı çünkü.
Ama babanın hayatını bütün detayları ile bilmen mümkün değil.
Gökçen: Mutlaka tabii.
Öyleyse misyon yüklenmek senin için bir zorunluluk mu?
Gökçen: Eğer devleti sahip çıksaydı, o dönemlerde yirmi yaşında olan genç bir kız ve annesi halka belki bu kadar çok seslenmek istemezdi.
Devlet nedir?
Gökçen: Bana göre sadece stratejidir. Dönem dönem strateji değiştikçe başındaki adamlar da değişiyor.
Dolayısıyla devletin kutsallığı sanal bir şey, öyle değil mi?
Gökçen: Belki dönemlik stratejilere saygımız oluyor. Belki 1990–94 arasındakine olmamıştır. Ama şuramda anlamsız bir devlet sevgisi var.
Kim ne yapıyorsa, devlet adına yapıyorum diye satıyor bize. “Benim babam da, başkasının babası da, öbürünün kocası da böyle” diyebiliyor musunuz?
Gökçen: Zor, karışık ve felsefi konular bunlar. Bugünkü 27 yaşındaki ruh halimle, 20 yaşındaki beslediğim duygular aynı değil. Belki de sanal dediğiniz devletin özlemiyle bu kadar çok sevdim devletimi.
Sen babanın devletini sevdin.
Gökçen: Evet, babamın ideolojisine çok saygı duydum. Dileğim şu ki, ben de inşallah bunlara bir şey katabilirim. Babam gibi insanların dört dörtlük olduklarına ben de inanmıyorum. Fakat bu insanlarla da Asala’nın çökertilmesine gidildi.
Bak, “Gladio’nun Türk Tetikçisi Reis” kitabında deniyor ki: Bu Asala meselesi bir masaldır. Çünkü yurtdışındaki mahkemelerde Ermeni davası ile ilgili bir eylemin kaydı yok.
Gökçen: Çok dar bir bakış açısı. Bu uluslararası bir mesele. O kayıtlar olsaydı Apo davasından daha büyük bir davaya dönüşürdü. Çünkü Fransız mahkemesi ya Türkiye’yi cezalandıracaktı ya da Asala’yı ödüllendirecekti. Elbette öyle bir şey çıkması mümkün değil. Asala’ya karşı savaşmak için silahları nereden temin edecekti babam? O zaman arkasındaki Türkiye devleti ortaya çıkacaktı. Fransa Ermenilere destek veriyordu. O zaman iki ülkenin savaşı olacaktı.
Kamyon şoförü ile ilgili bir bilginiz var mı?
Meral: Yok. Devlet, gerçekten devletliğini yapmış olsa, devletin başındaki büyüğümüz, Susurluk Davası’nı yeniden açar. Kim yargılanmış? Abdullah Çatlı’yı ne ilan ederlerse etsinler umurumda değil. Benim için önemli olan, kocam kazaya mı kurban gitti, öldürüldü mü?
Sanki “öldürüldüğünü” öğrenirseniz “kahramanlığının” altını çizebileceğiniz için rahatlayacaksınız. Öldürülmesi hep beklediğiniz bir şeydi çünkü.
Meral: Beklediğimiz bir şeydi de kimse açıklama yapmadı. Abdullah Çatlı devlet için kendini hibe etmiştir. Özel bir hayatı kalmamıştır, yaşatılmamıştır. Birileri gidip Abdullah Çatlı’nın kulağına fısıldıyor 18–19 yaşında. “Sen bunları yapacaksın yavrum” deniyor. Büyük bir görev veriliyor. Bugün, Çatlı öldürüldü mü? sorusuna geliyoruz.
Gökçen: Bana gelen bilgiler, kaza olmadığı yönünde. Kamyon şoförünün yanında bir kişi daha vardı, o hiç gündeme gelmedi. Anında kayboldu adam.
Meral: Uğur Dündar’ın programında, Arena’da gösterilen, kaza olduğu esnada çekilmiş bir resim vardı. Bu resimleri kim çekiyor? Arkadaki korumalar birbirlerini kaybetmişler.
Belki de özellikle kaybettiler...
Meral: Günlerce de konuşsak cevap bulamayız. Kaza olduğu anda, Sedat Bey önde, eşim ve hanımefendi arkada idi. Eşimin kapısı açılmış, yaşıyor imiş. Korumaların anlattıklarına inanmak mecburiyetindeyim. Ve anında çekilen bu resim, şüphelerime haklılık kazandırıyor. Arkadan bir araba takip ediyormuş.
Takip MİT adına mı, Emniyet adına mı yapılıyor?
Meral: Sedat Bey cevap verecek bunlara. Ben kendisiyle görüşmek istedim, “Rahatsızım.” dedi o zaman. Ama şu an gayet sıhhatli ve yine milletvekili seçilecek.
Gonca Us’un ailesi ile görüşüyor musunuz?
Meral: Hayır. Abdullah Bey’in imam nikahlı eşi diye bahsedildi. Abdullah Bey imam nikahlı eşini alıp, o kadar kişinin içinde gezdirmez.
O da teşkilattan biri miydi yani?
Meral: Demek ki Gonca Hanım da kullanılıyormuş. “Eşiniz mi kullanıyordu?” diyorsanız, gerekiyor ki yapmış derim. İlişki ne boyutta olursa olsun asla bir komplekse girmedim. Gonca Hanım’ın kendisiyle de telefonda görüştüm. Bana “Kocanızla bizim vazifelerimiz var.” dedi. Fakat kendisi hayatını onayladığım bir hanım değildi. Abdullah Bey erkektir nihayetinde. Kadın kısmı biraz böyle şeylere gözünü kapamalı. Demek ki benim kocam gerekli görmüş yapmış.
Babam Çatlı’da sık sık ağabeylerden söz ediyorsunuz. “Ya beni yanlış yönlendirdilerse?” gibi bir soru işaretiniz hiç olmadı mı?
Gökçen: Şu an güvendiğim, abi diye baktığım iki kişi var. Onların sözünü bile muhakeme ediyorum. İlişkilerimiz abi kardeş gibi. Dönem dönem öğrencileri oluyorum, sohbet ediyoruz. Çoğu konuda yüzde yüz onlar haklı diyorum. Ama, onları yargıladığım konular da oluyor.
Meral: Abdullah Bey’i yargılıyorum ben. Vazife vazifedir; ama gerektiği kadar babalık görevini yerine getirmedi. Gökçen, babasının vefatında 19 yaşını bitirmişti. Gökçen ile 4,5 yıl beraber kalabildiler.
Sizi Fransa’ya bir aile görüntüsü vererek, kendi güvenliğini sağlamak için mi götürdü?
Meral: Değil, asla.
Ama ateşin ortasında ne işiniz vardı sizin, iki küçük çocukla birlikte?
Gökçen: O annem ile babam arasında olan bir dava. Annem yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Annem Nevşehir’e göre biraz çağdaş bir kadındır.
Meral: Avrupa’da yaşadıklarım, Türkiye’de yaşadıklarımdan hafif geldi. 80’de Abdullah yurtdışına çıktı, 82’de ben.
BU KADERİ BEN İSTEMEDİM
Neydi sizi Nevşehir’de bu kadar dehşet içinde bırakan?
Gökçen: Annem kendi ailesinin değil babamın ailesinin yanında kalıyordu. Anadolu mantığını bilirsiniz, gelin işte.
Avrupa’da kaç ev, kaç pasaport, kaç ülke değiştiriyorsunuz? Böyle bir hayatla kıyaslanacak nesi olur Nevşehir’in? Kaynana baskısı hafif kalmaz mı?
Meral: O zaman 5 yaşında olan Gökçen’in öldürülme olayı vardı. Benim ile Abdullah’ın yaşayacağı zorluklar her gün patates yemek, her gün oradan oraya gitmek, evlat olayı ortaya gelince hiç kalıyor. Her şeye veda edersiniz yani.
Gökçen: Anaokuluna gidiyordum ben, hemen geri alındım.
İhbar falan mı geldi?
Meral: Evet, Fransa’ya gitme sebeplerinden bir tanesi bu. Öbür sebepler çok özele giriyor.
Ama bir ateşten kaçırıp, öbür ateşin içine attınız kızlarınızı.
Meral: Evet; ama bu kaderi ben istemedim. Ne hayallerle evleniliyor. Kalkıp Fransa’larda, orada burada bu olayları yaşamak gibi bir zorunluluğu olmamalı insanın. Ama “bu senin kaderin” denildi bana.
Gökçen: Bence o kaderi babam seçti.
Peki bu kaçma, kovalamacalar, sahte isimler sizi paranoyak yaptı mı?
Meral: Her şeyi mantıklı düşünen, gözlemci bir insanım. O zaman gençlik enerjisi vardı. Oradan oraya kaçmak şey gibi geliyordu. Abdullah Bey ile beraber olmak, çocukları da beni de rahatlatıyordu herhalde. Çok sakin bir hayatı kaldıramam mesela. Çünkü entrikaya alışmışsın, öyle yetişmişsin.
Şu anda entrikalarla boğuşuyorsunuz o zaman.
Meral: Yaşamın getirdiği şekilde.
Gökçen: Belli bir sorumluluk var, taşımak zorundasın. Çevremde büyüğüm olarak gördüğüm insanlar, babamın bana bıraktığı mirası, kesinlikle başkasına devretmemem gerektiğine inanıyorlar.
Ama büyük bir haksızlık bu sana yaptıkları.
Gökçen: Ne yazık ki evet. Ama bunu kendim de istiyorum.
Babanın misyonu diye diye inandırmışlar seni.
Meral: Babasının bıraktığı Çatlı soyadını devam ettirmek adına Gökçen mücadele ediyor.
Meral Hanım, yeterince çekmediniz mi? Neden yeni bir belirsizliğe kızınızın girmesine izin veriyorsunuz?
Meral: Babasının hayatını bire bir yaşamak istemiyor Gökçen; ama ister istemez bu kitabı yazmak mecburiyetinde kaldı. İçindeki volkanı dışarı attı.
Gökçen: Kimse beni sürüklemedi yaz diye, ben kendim karar aldım.
Bunu “abiler” yapabilir, neden sen üstleniyorsun ki?
Meral: Abiler bizim yaşadığımız olayı yaşamadılar ki. Abiler, o fareli evlerde mi kaldı, bizim yediğimiz kuru ekmeği mi yediler? Hayır.
Gökçen: Misyonu yüklenmek içimden geliyor. Bir şeyler yapmak istiyorum.
Yanıltılacağını, bir taraflara çekiştirileceğini, kendini oynanacak bir malzeme haline getireceğini görmüyor musun? Öyle bir tehlike yok mu yani?
Gökçen: Var tabii, haklısınız.
Meral: Gökçen’i bu konuda ikaz etmeye çalışıyorum. Fakat yaşı itibarıyla çok enerji dolu bir kız. Bu kitabı yazdı, şimdi ikinci kitaba başladı. Gökçen babasından ve benden hesap sorabilir. Pekala ben kimden sorayım? Kaderim diyor, arkasına sığınıyorsunuz. Ama bu kadar da kader olmaz ki!
Ama Meral Hanım, hesap soramadığınız kaderi, kızınızı kullanarak sorguluyorsunuz şimdi.
Meral: Asla. Benim ağzım laf yapmıyor mu? Hesap sormam mı birilerini görebilsem? Yakalarına yapışacağım da hepsi perde arkasında. Gökçen, Abdullah Bey’in oynanan kaderiyle hesaplaşıyor.
Ama neden, “Evladım bak, babanın enerjisini kullandılar, küçücükken kulağına bir şeyler fısıldandı, birileri babanı bir tarafa çekiştirdi, birileri öteki tarafa. Seni de aynı şekilde yapacaklar” demiyorsunuz?
Meral: Beş yıldır lütfen bir bakın dışarı. Bugün Meclis’te milletvekilliği yapan bazı insanlar Abdullah Bey’in ismini kullanarak o koltuğa oturmuşlardır. Neden iyi şeyler o insanlara layık da, kötü şeyler Gökçen’e müstahak? Gökçen’in içinde, ne kadar da kırgın olsa, bu devlete hizmet etme isteği var. Bunun önüne geçemezsiniz.
Ama devlet zannederek kime hizmet edeceğinizden hiçbir zaman emin olamayacaksınız.
Gökçen: İnşallah, babamın o dönemde yaptığı bir iki hatayı ben yapmam. Babamla yaşanan devir kapandı. Benim şu an damarlarımda bir şeyler yapmak isteği var. Babamın arkasından düzenlenen onca karalama kampanyalarına karşılık, ben hala milli bir insanım. Belki birtakım şeylere emek verdiğim için, dizginleyemediğim bir aşk, bir öfke var içimde.
Ama unutma, zaman diye de bir öğretmen var Gökçen...…
Gökçen: Bana öyle geliyor ki, benim doğrularımın da iki üç aylık müddeti olacak. İnşallah yanılmam ve kendime ihanet etmem. Belki babamın coşkularını içimde yaşatıyorum. Boyumdan büyük işlere kalkışıyorum. Belki bir gün cıs olacağım. Ama alıştım artık. Bu belki bir bağımlılık. Sigara gibi. Yapamadığım müddetçe kendimi kötü hissediyorum.
KIZIM 2 YILDIR İŞ ARIYOR
Babanın çevresi bu misyonu sana aşılamaya devam edecek, kendini psikolojik baskı altında hissetmen için ellerinden geleni yapacaklar.
Gökçen: Siz de haklısınız.
Meral: Ben onaylamıyorum Gökçen’in bu misyonu üstlenmesini. İlla ki başarılı olmak istiyorsa, başka konularda da faydalı olabilir devlete. Bu kız Saint Benoit mezunu. Yurtdışında eğitim görmüş, şu an hatırlı bir üniversitede masterını yapıyor. Biz iki yıldır Gökçen’e iş bulamıyoruz. Abdullah Çatlı, ismi büyük, kendi yapayalnız bir insandı. Bizim çevremiz çok kalabalık; fakat bu evin içinde, ben kızımlayım. İki yıldır Gökçen’e bağıra bağıra diyorum ki, enerjini sarf edecek bir görev yapman lazım; ama iki yıldır bu çocuğum işsiz.
Gökçen: Anneme göre! Benim işim öğrencilik. Sosyal antropoloji çok güzel bir bölüm.
Meral: Bakın biz maddi manevi beş yıldır çok mücadele verdik. Abdullah Çatlı, mültimilyarder değildi. Sadece gördüğünüz bu ev var.
Ne oldu şirketler?
Meral: Hiçbir şey. Elime gelen doküman iflas.
Babanızın ortakları vardı?
Gökçen: Onlar da mağdur oldular.
Meral: Haluk Kırcı şu an cezaevinde. Ahmet Baydar vardı, şu an ne yaptığını bilmiyorum. İki buçuk milyar ile kaldım ben.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:21