AYDIN DOĞAN'DAN MÜTHİŞ İTİRAFLAR : SABAH GAZETESİ'NE DESTEK ÇIKMAMI BAŞBAKAN ECEVİT İSTEDİ
KAYNAK : Haber Vitrini
ANKARA/Meclis komisyonunun sorularını cevaplandıran Aydın Doğan'ın müthiş itirafları sürüyor.Aydın Doğan, Sabah Gazetesi'ni satın alıp almadığıyla ilgili bir soruya,"Ben, Sabah’a kesinlikle sahip olmak niyetiyle değil, o gün, gizli tarafın yok, Sayın Başbakan da rica etti, dedi ki, burada çok gazeteci var, ne olacak dedi. Biz de elimizden geldiği kadar, çünkü, Başbakan gazeteciler konusunda çok hassas. Kendisi de meslekten olduğu için. Ben de, elimden geldiği kadar, Sabah’a, meslekî dayanışma içerisinde yardım ettim. Şu anda da elimden geldiği kadar birtakım yardımlar ediyorum; ama, evvela can, sonra canan. Kesinlikle Sabah Gazetesinin sahibi olmak gibi bir niyetim yoktur" dedi.Aydın Doğan Hürriyet Gazetesi'nin Tansu Çiller için,"Eroin kaçakcısı" haberine de çok kızdığını belirterek,"Bu haber üzerine gazeteye gittim.Dedim ki 'Ya buna siz inanıyormusunuz?'Böyle mantıksız şeyler yazarsanız sonra gerçek bir şey yazarsak ta inanan olmaz' dedim" şeklinde konuştu.
İŞTE TUTANAKLARIN İKİNCİ BÖLÜMÜ;
AYDIN DOĞAN – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sorduğunuz bütün suallere bütün samimiyetimle, elimden geldiği kadar, lehimde ve aleyhimde olanlara cevap vereceğim. Çok soru soruldu ve biraz da dağınık sorulduğu için, pat pat sorulmadığı için, atlayabilirim. Atladıklarımı da şuna cevap vermediniz diye lütfen beni ikaz ediniz. Zamanı iyi kullanmaya çalışacağım. Birbuçuk saatte sorulan sualleri bir saatte cevaplandırabilirsem, ne mutlu bana.
Şimdi, birinci sorudan başlayalım. Sayın Yusuf Kırkpınar’ın sorusu. Bu soruyu ben neresinden tutayım, yani, bunun hangi mantığı var, böyle şey olabilir mi efendim.
BAŞKAN – Sayın Doğan, lütfen, sizin cevaplarınız bana hitaben olacak; çünkü, arkadaşlarımız da bizim aracılığımızla ilettiler sorularını.
AYDIN DOĞAN – Peki. Sayın Başkanım, kesinlikle böyle bir şey yoktur, böyle bir şey söylemenin mantığı yoktur: Böyle bir yakıştırmayı hangi mantıkla yapıyorlar, bilemiyorum. Turgut Yılmaz, bu gazeteyi alacak 300 milyon dolarlık gücü nereden buldu? Böyle bir güç varsa, ben bir siyasetçinin kardeşine gazete satacak kadar aptal mıyım?
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Tokadı kimden yediniz?
AYDIN DOĞAN – Anlatacağım efendim, Korkmaz Yiğit’ten.
Şimdi, arkadaşlar, bir defa, birinci soru, hakikaten, ben sizi tenzih ederim, ama, gayriciddî bir dedikodu. Bu, maalesef, hükümet kanadı arasında da, Milliyetçi Hareket Partisi de böyle bir şeye kapıldı. İşte, Turgut Yılmaz ortak olmuş, gitmiş, onun için biz... Yani, bir sürü dedikodu.
NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) – Önce Akşam Gazetesinde çıktı Sayın Doğan; onu bir açıklayayım.
AYDIN DOĞAN – Böyle bir şey mi çıktı? Ben duymadım, olamaz, mümkün değil. Bunun mantığı yoktur. İkinci soru, Anavatan Partisiyle, Mesut Yılmaz’la ilişkiniz nedir; sanki o partinin üyesi gibisiniz.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Üyesi olabilirsiniz, ben öyle demedim.
AYDIN DOĞAN – Hayır, organı gibisiniz dediler. Bu da bana göre sübjektif bir değerlendirme. Ben bütün siyasî parti liderleriyle zaman zaman çok yakın olmuşumdur. Mesela, nur içinde yatsın, ben, seçimlere giderken Turgut Beyle çok yakındım, devamlı olan destek verdim; ama, Turgut Beyin iktidarından sonra da devamlı kavga ettim. Binaenaleyh, liderlere yakın olmam, benim onun partisinin yanında olmam manasını çıkarmaz; bir. İki; eğer yayın organlarımı tetkik ederseniz, Mesut Bey aleyhinde çok acımasız şeyler bulabilirsiniz. Bu, ANAP’ın organı lafına katılmam mümkün değil. Üç; maalesef, çok önemli bir gelişme oldu, bunu söylemek istiyorum. Geleneksel olarak Türk medyası muhalefetle işbirliği yaparak iktidarı eleştirir; çünkü, medya da kamuoyu avukatlığı yapar, kamuoyunun sözcüsüdür; muhalefet de bunu yapar. Onun için, muhalefetle medya devamlı bir arada olurlar. Sadece iktidarlara altı ay, bir sene bir avans verirler. Fakat, maalesef, bu olmadı. Süleyman Bey muhalefette iken, her hafta bize bir dosya verirdi. O dosyaların içerisinde kendi çalışma grupları, kendi bürokratlarının sızdırdığı şeyler, biz tetkik ederdik. Bunların işimize gelenlerini, yani, doğru olduğuna karar verdiklerimizi yayınlardık. Hatta, zaman zaman, kardeşim bu dosyayı yayınlamadınız dediği zaman da, Süleyman Bey kusura bakma, bu senin siyasî görüşüne çok uygun derdik. Ondan sonra bu olmadı. Muhalefet maalesef, medyayı takip olarak aldı. Yani, bizim elimizden muhalefet, tarafsız olma ilkemizi elimizden almaya gayret etti. Ben tarafsız olamadım, bırakmadı; çünkü, bıraktı siyasî partilerle kavgayı, benimle kavga etti. Ben, Recai Beye bunu geldi anlattım; dedim ki, Recai Bey, sizi ben muhalefet olarak tenkit ediyorum. O zaman daha bölünmemişlerdi. Siz görevinizi yapmıyorsunuz, kolayını buldunuz, tekelci, kartel medyası deyip, çıkan Mecliste bana sövüyor, ben de orada yokum, ha bire beni eleştiriyorlar. Beni eleştireceğinize hangi dosyayı verdiniz bize, hangi yolsuzluğu buldunuz da yayınlamadık, ne getirdiniz de bize yayınlamadık; hiçbir şey getirmediniz. Yine bir talihsizlik oldu, cumhuriyet tarihinde ilk defa, 1996 yılında, Sayın Erbakan Meclis kürsüsüne çıktı, “bu medyanın bir eli devletin cebinde bir eli devletin kasasında, göreceksiniz, pazartesi gününden itibaren bunlar 180 derece dönecekler, beni destekleyecekler; eğer desteklemezlerse, ben onlara getirin bakalım paraları diyeceğim” dedi. Bunlar Meclis zabıtlarında var ve devlet televizyonunda söylendi. Ben o gün, Sayın Erbakan’a çok sert bir mektup yazdım, hem kendisine hem bütün siyasî parti liderlerine hem de Cumhurbaşkanına, dört sayfalık, dedim ki, “bakın, Başbakan oldunuz, şu andan itibaren devletin bütün imkânları elinizde. Eğer kimin eli devletin kasasındaysa, onu bulup kırmazsanız, eğer kim devletin bankalarından para götürdüyse, onu çıkarıp teşhir etmezseniz, biz sizi teşhir edeceğiz ” dedim. Çok da ileri gittim. Sonra bana dedi ki “ben de senin gibi düşünüyorum, senin anan Hacı, baban Hacı, senin oralarda ne işin var gel bizim partiye” dedi. Dedim ki, şimdi bu ayrı, bu siyasî bir şey. Yani, şunu anlatmak istiyorum. 1995 seçimlerine giderken, Tansu Hanımla ben çok canciğerdim; yani, benim evime Çamlıca’ya Mesut Bey gibi Tansu Hanım gelmişti. Oturduk, yemek de yedik, sohbet de ettik; ama, 1995 seçimlerine girerken de kavga ettik. Ben siyasî liderlerle dost olabilirim, ahbap olabilirim; hiçbir zaman yayın organlarım bir kuruluşun organı olmamışlardır. Sadece şu olmuştur: Muhalefet, bizi hep eleştirdiği için, biz aşırı muhalefet yapma imkânı bulamadık; yani, bize hiçbir belge vermediler, bize hiçbir araştırma vermediler. Hem çıkıp Mecliste bize sövdüler hem de çıkıp bizim gazetelerimizi kaynak göstererek iktidarı tenkit ettiler.
Bakın arkadaşlar, burada sizi suçlamak için söylemiyorum. Hiçbir siyasî grup, benim gazetelerimin çıkardığı kadar Türkiye’de vurgunu, üçkâğıdı çıkarmamıştır, hepsini benim gazetelerim çıkardı ve milletvekilleri de bizim yayın organlarımızı alarak çıktılar. Halbuki, ben isterdim ki, bütün siyasî partilerin bürokraside adettir Türkiye’de, bürokraside kendi yandaşı olanlar iktidar değiştirince müşaviri olurlar. O müşavirler gelir siyasî partilerde çalışırlar, onların araştırma gruplarında çalışırlar, onlar dosya hazırlarlar. Ben böyle alıştım.Süleyman Bey zamanında. İlk olarak Bülent Bey Başbakan olduğu dönemde ben gazete sahibi oldum 1979’da. O yıldan bu yana, böyle alıştım ve bir şey daha söyleyeyim arkadaşlar, bizim mesleğimiz, hiçbir yayıncının bir siyasetçiyle uzun süre dost olmasını mümkün kılmıyor. Onun için biz kimseyle dost değiliz. Eğer Mesut Beye sorsanız, bir dokunsanız bin ah işitirsiniz. Ben Mesut Beyi altı ayda, bir senede bir görürsem, o da eleştirir. Zaten siyasetçiyi yayınla tatmin etmek mümkün değildir. Müsaade ederseniz, burada bir anımı anlatmak istiyorum. Son Havadis Gazetesinin sahibi Mustafa Özkan bana dedi ki “her gün gazeteyi erken basıyorum, Süleyman Beyi birinci sayfaya koyuyorum, tam sayfa yapıyorum götürüyorum, bakın beyefendi ne güzel gazete bastım diyorum, Süleyman Bey alıyor bir bakıyor, böyle gazete olur mu diyor. Ulan ben ne yapacağım bu adama dedim. Sonra bir gün 18 sütun yaptım, sporu da döndüm, bütün kapağı Süleyman Beye ayırdım götürdüm, hah kardeşim gazete böyle olur dedi.” Siyasetçi ile yayıncı şey olamaz. Bu Mesut Beyle benim bir dostluğum vardır. Hepsine karşı ben dost olmak istiyorum; ama, kesinlikle yayınlarımız bundan da tenzih ederim, ANAP’ın şeyi gibi değildir. Alır bakansanız yayınlarımızda her gün Mesut Beye ağır eleştiriler görürsünüz. Eğer şu günlerde bir Avrupa Birliği havası dolayısıyla, yani, şimdi varsayımla söylüyorum, biz de Avrupa Birliğine Türkiye’nin girmesini istiyoruz. Böyle bir şey varsa bundandır arkadaşlar.
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Efendim, bu sıkıntıları Sayın Ecevit’le de yaşadınız mı gazetecilik hayatınızda; yani, bir partiye şey vereceksiniz, bütün sayfa isimler çıkaracaksınız.
AYDIN DOĞAN – Hayır, bakın bu söylediklerim benim değil, Mustafa Özkan’ın anlattıkları, benim gazetem değil.
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Yani, siz yaşadınız mı; merak ettim. Genel Başkanımı yeterince tanırım, ama...
AYDIN DOĞAN – Bülent Bey, ilk Başbakanlığı sırasında beni davet etti, gittim. Kendisi dedi ki, biz size baktık, Halk Partili bir aileden geliyorsunuz, babanız Halk Partili, bütün aileniz Halk Partili dedi. Benim öyle bir yapım var. Eşim Demokrat Partili. Biz Gümüşhane’de hep kavga etmişiz, uzun bir hikaye. Şu anda bakıyorum, gazeteniz çok bizim aleyhimize döndü dedi. Dedim ki Bülent Beye, efendim, ben daha yeniyim, gazete sizin aleyhinize döndüyse, bende aramayın bunu. Genel yayın müdürü aynı, Mümtaz Soysal orada, rahmetli Örsan orada, Bedri Koraman orada. Eğer gazete biraz sizin aleyhinize döndüyse, yani, sanki siz biraz yolunuzu değiştirdiniz, onun için döndük, gazetenin tarzı budur. Ama, Bülent Bey, basına karşı son derece dikkatlidir kendisi de gazeteci olduğu için.
Yeri gelmişken diyor İmre Hanım, sorulardan biri var, onu da bitirelim, şu pijama olayı. Bu tabiî, çok özel bir şey; ama, arkadaşlar, sizi temin ederim, ne benim aile tarzım, ne yetişme tarzım ne de ahlakım, seçilmiş insanlara karşı, muhtarı küçümseyerek demiyorum, muhtara dahi son derece saygılıyımdır; çünkü, seçilmek, seçimle gelmek her babayiğidin işi değildir. Bazen arkadaşlarıma derim, hele gidin seçilin de gelin bakayım derim. Binaenaleyh, ben seçilmiş insanlara karşı son derece büyük bir saygıyla büyüdüm. Ben, burada yine ısrarla söylüyorum, eğer bir insan yatakta değil, hasta değilse, bir ülkenin başbakanını pijamayla, eşofmanla karşılayacak kadar aşağılıksa, ben o adama terbiyesiz derim, aşağılık derim. Mesut Bey, Çamlıca’da benim evime geldi, yazın, ağustos ayında, ben ceketli ve tişörtlüydüm, altımda da kot pantolonum vardı. Tişört dediğim, yani, gömlek. Simokinli değildim. Geldi Mesut Bey dedi ki, çıkarın şunları. Ceketleri çıkardık, kendisi de ceketini çıkardı, kravatını da çözdü. Kalkarken de ani kalktı, Mesut Beyle beraber tişörtle gittim. Yani, yazın herhalde simokin giyecek halim yoktu ve pazar günü saat 1’de, 2’de, çok sıcaktı ve bunun adını pijamayla, eşofmanla karşıladı dediler. Üzülmüyorum ama, benim saygım buna müsait değil, ben böyle bir adam değilim. Resimlerde de kotla, tişörtle gösteriyorlar beni, ama, pijamayla diyorlar.
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Pijamayla pantolonu ayıramıyorlar demek ki.
AYDIN DOĞAN – Şimdi, Tevhit Beyin soruları genel sorular olduğu için hepsini birleştiriyorum. Teşvik, herkes tarafından soruldu. Arkadaşlar, bir kredi teşvikinden bahsediliyor ve bir 600 milyon dolardan, 1 milyar dolardan bahsediliyor. Bunda kesinlikle büyük yanlışlıklar var. Bu, kesinlikle iftira arkadaşlar. Bakın, bir şey söyleyeyim. Bir defa, teşvik nedir, bunun manasını koyalım. Teşvik, insanların cebine para koymak değil, ben yatırım yapıyorum, yatırım yaparken de makine getireceğim, bana gümrük indirimi yapıyor. Yani, ayakkabıcı yatırım yaparken ona gümrük indirimi yapıyorsun da, buzdolabı fabrikası yatırım yaparken ona gümrük muafiyet yapıyorsun da, gazeteler makine getirirken ona niye gümrük muafiyeti yapmayacaksın. Bir de Ortak Pazardan getirdiğimiz için şimdi o da yoktu. Binaenaleyh, böyle teşvik yoktur; bir. İki: Tabiî, burada şimdi siyasî partilerin hepsi olduğu için, hiçbirinin aleyhinde konuşmam da mümkün değil; ama, Tansu Hanım bunu bana Sultanahmet Meydanında söyledi. Ben kendisi hakkında dava açtım ve 100 milyar parasını aldım partinin, tahsil ettim. Parası yok dönemde tahsil ettim faizlerle beraber. Bütün arkadaşlarımız ayrı ayrı tahsil etti.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Sayın Doğan, diyelim ki, aldınız. Alınan borç ödeniyorsa; yani, çok yanlış bir soru bence. Aydıysanız bile, devlete borcunuz yoksa, ödemişseniz, bunu sormak bile...
AYDIN DOĞAN – Ben, sizi şerefimle temin ederim, tek kuruş kredi almadım, kör kuruş almadım. Hakkımdır, ben Türkiye’de ilk üç dört büyük grup arasındayım, 5-6 milyar dolar yılda ciro yapıyorum, 17 000 adam çalıştırıyorum. Tabiî, kredi de alabilirim; ama, almadım. Haram olsun aldımsa, Allah şahidimdir ve bir şey söylüyorum, alsaydım, Tansu Hanım bana 100 milyar ödemezdi ve kendisi de sohbette canımı yaktınız dedi. Partinin de parası yoktu dedi. Kayınvalidem dedi ki “Aydın, sen bu tazminatı bir hayır kurumuna ver.” Hacı Hanım, sen hangi hayır kurumuna ne dersen vereceğim; ama, bunu ben yiyeceğim, Tansu Hanıma kızgınım dedim, vermedim hiçbir yere.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Efendim, ben sorumun cevabını alamadım; yani, bir arkadaşımız karşılıklı soru yok dedi de, böyle bir şey oldu.
BAŞKAN – Sayın Doğan, lütfen, soruları, bana hitaben, Başkanlığa hitaben ve ikili görüşme olmadan yanıtlarsanız.
AYDIN DOĞAN – Kusura bakmayın, ben, bu tip toplantılara ilk defa girdiğim için, kendimi disipline etmeye çalışıyorum.
Binaenaleyh, teşvik konusu, tamamen, bir gazetecinin, bir hanımefendinin bu kin ve intikamı Meclise taşıması, siyasî partilere taşıması, komisyonlara taşımasının arkasında iki neden yatmaktadır. Bu hanımefendinin, kocasının gazetesinde yazdığı yazıları sansür edildi, kendi kitabında yazıyor. Bu hanımefendi, kendi gazetesinde, Bulvar’da yazı yazdı, yazıları sansür edildi; kendi kitabında yazıyor. Oğlunun gazetesinde yazdı, bana anlattı kendisi, Mehmet Ali bana yazdırmıyor dedi. Benim gazetemde üç yıl yazdı. Bir gün -itikatı olduğunu söylüyor- gelsin, Kur’ana ikimiz de el basalım, söylesin, tek bir gün bir yazısına en ufak bir müdahale oldu mu; hayır, kesinlikle olmadı. Bu hanımefendi giderken de bana, methiye mektupları yazarak gitti. Dedi ki, bu mesleği etik olarak siz koruyorsunuz; ama, şimdi neden bana bunu yapıyor. Ben Hürriyet Gazetesinde yazı yazamadım diye yapıyor. Söz verdik, yazdırmadık; çünkü, baktık ki, işin şeyi çıkıyor. Bir de, oğlu televizyonlardan dolayı halkı dolandırdı, promosyonları vermedi, hapse girdi. Ben bunu yazdım diye, bir husumet içerisinde. Böyle şey olur mu ve bu, maalesef, Büyük Millet Meclisine gitti. Üzülüyorum, üzüntüyle söylüyorum. Büyük Millet Meclisinin kapısında durdu, iki günde ısmarlama kanun çıkarttırdı. Bizim o zaman intikam yasaları dediğimiz yasalar, Refahyol döneminde çıkarıldı aleyhimize.
Tevhit Beyin söylediği bir konu daha var. Yargı kararı olmadan insanları suçluyorsunuz diyor. Burada, ben, Tevhit Beye çok haksızsınız demiyorum. Ben de onun kadar bu işten mustaribim. Ertuğrul Bey de şimdi anlatır.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Sayın Başkanım, çok özür diliyorum. Ben, kurumunuzu ve şahsınızı itham ederek değil, medyanın böyle bir alışkanlığı var, siz nasıl değerlendiriyorsunuz dedim.
AYDIN DOĞAN – Şimdi, kendi kurumum adına, bunu ben de zaman zaman görüyorum, kendime de yapıldığını görüyorum ve bundan fevkalade rahatsız oluyorum. Biz, kendi Doğan grubu olarak, grubumuzun en aklı başında, en olgun, en tecrübeli insanlarından Oktay Ekşi, Hakkı Devrim, Taha Akyol, Hasan Pulur, Ertuğrul Özkök, Aydın Doğan, Mehmet Ali Yalçındağ, Doğan Heper, Doğan Hızlan, Mehmet Yılmaz, Güneri Cıvaoğlu gibi grubumuzun en erkil insanlarından bir Doğan Yayın Grubu Konseyi kurduk. Bu konseyin ilkelerini belirledik, Doğan Yayın Grubu ilkelerini belirledik. Keşke, bir kitap olarak getirip siz verseydik; ama, hepinize bugün gönderteceğiz. Dedik ki, bu ilkelerimize karşı, bir yayın ilkelerimiz, bir de konseyin ilkelerine karşı yayın yapan arkadaşlarımıza ceza vereceğiz ve bu konsey ciddî şekilde çalışmaya başladı. Şu ana kadar, bize gelen şikayetlerden ki, demin bir kişisel şikayet vardı.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Benim şahsımla ilgiliydi ve ben, mahkemeye verin dediler, vermedim.
AYDIN DOĞAN – Mahkemeye de verebilirsiniz; ama...
YUSUF KIRPINAR (İzmir) – Hayır vermeyeceğim. Ben hiçbir yayın kuruluşunu vermedim şimdiye kadar. O kişi benim danışmanım falan değil, tanımam da; bunu yazdınız ama.
AYDIN DOĞAN – Efendim, yazdıksa, derhal bizim yayın grubumuza iletin, biz ondan sonra bunlara ceza veriyoruz, bunu yapamazsınız diye ve size de sonuçlarını bildiriyoruz. Eğer doğrusu da oysa, hayır sen haksızsın, doğrusu bu diye bildiriyoruz. Bu işten biz de rahatsız olduğumuz için, altı ay önce bir konsey kurduk. Hiç kimseyi haksız yere eleştirmeye, hiç kimseyi haksız yere teşhir etmeye, insanları yanlış bilgilendirmeye hakkımız yoktur. Bu olmamalıdır. Ben, elimden geldiği kadar, bunu kendi grubumda oturtmak için gayret ediyorum. Bundan sonra da edeceğim. Sizlerden de ricam, eğer şahsınızı ilgilendiren, yalan -ama, size göre yalan da bize göre doğru ise, onu da söyleyeceğiz, öyle değil böyledir diye- şeyler varsa, lütfen, yayın konseyimize müracaat edin, görün ki, mutlaka cevabı size bir ay içerisinde gelecektir. Ben sizden de rica ediyorum, böyle bir itirazınız varsa, derhal yapın.
YUSUF KIRPINAR (İzmir) – Ben, basitçe bir şey söyleyeyim de, bu danışmanlar, mutlaka Meclisten maaş alır ya da özel danışmansa maaş alır. Benim tanımadığım bir insanın, ismini vererek, danışmanım olduğu söyleniyor. Mecliste araştırırsınız. Açtım telefonu, biz öyle duyduk, öyle yazdık dediler.
AYDIN DOĞAN – Siz şikayet ederseniz, biz bu arkadaşımızı çağıracağız. Duyduk yazdık olur mu, olmaz öyle şey. Biz, rica ediyoruz, bunu müracaatla yapacağız.
Arkadaşlar, bir tekelleşme olayı da çok söyleniyor. Bir defa, kesinlikle şunu söyleyeyim ki, elektronik basında... Tekelleşme nedir; tekelleşme, bütün gücü bir grubun veya iki kişinin elinde bulundurmasıdır. Böyle bir şey olamaz. 16 tane televizyon var, 16’sı birbiriyle kıyasıya rekabet ediyor. Devletin 4 tane televizyonu var, tekelleşme diye bir şeyin olması mümkün değildir. Ama, size şunu söyleyeyim, bölgesel veya şey medya diyoruz ya... Bana Andrew Finkel geldi, bana soruyor “siz, bütün televizyonları satın alacakmışsınız böyle bir niyetiniz varmış, böyle bir şey var mı?” Dedim ki “İngiltere’de kaç tane yerel televizyon var?” Baktı baktı “galiba hiç yok” dedi. “Belki 3-4 tane vardır. Sen, Türkiye’de 260 tane var biliyor musun” dedim. Yani, şunu söylemek istiyorum; bu, İtalya’da da geçmişte oldu. Türkiye’nin bu kadar medyayı, bu kadar televizyonu kaldırması mümkün değil. Bunlar neden kurulur, niye kurulur; bir özentidir. Hepsi giderek batacaklardır. Zaten, ulusal televizyonlar da batmaya başladılar patır patır. Onlar da batacak ve bu iş daha stabl, daha olgun hale gelecektir; ama, şunu söyleyeyim; tekel olamaz, tekel olması mümkün değil. Devlet var, 4 kanalı var devletin ve birbirini yiyen bir sürü grup var, o bizden adam çalsın, biz ondan adam çalalım diye her gün uğraşıyoruz, bu, yanlıştır.
Bu açılmışken RTÜK Kanunuyla ilgili görüşümü de söyleyeyim size. RTÜK Kanunu, maalesef, sahiplik maddesi Aydın Doğan maddesi haline getirildi. Görüşmelerde izlerken çok üzüldüm. Adım zikredilerek, bazen tarif edilerek, herkes, bana kartel, elektrik ihalelerin götürecek, bütün devletin ihalelerini alacak, buna yasak koyalım denildi. Bir defa, burada birkaç tane teknik konuyu belirtmek istiyorum. Eğer, ben, televizyon sahibi olarak götürüleceksem, televizyonlardan daha etkin benim gazetem var. Bugün Hürriyet, Milliyet Gazeteleri Kanal D’den daha etkin, o zaman ben onlarla da etkileyerek ihaleleri alabilirim. Binaenaleyh, bunu kabul etmek mümkün değil, bu bir...
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Sahibi olup da başkasının adına olan yayın kuruluşunuz var mı diye sormuştum, belki atladınız.
AYDIN DOĞAN - Onu da söyleyeceğim, geleceğim.
Binaenaleyh, biz, RTÜK Yasasının sahiplik maddesi değişsin, buna da, bu ihalelere de ben gireyim, bütün ihaleleri de ben alayım mantığıyla kesinlikle olamaz, mümkün değil. Niçin yaptık; dedim ki ben, Edirne’den Kars’a kadar, size de soruyorum, ve çıkartırdım gelirken Afyon’u, Gümüşhane’yi –ben Gümüşhaneliyim arkadaşlar- Erzincan’ı çıkarttıramadım, çıkarttırabilirim, ben orada da okudum, bütün gençliğim orada geçti. Hiçbir tanesi bu yasaya uygun değil. Eğer, Edirne’den Kars’a kadar bir tane bulabilirseniz, ben, her şeyimi feda etmeye hazırım. Bakın, ne diyor bu yasa; diyor ki: Televizyon kurmak için 5 kişi bir araya gelecek. Bu 5 kişi, üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri akraba olarak birbiriyle akraba olamaz. Benim Gümüşhane’de üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri akraba olmayan bir adam olamaz, en basiti; çünkü, bu ne demek; benim damadımın kardeşi radyo kuramıyor. Benim Amerika’da eğitim yapmış yeğenim, gelmiş benimle dalga geçiyor “yahu, diyor bir radyo kuralım dedik, dayının şeyi var, sen kuramazsın dediler.” Bu, teşebbüs kabiliyetine aykırı, bu insanların hürriyetini kısıtlayan bir şey, bu bir.
İki, 5 tane adam bulacaksınız, bu adamlar iyi para koyacak, birbiriyle ilgisi olmayacak, bu adamlar sermaye piyasasında işlem yapamayacaklar. Çok sorulan bir soru, sermaye piyasasında manipülasyon yapıldı mı? Sermaye piyasasında işlem yapamayan ve bankacı da olamayacak, öyle şeyler var. Devlet ihalelerine giremeyen adam kimi bulursunuz sermaye? Kimi bulursunuz söyleyeyim size arkadalar, bir mafyayı bulursunuz, iki rantiyeyi bulursunuz, üç tarikatları bulursunuz, başka türlü bulamazsınız. Söyleyin deyin ki, şunu bulurum arkadaş. Yani, teşebbüsün mantığına aykırı, serbest piyasanın mantığına aykırı. 5 tane adam... İşçi şirketleri kurulmuştu bizde 970’lerde biliyorsunuz, hepsi patır patır battı. Böyle şey olmaz. O zaman, ben, şunu diyordum Büyük Millet Meclisine: Yahu, keşke bunların hepsini kapatsınlar.
Arkadaşlar, bir şey daha anlatacağım bilmiyorum ne kadar vaktim var. Ben, 93 senesinde kurdum Kanal D’yi rahmetli Ayhan Sahenk’le ortak kurduk. 94 senesinin Nisan ayında bu kanun çıkınca, ben, Ayhan Şahenk’e dedim ki, bu kanuna göre ben televizyon sahipliği yapamam, 7 milyon dolar zarar ettim, verdim Ayhan Şahenk’e. Geldik 95’e, baktım ki, rakiplerim küfrediyor bana, televizyonlarda yükleniyorlar, gazetede rekabet edemiyorum, ben, gittim Kanal D’yi -bakın burada yine söylüyorum- kendi üstüne değil, yakınlarıma para vererek ve bunu da servet beyanlarında –siz, Millet Meclisi her şeyin üstünde- göstererek aldırıp benim servet beyanlarıma baktırabilirsiniz. Kime para vermişim. Niye verdim bu parayı; o kanalları almak için. Sahibi ben değilim, kanuna karşı da hile değil. Ben diyorum ki, bunun sahibi ben değilim, bu arkadaşlara ben para verdim. Niye verdin kardeşim para; rekabette tek kalıyordum, benim gazetelerimi de desteklesin diye; ama, böyle şey olmaz, böyle üç kâğıt olur mu. Hemen şunu da söyleyeyim; kanun çıktığı gün bütün hisseleri ailemin üzerine aldım, onu da burada ilk defa açıklayayım Doğan ailesi üzerine aldım.
Bakın, Sayın Başbakanımız medya konusunda, gazeteciler konusunda çok hassas. Bir gün bizi davet etti, yine, bu gazeteciler çıkarılıyor, ne oluyor falan diye ve bu medya işini konuştuk. Dedim ki, efendim, Başbakan olarak size şunu teklif ediyorum; bu dünyanın hiçbir yerinde yok dedim, dünyanın her yerinde medya her işi yapıyor, onu da anlatacağım. Siz bir kanun çıkarın dedim. Deyin ki, Türkiye’de yayıncılar yalnız yayın yapar, başka iş yapamaz. Fakat muvazaaya açık çıkarmayın dedim; çünkü, muvazaaya açık çıktığı zaman ben yapamıyorum, rakipler yapıyor. Muvazaa yapınca da birileri fırsat bulup bana söylüyor, hep muvazaa yapıyor diye. Ben razıyım buna, biz yalnız yayıncı kalalım. Ben elimdeki bütün işleri kapatacağım. Sahiden, bu doğru olabilir mi? Bakın dünyada böyle bir şey yok dedim. Yani, Anayasaya da aykırı olabilir; ama, ben, bunda varım; ama, bir sonucu daha söyleyeyim dedim. Nedir; Türkiye’de yalnız ben kalırım dedim. O neden dedi. Bakın dedim, benim bir bankam var, zaten satmak için bahane arıyorum, bir petrol dağıtım şirketi aldım, onu da satarım ve yalnız medyacı ben kalırım; ama, ne Uzanlar ellerindeki şirketleri satabilirler, ne Çukurovalı Mehmet Emin elindeki şirketleri satabilir, ne MNG elindeki şirketi satabilir, yalnız ben kalırım dedim, ben yine söylüyorum. Bu, dünyanın hiçbir yerinde yoktur; ama, muvazaaya açık olmayan, böyle bir kanun çıkarırsanız, ben, bunun müdafaasını yapacağım, ben, yalnız yayıncı olarak kalacağım; fakat, size de söylüyorum, benden başka da yayıncı bulamazsınız. Arkadaşlar, bir televizyon kurmak o kadar kolay iş değil. Bugün, Kanal D’yi kurmak 200 milyon dolar. Siz diyeceksiniz ki, sermaye piyasasında işlem yapma. Bu piyasanın tabiatına aykırı. Ortaklık, hiçbir iş yapma, devlet ihalelerine girme, ondan sonra da yayıncı... Bu, olmaz. Dünyada sermaye piyasasında işlem yapmayan yayın organı yoktur. Bugün, NBC televizyonunu General Electric’indir. General Electric, dünyanın en büyük sanayi devidir ve kapanırken de yazar “bu bir General Electric kuruluşudur” diye. Akşam haberleri kapanırken, NBC televizyonunun “bu bir General Electric kuruluşudur” diye yazar ve dünyanın en büyük sanayi devidir, sermaye piyasasında işlem görür. CNN ‘de öyledir. New York Times, gazete hisseleri piyasada satılır, gidin alın. Yani, dünyanın her yerinde gazeteler, radyolar sermaye piyasasındadır. Sermaye piyasasından niye kaçıyoruz biz? Şeffaflık, daha açıklıkta gelsin, daha çok kontrol olsun, hem SPK’nın denetimi olsun hem de RTÜK’ün ve Maliyenin denetimi olsun. Böyle bir şey uyduruldu. Manipülasyon yapılır efendim diye uydurulur. O zaman, ben, Hürriyet Gazetesinde manipülasyon yaparım, böyle bir mantık olur mu... Yani, sen ülkende ihale Kanununa güvenme, sen ülkende SPK Kanununa güvenme, sen ülkende kanunlara, yasalara güvenme, manipülasyon yap... Başka bir şey daha söylüyorum, burada önemli bir konuyu daha söylüyorum, bir ara, bunu, ben, muhalefet mebuslarını suçlamak için yapacaktım da, sonra sustum. Eğer, Türkiye’de televizyon sahiplerini ihalelere sokmazsanız, üç grup sizi yönlendirdi derim Koç, Sabancı, Şarık Tara. Onun dışında bütün büyük grupların elinde şey var. Yani, nasıl olur; onlar da istiyor bizim televizyondan dolayı ihalelere girmememizi. Bakın, çok eleştirildiğim ihale meselesi var. Arkadaşlar, hemen şunu da söyleyeyim; ben, son 30 yıldır, çeyrek yüzyıl oldu gazete sahibiyim, benden eski, yaygın dağılımlı gazete sahibi yoktur. Ben geldiğimde bu sektörde rahmetli Kemal vardı, Erol vardı, Nadir Nadi vardı, o zaman bana tepeden bakıyorlardı, bu adam nereden geldi diye. Bugün en eski ben kaldım. 30 yıldan beri iki tane ihaleye girdik. Bunlardan bir tanesi İstanbul enerji dağıtım ihalesi ve enerji dağıtım ihalesine Refahyol döneminde girdim. Refahyol’la biz; yani, bizimle kavga ediyordu Refahyol, biz de onlarla kavga ediyorduk. Ve ihaleyi Refahyol döneminde aldık. Mesut Yılmaz iktidara gelince, Mesut Yılmaz’a dedim ki “bak, ben yanlış yaptım...” dedim. Ben, yalnız girmedim. Bakın, Mehmet Emin Karamehmet 45’i, 45’i Doğan, 10’da Tekfen. Türkiye’de yalnız Aydın Doğan’ı konuşturdular. Muhalefet burada başarılı oldu; yani, basın üzerine gitti. Hep Aydın Doğan üzerine gitti, ben yüzde 45’tin orada, küçük ortaktım ben. Dedim ki “bakın, ben -muhalefet döneminde girdim bu ihaleye ve onların döneminde bu iş sonuçlanmak üzereydi, şey sonuçlanmıştı da açıklanmamıştı- İsterseniz bir basın toplantısı yapayım bu işten ayrılayım.” Dedi ki “ayrılamazsın kardeşim, biz, senin teminatını vermeyiz.” “Nasıl ayrılacaksın; yani, teminatını alamazsın” dedi. “Peki, o zaman bunu 15-20 günde bitirim” dedim. “Olur” dedi, o benim dostum Mesut Bey, iki sene uzattı, ondan sonra da bu hale getirdi. İptal edildi, ben enerji ihalesi almadım. Hâlâ söyleniyor. Enerji ihalesini götürdüm, enerji ihalesini aldım, iptal edildi, almadım ki, neyi konuşuyoruz; yani, Danıştay’da iptal edildi, bizim hiçbir şeyimiz kalmadı; ama, her gün çıkıyor “enerji ihalesini götürdü” deniyor. Böyle şey de ilk defa gördüm. Yok böyle bir şey arkadaşlar, bilmiyorsanız bir daha söyleyeyim. Ben enerji menerji almadım, iptal etti Danıştay. Suça teşebbüs diye beni suçlayabilirsiniz ki, o da suç değil yani.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Bu enerji ihalesinden kastınız, elektrik dağıtım ihalelerini mi kastettiniz?
AYDIN DOĞAN – Evet, elektrik dağıtım ihalelerini. Ben hiçbir elektrik dağıtım ihalesi almadım arkadaşlar. Almaya teşebbüs ettim, kazandım; ama, Danıştay iptal etti. Binaenaleyh, Mecliste de hep konuşuluyor, götürdü enerji dağıtımı ihaleleri, almadım...
Gelelim ikinci petrol ofisi ihalesine.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Çok affederseniz, Sayın Başkanım, Sayın Doğan, çok çok özür diliyorum, hep şeffaflıktan söz ediyoruz. Bakıyoruz, bir, iş etiği, ikincisi, kapalı şeffaflık; yani, doğrusu yani konuşulunca bunlar açığa çıkıyor. Hiç ihtiyaç duymadınız mı; yani, çok da yük altındasınız, çok da şaibe altındasınız, çok da sıkıntı altındasınız “ben dertliyim” dediniz, hakikaten dertlisiniz, hakikaten dertliyiz, bir tarafta siz dertlisiniz, bir tarafta kamuoyu dertli.
AYDIN DOĞAN – Kamuoyu dertli değil, siz dertlisiniz!
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Yani, nasıl değerlendiriyorsunuz... Yani, bunlar, kamuoyunu da tetkik ederseniz var efendim. Yani, benim öyle bir derdim, kamuoyunun ne kadar varsa benim de o kadardır.
AYDIN DOĞAN – Siyasî parti olarak söyledim, şahsınızı demiyorum.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – O şekilde lütfen kabul edin. Büyüğümdür evet.
Şimdi, hiç ihtiyaç duymadınız mı, bu şekilde kamuoyunun karşısında dosyayla vesaireyle, bu kabil bir dosyayla, bu manada; yani, çok açıklamaya...
AYDIN DOĞAN – Bakın, burada size getirdiğim belgelerin bir çoğunu ben yayımladım. Çok yaptım.
Şimdi, arkadaşlar, ikinci ihaleye geliyoruz. İkinci, ben, bir petrol ofisi ihalesi aldım, hisse senedi. Bu bir ihale değildi bir, hisse senedi satışıydı. İki, ben bunu 65 milyonun gözü önünde girdim ve beni takip eden Koç Grubu 1 milyar 250 milyon dolara kadar... Eğer, ben olmasaydım Koç’la Ayhan Bey 900 milyon dolara alacaktı. Yani, devlete 350 milyon dolar da kazandırdım. Ve bir şey daha söyleyeyim arkadaşlar, ben, aldığımda bunun piyasa kapitalizasyonu 2,5 milyar dolardı. Bugün piyasa kapitalizasyonu 900 milyon dolar. Götürdü diyenlerin hepsine diyorum ki “gelin yüzde 20 ucuza alın da beni kurtarın.” Binaenaleyh, bir haksızlıktan bahsetmek mümkün değil. Şeffaf, açık... Televizyonda alındı bu, işte, bu hanımefendi girdi, televizyon da gösterdi, çeki de böyle verdik.
Arkadaşlar, son iki ayda, son altı ayda, son sekiz ayda Vakıflar Bankasından yeni bir kredi almadım. Ben, Petrol Ofisini aldığım zaman, Vakıflar Bankasından 60 milyon dolar Petrol Ofisi alan İş Doğan Ortaklığı diye bir kredi alındı, 60 milyon dolar da benim grubum bir kere daha aldı, 120 milyon dolardı. İlk defa da, hayatımda onu da bize adam geldi, biz devlet bankası değiliz dedi, özel bankayız dedi, ben konuşmadım İmre Hanım konuştu. Özel banka statüsündeyiz, Mecliste bizim şeylerimiz... Ben dedim, orada Mecliste her gün gelecekler, kaç para verdin, ben yokum o işlerde dedim. Bizim şeylerimiz Meclis gündeminde tartışılmaz... Ama, kredi aldı diye benim için yayın yaptılar... Evet aldım, şu anda 60 milyon dolar İş Doğan’a ayrı bir şey, 60 milyon dolar da Doğan Grubunun borcu vardır onlara. Bu kredi ucuz alındı, korundu diye Star gazetesi yayın yaptı. Ben, hem Cumhurbaşkanlığına hem Başbakanlık Denetleme Kuruluna dilekçe verdim, bu kredileri tetkik edin diye, elinize verdiğim dosyalarda var. Hem Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulunun hem Başbakanlık Denetleme Kurulunun bu kredilerde bir usulsüzlük görülmediğine dair şey verilmiştir.
Şimdi, ben, kendi bankamdan kredi kullanmam. Devlet bankalarından hiç kullanmam, bir defa oldu. Özel bankalardan kullanma, arkadaşlar, ben, 7 milyar ciro yapıyorum, 7 milyar dolar, demin de söyledim 17 bin kişi çalıştırıyorum. Kredi almanın ayıp olduğu bir ülkede yaşamıyorum ki. Yani, sırf gazete sahibi olduğum için ben kredi alamam olur mu. Neden Koç’un, Sabancı’nın aldığı krediler tartışılmıyor da, ben tartışılıyorum? Eğer, krediyi ben ayrıcalıklı alırsam, eğer, siyasî bir kanalla alırsam, sizi her şeyimle temin ederim, siyasetçilerin haberli olduğunu bilseydim, ben, o krediyi almazdım, hiç birinin haberi yok. Ne haberim olacak, benim de haberim yok. Bankacı geliyor, İmre Hanımla konuşuyor. Bu krediyi biz alırken 9 banka konsorsiyum yapmış. Akbank, Garanti Bankası, Denizbank, Finansbank 9 banka. Ben de bu işe gireyim demiş bir sendikasyon kredisi. Ama, birileri böyle bir şey çıkarıyor, aldı götürdü diye, ertesi gün de bu söyleniyor. Benim dertli olduğum bundan. Bana bu fırsatı verdiğiniz için seviniyorum. Şu anda fırsat arıyorum bir an evvel ödeyeyim diye, faize yüksek.
Arkadaşlar, RTÜK Yasası, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur. Ciro üzerinde şey alınır mı? Satışım üzerinden sanki tekelde aldığı gibi, sigaranın üstünden aldığı gibi, satışım üzerinden yüzde alıyor. Bu, yanlıştır. Yüzde 10,5. Kâr et, zarar et, satış üzerinden şey alıyor, bu, yanlıştır ve burada büyük bir haksızlık var, yeri gelmişken onu da söyleyeyim. Elinizdeki raporlarda bellidir. Burada beni suçlayan grup... Bakın, o sayfayı okumak istiyorum: Arkadaşlar, televizyonlar RTÜK’e aldıkları reklamı bildirirler ve onun yüzde 10,5’unu, yüzde 5’i RTÜK’e, yüzde 5,5’u da Eğitim Fonuna verilir. Her sene bu böyle oluyor. 2001 yılında, tabiî, kriz olduğu için bizim de gelirlerimiz düştü, herkesin geliri düştü. Bakın, Kanal D 57,5 trilyon ilan aldım diye bildiriyor, bunun da yüzde 10,5’unu ödüyor RTÜK’e. ATV 51,5 trilyon aldım diye bildiriyor, Show 51 milyon aldım diye bildiriyor, TRT 13 milyon aldım diye bildiriyor, Star 12,5 trilyon aldım diye bildiriyor. Arkadaşlar, olamaz. Star, Kanal D’nin beşte 1’i değil, beşte 1’i kadar aldım diyor. Haksızlık burada ve biz, Maliye Bakanlığına müracaat ediyoruz. Hani beni koruyan iktidar, hani beni koruyordu bu iktidar. Maliye Bakanına gidiyoruz, kardeşim, bakın, diyoruz, ben 57 trilyon bildirmişim, namuslu bu kadar ezilemez diyorum. Ben ismimden korkuyorum, aman biri bir şey diyecek diye. Bu adam 12,5 trilyon bildirmiş ve bizi tetkike gelmişsin sen, bizi tetkikte de bize ceza yazmışsın, yazdığın ceza da neden, sen, fazla, 86 indirim yapıyorsun gazetelerine. Bu kadar yapamazsın, katma değer kaybım var diye. Ben diyorum ki, gazeteler televizyonun ilanını yapıyor, televizyon da onu yapıyor, 86 indirim yapıyorum, bana çok ilan verene zaten yapıyorum bunu diyorum. Hayır, yapamazsın diyor, ceza veriyor, tartışıyorum şu anda. Öbürlerinin dosyası daha ele geçmemiş. Böyle şey olur mu? Yani, Türkiye’de...
ERTUĞRUL ÖZKÖK (Genel Yayın Yönetmeni) - Müsaade eder misiniz, RTÜK Başkanıyla yaptığım konuşmayı... Bu, hakikaten çok önemli bir konudur bu, kamunun alması gereken bir paradır bu.
Biz, bu meseleyi RTÜK Başkanı Nuri Kayış’la gidip görüştük ve bu Aydın Beyin verdiği rakam sadece bir yıl için verdiği rakamdır. Bu, 96 yılından beri süregelen bir durumdur; yani, biz, 96 yılından beri 5 katı fazla ödüyoruz Star Grubunun...
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Yani, devamlı mı bu? 1 yıl mı bu; yoksa...
ERTUĞRUL ÖZKÖK – Bu 1 yıldır, her yıl aynı, size bunları da gönderebilirim, her yılki rakamları da.
Bunu RTÜK Başkanına gittik, anlattık. RTÜK Başkanı düğmeye bastı, bu işlerle ilgili yanındaki yardımcısı geldi, dosyaları bize getirdi. Açtık, 96 yılından beri böyle ve bundan dolayı da RTÜK Başkanı dedi ki “biz bunu bildirdik Maliye Bakanlığına.” 98 yılında yazdığı bir yazıyla Maliye Bakanlığına bildirmiş bunu. Demiş ki “eksik para bildiriyor bunlar.” “Ama, bunu yaparken bir şeyler yaptım” dedi “siz de az bildiriyorsunuz, sizi de bildirdik” dedi. “Peki, ne oldu” dedim. “2000 yılında bize bir cevap gelmedi. Biz de tekrar sorduk” dedi. “1998’de bizim yazdığımız yazıdan sonra, sizin için ATV ve Kanal D için bir komisyon kurulmuş ve bu komisyon hakikaten sizin eksik bildirdiğiniz kanaatine varmış ve size ceza kesmiş” denildi. “Peki, bizden beşte 1’imiz kadar ödeyen Uzan Grubu için ne oldu?” dedim. “Onlar için komisyon kurulmamız daha henüz” dedi. “Anlamadım; yani, 96’dan beri bugüne kadar kurulmamış mı?” dedim. “Hayır kurulmamış” dedi. “Bunun üzerine biz 2000 yılında bir yazı daha yazdık ve Başbakanlık kanalıyla gönderdik” dedi ve size şunu söyleyeyim –isterseniz RTÜK Başkanından alabilirsiniz- 2001 yılının sonunda kurdular bu komisyonu; yani, 5 yıl boyunca Uzanlarla ilgili bir güç orada, bunların beşte 1’i kadar para veren grubu orada koruyarak bu işlemi yaptırtmadı. Ama, biz bu paraları ödemeye devam ettik o sırada.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Aldınız mı siz?
ERTUĞRUL ÖZKÖK - Aldım, size onları gönderebilirim.
SÜLEYMAN METİN KALKAN (Hatay) – Uzanlar için mi kuruldu; yoksa, sizin...
ERTUĞRUL ÖZKÖK – Hayır, Uzanlar için kuruldu. Uzanlar için de 2001 yılında daha yeni başladılar soruşturmaya.
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Bir şey sorabilir miyim samimiyetle söylemenizi istiyorum. Gerek siz, zaten Star için verdiniz, eksik gösteriliyor. Peki, diğerlerinde emin misiniz buna?
AYDIN DOĞAN - Star kesin beşte 1’ini ödüyor, aldığımız reklamlar ortada; yani, siz, benim beşte 1’im kadar onun reklam aldığına inanır mısınız?
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Ben, şöyle bir açıklama getirmek için bunu sordum. Ben RTÜK Yasası geçerken Anayasa Komisyonunda görevliydim. Şimdi, burada talep edilen miktarlar çok, doğru, biz de bunları tartıştık; ama, gerçeği göstermiyorsa Doğan Grubu dışındakiler...
AYDIN DOĞAN – Arkadaşlar, bir şey daha bilmenizi istiyorum; bende 17 bin adam çalışıyor. Ben Kanal D’nin başındaki malî işler müdürüne “sen gelirleri eksik göster, oradan vergi kaçır” nasıl diyebilirim. Ben Hürriyet Gazetesinin malî işlerine “sen vergi...” Yarın o adam beni teşhir etmez mi... Ben böyle şey nasıl yaparım... Bu benim dükkânım değil ki cebime koyayım da yapayım; ayrıca da ortada şeyler.
ERTUĞRUL ÖZKÖK - Bir de efendim şu var. Bizim 4 tane şirketimiz halka açık şirketlerdir. Mesela, Hürriyet de, Milliyet de falan halka açık şirketler, biz bunun yüzünden söylüyoruz. Halka açık olduğu takdirde şirketler çok daha kontrol edilir. Hürriyetin halka açık şirket kısmının yüzde 86’sı yabancı yatırımcıların elindedir; yani, uluslararası yatırımcıların elindedir ve bunlar bizden her ay neredeyse iki defa rapor istiyorlar, gelirlerle ve giderlerle ilgili, bu kadar sıkı kontrol ediliyor. Bu şeffaflaşma geldikten sonra, bunları çok daha kolay da göreceksiniz yani. Şu patronluk meselesi belli olup halka açılacak bu şirketler, çok daha da iyi görülecek; ama, bugüne kadar RTÜK’ten istediğiniz takdirde size hemen verebilirler yani.
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Ama, netice olarak sizin dışınızdaki medyada da...
ERTUĞRUL ÖZKÖK – Yok, ATV ve şey de benzer bize...
AYDIN DOĞAN - ATV ve Show da bize benzer. Bizden onlar yüzde 10 eksik alabilirler.
Arkadaşlar, bir hususu daha söylemek istiyorum. Ben, yayın organlarımın hepsinden para kazanıyorum. 2001 yılında para kaybettim, Hürriyet Gazetesi hariç öbürlerinden para kaybettim; ama, bu sene para kazanıyorum bundan sonra da kazanmaya devam edeceğim.
Şimdi, burada, bir şey daha. Demin, Vakıfbankı söylerken, siz, bir sual daha sordunuz, başka bir devlet bankasından kredi... Kesinlikle bir tek kuruş, kör kuruş yoktur, devlet bankalarının kapısından geçmem. Ben, Vakıfbankı da devlet bankası kabul etmiyordum. Ayrıca da geçmenin de suç olmadığını da biliyorum, ama geçmiyorum.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Cezaların ağır olduğu kanaatinde misiniz? Yani, insanların kişilik haklarına tecavüz eden insanların...
AYDIN DOĞAN – Benim samimi kanaatim; bence, eğer, insanların özel hayatına hakaret ediyorsan cezayı ver; ama, yaygın kanaat çok ağır oldu, ben de sesimi çıkaramıyorum; yoksa, ben, şahsen yahu insanları karalamak da o kadar kolay değil ki, insanların yatak odasına giriyoruz, girmememiz lazım. O konuda da bir şey daha söyleyeyim. Şeyden şikâyet ettiniz, benim ailemde de bu şikâyet vardır, benim çocuklarım da, ailem de bu şikâyeti yapıyor. Bu televizyonlarda, affedersiniz on tane şeyi getiriyorsunuz, hep buraya şeyi... Biz, Televole Programını Kanal D icat etti, 3 sene evvel. O, benim ailemde çok tartışıldığı için ve şeyi çıktığı için, Kanal D 2,5 senedir yahut 2 senedir Televole Programını kaldırmıştır, bizde Televole Programı yoktur; yani, bu, sorulduğu için söylüyorum. Biz icat ettik, biz çıkardık; ama, bizimkinin daha suyunu çıkardılar, daha şey yaptılar.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Teşekkür ediyoruz onu çıkardığınız için de, çok isabetli bir karar vermişsiniz.
AYDIN DOĞAN – Şimdi arkadaşlar, herhangi bir şirketinizle ilgili şeyde manipülasyon yaptınız mı borsada? Milliyet Gazetesinin hisse senetlerini yükselttiniz mi? Born İnvest’e bunların fazlasına satıp aldınız mı? Ve Sarıyer Savcılığında bir şey var mı diye.
Şimdi, bu konuyu ben genelini söyleyeyim, İmre Hanım size şey yapsın. Kesinlikle böyle bir şey mevzu bahis değil. Zaten, bizim Sermaye Piyasasına o dönemde sattığımız bir kuruşluk hisse senedi yoktur, toptan satışlar pazarında satmışız ve kendi şirketimize satmışız, bunun raporları da var burada. Sarıyer Mahkemesinden bahsediliyor, on defa adam gönderdik, Sarıyer Mahkemesinde Aydın Doğan ile ilgili uzaktan yakından ne isim var; ama, ha bire diyor ki, Sarıyer Mahkemesini uyuttular. Yahu, niye uyuttum kardeşim, burada Ali Balkaner ile benim ilgim ne? Ali Balkaner, burada gitmiş şey yapmışsa beni ne ilgilendirir. Ne mahkeme benim adıma bir soruşturma yapmış ne SPK yapmış, ben kendimi ihbar etmişim Başbakanlığa ve SPK’ya beni tetkik edin diye.
İmre Hanım anlatsın öbür tarafını size. Nedir bu Born Invest işi?
İMRE BARMANBEK (Doğan Holding Genel Koordinatörü) – Born Invest, bir finansman yatırım şirketidir Lüksemburg’ta kurulmuştur. Lüksemburg, biliyorsunuz bir Avrupa Birliği ülkesidir. Lüksemburg’ta kurulmasının nedeni vergi avantajı sebebiyledir. Lüksemburg, bu şekilde sadece finansal ürünler üzerine işlem yapan şirketlere bir vergi muafiyeti tanımış bir ülkedir. Bu şirket gidilip İngiltere’de de kurulabilirdi yüzde 30 vergi öderdik. Veya -ne bileyim- Almanya’da kurulabilir, yüzde 50 vergi öder veya Hollanda’da yüzde 30 vergi öder. Durup dururken ülkemizin parasını oralarda vergi diye ödemeye hiç niyetimiz olmadığı için de, vergi bakımından en avantajlı ülke olduğu için ve bir Avrupa Birliği ülkesi olduğu için Lüksemburg seçilmiştir ve orada kurulmuştur. Bu şirketler kurulurken hazineden gerekli izinler alınmıştır, gerekli bilgiler verilmiştir ve para, buradan yurt dışına o şekilde transfer edilmiştir. Hazineden alınan izinler çerçevesinde transfer edilmiştir.
Born İnvest Türkiye’den tek bir kalemde, o da toptan satışlar pazarında; yani, normal pazarda piyasayı, fiyatları etkileyecek bir şekilde alım satım yapmamıştır, tek bir seferde toptan satışlar pazarında; yani, borsa açılmadan önce sabah borsanın açılmasından önceki yarım saatlik saatte SPK’dan ve İMKB’ye gerekli açıklamalar yapılıp, gerekli izinler alındıktan ve İMKB’nin bu pazardaki tespit ettiği satış fiyatları, o da nedir; son işlem 15 günlük işlemin ortalama yüzde 26 üstünde olmak üzere İMKB izin verir. Elinizdeki dosyalarda o izinleri göreceksiniz. İMKB’den ve SPK’dan gerekli izinler alınmak suretiyle bir tek kerede satış yapılmıştır.
NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) – Bu konuda istismar edilen mesele, kısa vadede 1 liralık rakamın nasıl 5 liraya çıktığını...
AYDIN DOĞAN – İmre Hanım bir tarafını eksik söyledi. Niye sattınız bunu toptan satışlar pazarına kardeşim. Nazlı Hanımın ben dünkü konuşmalarını okudum. Orada diyor ki “sorun gelecek buraya Aydın Doğan, niye satmış.” Kardeşim, biz, bakın, küçük yatırımcının zarara uğraması için Türk sermaye piyasasında benim bunu maniple edip yükseltip ondan sonra da para kazanmam lazım. Biz kendimizi şikâyet etmişiz SPK’ya, demişiz ki, bizim bu piyasada bir kuruşluk hisse satışımız var mı, yok mu? Peki, niye dışarı sattın bunu, Born İnvest’e götürdün? Aynı günde KFB Bankası dediğimiz -onu da soruyor Nazlı Ilıcak- KFB’ye niye sattın?.. Arkadaşlar, swap dedikleri, borç karşılığında hisse verdik adamlara, bu hisseler sizde kalsın, bize 25 milyon dolar borç verin, beş yılın sonucunda isterseniz bu hisseleri piyasaya satarsınız, isterseniz bize verip parasını alırsınız. Yani, biz, Başbakanlığa müracaat ediyoruz, SPK’ya müracaat ediyoruz, diyoruz ki, bizi tetkik edin. Tetkik ediyor ve uygunsuzluk yok diyor. Neden sattın bunu diyor? Onu sormuş da onun için söylüyorum, aslında, söylemek mecburiyetinde değilim; çünkü, yasaya göre ben yapmışım her şeyi. Ben bunu bir swap işlemi yapmışım; yani KFB’ye vermişim, onlardan da karşılığında para almışım bu kadar açık, bu kadar net.
İMRE BARMANBEK - Müsaade eder misiniz bir açıklama yapabilir miyim.
Satan Doğan Holding. Doğan Holdingin yüzde 65’i Doğan ailesine ait, yüzde 35’i halka açık bir şirket. Alan yurt dışında kurulu şirket Born İnvest’ın yüzde 80’i Aydın Doğan’a ait, yüzde 20’si de aileye ait; yani, Doğan Holdingin bir ortaklığı yok orada. Dolayısıyla, pahalı satılan hisse senedinin bedeli halka açık bir şirkete geliyor, pahalı alan, bunu -eğer pahalıysa bu hisse senedi- yüzde 100 Aydın Doğan’a ait bir şirket; yani, Aydın Doğan kendi cebinden halka açık şirketle para aktarıyor.
NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) – Özellikle, şu kadar zamandır, son üç yıldır da diyebiliriz, beş yıldır veya bir yıldır istismar edenlerle ilgili... Mahkeme süreçlerini...
İMRE BARMANBEK – Bizimle ilgisi yok ki. Tabiî, tabiî hepsi dava açıldı efendim.
NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) - Sizlere bu iddialarla saldıran...
İMRE BARMANBEK – Davalar açıldı efendim.
NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) - Bu davalarla ilgili sonuçlar da...
İMRE BARMANBEK – Bekliyoruz sonuçları.
AYDIN DOĞAN – Bazılarından sonuç aldık, size verdik. Yüz küsur dava açtık, 16-17 tanesinden sonuç aldık, 200 milyar...
NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) - İstismarın önüne geçilmesi lazım.
AYDIN DOĞAN – Ama, maalesef, yani, geç karar veriliyor.
İMRE BARMANBEK – Biz gerekli davaları açtık. Yani, işin mantığında bir şey yok. Yani, Aydın Doğan, kendi cebinden Doğan Holdinge halka açık şirkete bir para aktarıyor bu şartlarda, böyle bir mantık olabilir mi?..
AYDIN DOĞAN – Arkadaşlar, bir şey daha okudum, Nazlı Ilıcak dünkü iddiasında diyor ki “bunlar promosyon yapıyorlar, kanuna karşı hile yapıyorlar.” Sormadınız; ama, ben, okudum. Promosyon yapıyorlar ve burada da diyor, gazetelerde katma değer vergisi yüzde 1 olduğu için haksız rekabet de doğuruyorlar. Külliyen yalan, külliyen sizi kandırmak için söylenmiş bir laftır; çünkü, o promosyonu biz yapmıyoruz; ama, malı biz vermiyoruz, malı veren firma yüzde 26’dan KDV’sini kesip veriyor, bizimle ilgisi yok. Adam gazeteyi promosyonu olarak veriyor, ben malı promosyon olarak vermiyorum ki. Bu da kanuna karşı hile değildir, kanundan kaçınma; çünkü, geliyor adam, ben, malımı pazarlayacağım, sen bunu yapıver, ben yapamam kardeşim, o zaman ben senin gazeteni şeye vereyim diyor. Yap diyorum.
ERTUĞRUL ÖZKÖK – Yanılmıyorsam şu haberlerdir onlar: Star Gazetesinin “işte Doğan’ın üçkâğıt belgesi” “vergi kaçakçısı Aydın Doğan” “Aydın Doğan’ın vergi kaçakçılığının belgesidir” “işte, her şeyi açıklayan belge” ...mahkûm ettirmişiz. Hepsi var, sürmekte olan davaların ayrıntıları da var orada. Şu ana kadar 198 milyar lira kazandık.
AYDIN DOĞAN – Arkadaşlar, atlıyorum daldan dala, binaenaleyh, bir KDV şeyi yok yanıltmaca var.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - O yüzde 26 KDV’yi, yine, o verilen firma ödüyor mu?
AYDIN DOĞAN - Tabiî tabiî, tüketiciye faturayı kesiyor adam. Yani, buzdolabı diyelim ki, diyor ki, işte, şu kadar sertifika topla, gel diyor buzdolabını al, Milliyet Gazetesi de bedava diyordu, ilanları da böyle veriyordu. Şimdi, tüketici o sertifikayı topladığı zaman bana gelmiyor buzdolapçıya gidiyor. Buzdolapçı faturayı kesiyor, KDV’yi de alıyor, bu kadar.
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Bu, sadece Doğan Grubu için mi böyle, tüm promosyonlar için mi?..
AYDIN DOĞAN – Tüm promosyonlar için.
Arkadaşlar, etikten bahsedildi. Birtakım konuları çok karıştırdım onun için şey yapmayın. Bakın arkadaşlar, etiği ve Türk basınını gündeme getirmenin; yani, gerçek şey yapmanın bir tane yolu vardır şeffaflık. Şimdi, orada bir ibret belgesi göreceksiniz. Uzan ailesi, dört yıl evvel bir gazete kuruyor. Star Gazetesinin sahibi kim; buyurun. Uzanlar diyorsunuz değil mi. Künyesinde ne yazıyor; diyor ki, Başkan Cem Uzan, Başkan Yardımcısı Hakan Uzan, Genel Yayın Müdürü de Fatih Çekirge. Bana hakaret ettikler için ben bunlara hakaret davası açıyorum. Diyorum ki, bana hakaret ediyorsunuz, kara aydın diyorsunuz, Kelkitli diyorsunuz, çarıklı diyorsun, bir sürü laflar söylüyorsunuz. Ben iftihar ediyorum Kelkitli olmaktan, hem de nasıl Kelkitliyim biliyor musunuz, tırnaklarıma kadar. Burada bir ibret belgesi var. Bu, hakikaten benim de tüylerim ürperdi bu şey yapınca. Biz, müracaat ediyoruz, gelip diyorlar ki, neden, siz, Cem Uzan hakkında dava açtınız. Diyoruz ki, kardeşim, gazetesi bize hakaret etti. Diyor ki, hayır, Cem Uzan’ın bu gazeteyle ilgisi yoktur. Nedir diyor, bu gazetenin sahibi Ulusal Basın Gazetecilik ve Yayıncılık Anonim Şirketi diyor. Hepinizin dosyalarında var, bu çok önemli çok ince notlar var. Diyoruz ki, Ulusal Basın ve Yayıncılıkta Cem Uzan’ın ortaklığı yok. Getirin Ticaret Sicil Gazetesini. Onun yanında çalışan adamların üstüne kurmuş gazeteyi. Peki, sahibi kim diyoruz? Sahibi de, bakın, bütün gazeteleri başta dana gözü gibi yazar, benim gazetelerinde sahibi Aydın Doğan der değil mi, en büyük onu yazar. Burada en altında bir yerde imtiyaz sahibi Ulusal Basın Gazetecilik ve Matbaacılık Yayıncılık AŞ adına Tunç Buruşukoğlu; böyle bir yere sıkıştırılmış. Peki, diyoruz ki, kardeşim, burada bak yazmışsın Başkan Cem Uzan, Başkan Yardımcısı Hakan Uzan, Genel Yayın Müdürü Fatih Çekirge. Diyor ki, adam efendim diyor, bizi basan matbaanın sahibi Cem Bey olduğu için, biz, onu onore etmek için fuzulen buraya yazdık, mahkeme kararında var bu. Beyler, yayıncılık, insanları doğru bilgilendirme etik işidir, şeffaf iştir. Gazete sahibi ben diyorum beyaz kâğıt kadar şey olacaktır, en ufak bir nokta varsa burada, alnında en ufak bir kara varsa, bu millet onu çıkaracaktır. Bu arkadaş dört yıl evvel gazeteyi çıkarırken daha yaparken şeytanlık düşünüyor, sahiplik maddesini şey yapıyor; çünkü, diyor ki, ben insanlara çamur atacağım, ben şantaj yapacağım.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Televizyonda da durum aynı mıdır?
AYDIN DOĞAN – Evet aynıdır, orada da var belgeleri, söyleyeceğim. Ali İhsan Karacan SPK Başkanıydı.
Bakın efendim, size bir misal daha vereceğim, Sayın Başkan, yine, dönerek konuşuyorum; ama, kusura bakmayın. Ankara’da Milliyet Gazetesinde çalışan Zülfükâr Doğan var, benimle akrabalığı yok, o Elazığlı, ben Gümüşhaneliyim. Zülfükâr Doğan bana geldi, dedi ki, Star Gazetesi beni istiyor, Star Televizyonu beni istiyor, oraya gideceğim. Yavrum gitme, sen Milliyetin ahlakı içinde büyüdün dedim. Gideceğim, işte, orada... İki ay sonra çocuk geldi, almadım ben, dedim ki gittin. Neyse, arkadaşlar araya girdi. Niye gittin, niye geldin dedim. Dedi ki, gittim bana bir kameraman verdiler, Ali İhsan Karacan’ın evini gösterdiler, her gün sabahleyin kameramanla gittik, Ali İhsan Karacan’ın karısı tuvalete gitti çek, evine biri girdi çek, kabul gününe gitti çek, Ali İhsan işe gitti çek, iki aydır adamı böyle kamerayla... Benim ahlakıma ters geldi, bıraktım dedi. Ali İhsan Karacan, Sermaye Piyasasında bunlarla uğraştı diye yapmadığı kalmadı, bu dosyada var. Muhsin Mengi Türk. Adam, devletten koruma istedi. Bunlar da dosyada var. Sakıp Sabancı, Çukurova Elektriği elinden alsınlar diye Sakıp’ı iki ay televizyonda evire çevire dövdüler, bunlar da var dosyada.
Şimdi, ben, şunu söylüyorum; bu komisyonun bir faydası olacaktır. Şu çok önemli bir faydadır; bir, hukuku hızlandırmanın bir yolu bulunmalıdır. Hukuk hepimize lazım, hukuk işlemiyor. Alın bakın Uzanlar hakkında 58 tane suç duyurusunda bulunulmuş devlet. 95’ten beri gidiyor. Hiçbirini ödemiyor devletin, parayı ödemiyor, mahkemeye gidiyor, hadi uğraş diyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve bu komisyonun yapacağı en hayırlı işlerden bir tanesi medyada mutlaka şeffaf olmaktır, mutlaka herkesin iç çamaşırları bile çekilmelidir, yayın organları dahil, bütün kurumlarda şeffaf olmak lazım; ama, bir de hukukun hızlanması lazım. Bakın, ben bir şey söyledim, şantaj ve tehdit kişisel... O televizyon yasasında bir madde vardır, bilmiyorum var mı, ben çok istedim konsun diye, kişisel kullananların televizyonları kapatılsın dedim. Yani, ben, kızdım size al kamerayı eline git, yok öyle şey. Hiç kimse kişisel hak için, kişisel menfaat için... Var bu Türkiye’de, yok diyorsunuz, var; ama, bütün Türkiye’nin suçlusu ben değilim. Tabiî medyaya küfredilince ben onların içinde ilk küfür bana geliyor. Yani, Süleyman Demirel bir ara derdi ki, Vehbi Koç özel sektörün alameti farikası haline geldi, özel sektöre kızan Vehbi Koç’a... Şimdi, medyanın da biz alameti farikası haline geldik, söven bizi sövüyor. Yalnız bilmenizi istiyorum, ben, elektronik basında Uzanlar Star 1, Star 2, Star 3 var. Adamlar RTÜK Yasasına karşı çıkıyor. Haber gönderiyorum, yahu, neden karşı çıkıyorlar. Diyor ki, biz, illegal olmak istiyoruz, o niye bizimle uğraşıyor. Ben legal olmak istemiyorum diyor. Niye bizimle uğraşıyor diyor. Aynı şey Mehmet Emin Bey için de var, benim arkadaşım, ortak elektrik işine girdik. Mehmet Emin Beye diyorum ki, arkadaş, sen, bu gazeteden para kaybediyorsun, neden kaybediyorsun? Yahu, nasıl yapayım? Üstünde dur diyorum, çalış, biraz vakit ver, gazete para kazandırır, her ay 3-3,5 milyon dolar para kaybediyorsun. Yahu, benim işim çok yapamam diyor. O zaman, kapat diyorum, bir gün lazım olur diyor. Eğer, medyayı bir gün lazım olur, silah olarak kullanırım diye elinizde bulundurursanız, işte, o zaman demokrasi olmaz. Ben diyorum ki, seçilmişlerle demokrasinin vazgeçilmez iki tanesinden -çok unsurları var ama- bir tanesi siyasî partiler, bir tanesi özgür medya. Özgür medya olmazsa demokrasi olmayacağı gibi, siyasî partiler de olmasa demokrasi olmaz. O zaman, gelin, bu özgür medyayı hep beraber kuralım. Bir adamı hedef alıp, her gün o adama bindirerek değil... Benim de hatalarım var, ben de hatalarımı öz eleştiri yapayım söyleyin, biz de insanız. Her gün bize yüklenildiği için, ben arkadaşlarımı bazen şey yapamıyorum. Bir şey daha söyleyeyim, Aydın Doğan düğmeye basıyor, haberler... Kesinlikle hayır. İşte, burada Genel Yayın Müdürü. Ben haberleri sizler gibi gazetelerimde okurum. Sizi temin ederim ki... Bakın, bir şey daha, daldan dala atlıyorum, yangınım da onun için söylüyorum. Deniyor ki manipülasyon yapılır, ihaleler alınır. Ben enerji ihalesine girdim. Enerji ihalelerinden altı ay evvel veya altı ay sonra, enerjiyle ilgili benim yayın organlarında tek satır bulursanız lehte, ben, her şeyi yapmaya hazırım; ama, aleyhte ben size göstereyim, Mümtaz Soysal yazı yazdı. Dedi ki, vallahi, bu enerji ihalelerini özel sektöre vermek vatanın aleyhinedir dedi. Çok aleyhte yazı gösterebilirim. RTÜK aleyhine ben yazı göstereyim size. Radikal Gazetesinde bu haber verildi, hiç sesimi çıkarmadım. Yani, şunu söylemek istiyorum: Eğer, bizim mesleğimizde hatalarımız çoktur, hızlı hareket ettiğimiz için, haber kaçıracağımız için, yanlış haber de verdiğimiz oluyor. Kasti olmaması lazım. Bazen haber kaynakları bizi yanıltıyor, o da oluyor. Onun için şunlar yapılmalıdır: Bir, devlet kapısı sır kapısı olmaktan çıkarılmalıdır. Gazeteci veya haberci ulaşmak istediği her habere kolay ulaşmalıdır. Bu, devlet sırrıdır, bu, banka sırrıdır, bu, bilmem ne sırrıdır diye söyleyemezsiniz. Bugün, tartışılıyor, bankalar hakkından her banka için bir şey söyleniyor; ama, bir yüksek kurul oluşturuldu. Yüksek kurul, ben, sırdır diye birçok şeyi söylemiyor. Ben milletvekili değilim ki, her gün önerge vereyim de bana açıklama yapın. Onun için, şunu diyorum: Ülkede bütün kuruluşlar şeffaf olmalı. Yayın kuruluşları da şeffaf olmalı ve herkes sahibi olduğu bilinmeli, şantaja açık, kişisel kullanmaya açık yayınlara da en ağır cezalar verilmeli. Ama, muhalefet bizimle işbirliği yapamaz; çünkü, bizimle işbirliği yaparsa sövecek adam kalmıyor. Muhalefet akıllı olsa benimle niye uğraşsın.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Doğan karşılıklı olarak hakikaten bazı yanlışlıklar olmuş olabilir, zaten siz de onu söylediniz, ama, şu bir gerçek; bugüne kadar benim de bildiğim, basın, gerçekten, iktidarın her şeyi ben çok güzel yaptım şeklindeki iddiasına karşı, toplumun değer yargılarını ve toplumun beklentilerini ve meselelerini hakikaten güzel yansıtır ve o konuda da muhalefetin bir kısım taleplerini dile getirdiniz; ama, son zamanlarda bu farklılıkları görüyoruz; yoksa, herkes bundan muzdarip. Mesela, Tansu Hanıma ne dediler; uyuşturucu madde kaçakçısı dediler, CIA ajanı dediler, neler söylediler; yani, olacak iş değil; ama, her türlü çirkinliği yaptılar.
AYDIN DOĞAN – Medyanın inanılır olması oradan başladı. Ben Hürriyet Gazetesinde toplantı yaptım, dedim ki, arkadaşlar, Tansu Hanım benimle kavga ediyor, sizin kavga etme hakkınız yok, siz tarafsızlığınızı bozmayın, ben, mahkemeler var kavga ederim. Tansu Çiller, eroin kaçakçısı yaptı diye bir yere sıkıştırdınız, buna kim inanır dedim, bundan sonra yazdıklarınızın hiçbirine inanmayacaklar. Bin tane doğru yazarsınız bir tane yanlış yazdınız mı her gün o yanlışı söylerler size. Doğrudur, haklısızın; ama, biz de insanız, çok üstümüze... Her odamdan bir müfettiş çıktı. Sayın Bedük, Maliye Bakanlığının müfettişleri, Hazinenin müfettişleri, Yalım Erez’in müfettişleri, her odamdan bir müfettiş çıktı. Sizi temin ederim, Türkiye’de hangi firmayı böyle tetik kesselerdi altı üstüne gelirdi, hamd olsun pek bir şey bulamadılar. Biz de sütten çıkmış ak kaşım mıyız, bizim de vardır yanlışlarımız ama ne yapalım bir mücadele içerisindeki...
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Sayın Başkan, bu açtığınız davalarda gazete sahipleri, televizyon sahipleri belli olmadığı için husumet yönünden reddedilen davanız oldu mu? Bir de, yanlış anlamadımsa dediniz ki, davaya bakan yargıçlar, mahkemeler davalarını uzattı, sonradan da, bu, uzatan hâkimlerin ....birkaç tanesi...
AYDIN DOĞAN – Bir iki tanesinin öyle olduğunu duydum, ama, bu, komisyonda söylendiği için.
NECDET SARUHAN (İstanbul) – Komisyonun bilmesinde fayda var. Bu hâkimlerden bazıları da o davada karşı tarafın yanında görev aldı.
AYDIN DOĞAN – O duyum olarak, belge yok, ben de onların durumuna düşmeyeyim yani...
BAŞKAN – Sayın Doğan, son olarak, Sayın Bedük’ün bir sorusu var. Onun sorusunu aldıktan sonra bitireceğiz.
AYDIN DOĞAN – Kusura bakmayın, bir şey daha söylemek istiyorum, notlarım bitiyor. Ben, Sabah’a kesinlikle sahip olmak niyetiyle değil, o gün, gizli tarafın yok, Sayın Başbakan da rica etti, dedi ki, burada çok gazeteci var, ne olacak dedi. Biz de elimizden geldiği kadar, çünkü, Başbakan gazeteciler konusunda çok hassas. Kendisi de meslekten olduğu için. Ben de, elimden geldiği kadar, Sabah’a, meslekî dayanışma içerisinde yardım ettim. Şu anda da elimden geldiği kadar birtakım yardımlar ediyorum; ama, evvela can, sonra canan. Kesinlikle Sabah Gazetesinin sahibi olmak gibi bir niyetim yoktur. Ama, bir şey daha söyleyeyim, içinde kaldı. Burada benim aleyhimde nutuk atan hanımefendinin kocasını kurtarmak için hiçbir siyasî parti liderinden bir şey istemedim. Allah yerini nur etsin, Turgut Beye rica ettim, arsasını aldırttım, ben kendim bir şey istemedim.
AYDIN DOĞAN – Şurada ufak bir şey daha var. Korkmaz Yiğit’ten Milliyet Gazetesini satıp bir para aldınız, bir kısmını iade etmediniz gibi bir şey var.
Şimdi, arkadaşlar, bu çok enteresan bir şeydir. Ben, Korkmaz Yiğit’e gazetemi sattım, 300 milyon dolara sattım, mukavele yaptım. 90 milyon dolar da kaparo aldım. Tazminat... Eğer, ben vazgeçersem ona 90 milyon ödeyeceğim, o taahhüdünü yerine getiremezse verdiği kaparodan vazgeçecek. Sonra, daha bu işler olacağı zaman da, bana bir kaset getirildi, Alaattin Çakıcı’yla ilgili bir kaset. Ben kaseti görünce, bu iş olmaz dedim. Çağır, dedim ki, arkadaş, bak dedim, böyle oldu ne yapacağız? Dedi ki
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 17:17