Medya
  • 25.6.2002 16:15

AYDIN DOĞAN'DAN MÜTHİŞ SÖZLER : BEN ÇOK DERTLİYİM, DÜRTERSENİZ SAATLERCE KONUŞURUM...

KAYNAK : Haber Vitrini ANKARA/Medya Sorunları Meclis Araştırması Komisyonu'na bilgi veren Aydın Doğan'ın konuşma tutanakları açıklandı."Sayın milletvekilleri, ben, çok dertliyim, dürterseniz saatlerce konuşurum" diyen Aydın Doğan, Milliyet Gazetesini Turgut Yılmaz'a satıp satmadığına ilişkin bir soruya"Bu gayriciddî bir dedikodu. Bu, maalesef, hükümet kanadı arasında da, Milliyetçi Hareket Partisi de böyle bir şeye kapıldı. İşte, Turgut Yılmaz ortak olmuş, gitmiş, onun için biz... Yani, bir sürü dedikodu.Böyle bir yakıştırmayı hangi mantıkla yapıyorlar, bilemiyorum. Turgut Yılmaz, bu gazeteyi alacak 300 milyon dolarlık gücü nereden buldu? Böyle bir güç varsa, ben bir siyasetçinin kardeşine gazete satacak kadar aptal mıyım?" dedi.Aydın Doğan ayrıca Mesut Yılmaz'ı pijamayla karşıladı iddialarına da açıklık getirdi. İŞTE TUTANAKLARIN İLK BÖLÜMÜ.... BAŞKAN- Sayın Doğan, size ve arkadaşlarınıza, Komisyonumuza bilgi vermek üzere teşrifinizden dolayı teşekkür ediyorum, hoş geldiniz diyorum. AYDIN DOĞAN (Doğan Yayın Grubu Başkanı)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evvela arkadaşlarımı tanıtmak istiyorum. İmre Barmanbek Hanım, Doğan Holdingin Genel Koordinatörüdür. Burada bulunmasının sebebi, grubumuzla ilgili malî konularda soracağınız konular olursa, benim hatırlayamadığım, bilemediğim işlerde sizi aydınlatmasıdır. Ertuğrul Özkök, Doğan Yayın Grubunun yayından sorumlu Başkan Yardımcısı; aynı zamanda, Hürriyet Gazetesinin Yayın Grubunun Genel Yayın Müdürüdür. O da, gene medyayla ilgili, benim teknik konuda bilemediğim şeyler olursa, hatırlayamadığım şeyler olursa, sizleri aydınlatmak için burada bulunuyor. Şimdi ben sözüme başlamadan evvel, sizden istirhamım, biz, bütün arkadaşlara görüşlerimizi içeren birer dosya hazırlattık. Onu, kabilse, üyelere bir dağıtalım. BAŞKAN- Çok çok teşekkür ediyoruz, çok yararlı olacak bize. AYDIN DOĞAN- Şimdi, ben hazırlığımı üç kısım halinde yaptım. Birincisi, kısa bir 2 dakikalık bir sunum yapacağım. Ondan sonra sizin sorularınız varsa, onların hepsine elimden geldiği kadar cevap vereceğim. Sonunda da, mesleğimizle ilgili görüş ve önerilerimi sunacağım. Eğer uygun bulursanız, ben, evvela kısa bir sunum yapmak istiyorum. Ondan sonra, ne gibi sorularınız ve emirleriniz olursa, cevaplamaya amadeyim. Sayın Başkan, Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; sunumumu üç bölümde yapacağım. Önce, kendi grubum hakkında kısa bir bilgi vereceğim, sonra, Türkiye’de ve dünyada medya konusunda ortaya atılan iddiaları, eleştirileri dile getireceğim. Üçüncü bölümde, bana ve Doğan Grubuna yapılan eleştirileri ve atılan iftiraları tek tek ele alıp, bunlara karşı cevaplarımızı yine belgeleriyle vereceğim. Ayrıca, bu iftiralara karşı açtığımız davalarda aldığımız sonuçları da size sunacağım. Beşinci bölümde ise, medya sektörünün sorunlarını çözmek için bazı önerilerde bulunacağım. Doğan Grubu, ülkemizde yayıncılık sektöründe en büyük pazar payına sahip olan gruptur. Medya grubumda 23 aktif şirket bulunmakta ve 5 350 kişi çalışmaktadır. Medya grubumda, Doğan Yayın Holding dahil 4 şirketim halka açıktır. Ekonomik şartlar elverdiğinde diğer kuruluşlarımı da halka açacağım. Yazılı basında pazar payımın büyük olduğu bir gerçektir; ancak, televizyon ve radyo alanında öyle değil. Bugün Türkiye’de 16’sı ulusal olmak üzere 260 televizyon kanalı bulunmaktadır. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu sayıda televizyon kanalı bulunmamaktadır. Dünyanın hiçbir ülkesi derken bir açıklık getirmek istiyorum. Amerika’da fazla; ama, Amerika’nın durumu çok değişik bir ülke; bir uçtan bir uca 6 saatte gidilebiliyor, nüfusu da bizden fazla. Ama, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde 260 kanalı olan, bu kadar yerel kanalı olan bir ülke yoktur. 16 ulusal kanal olan ülke de azdır. Onu da dikkatinize sunmak istiyorum. Binaenaleyh, böyle bir yapıda, rekabette birbirlerinin gözünü oyan, her gün birbirlerinden adam transfer eden, sen benden aldın, ben senden aldım diye ücretleri yükselten bir yapıda nasıl tekelcilikten bahsedilebilir? Bu mümkün değil. Ve sizi burada temin etmek istiyorum ki, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde elektronik basındaki rekabet Türkiye’deki kadar yoktur. Hep tekelcilikten bahsediliyor da, bu bilgiyi vermek istedim. Bugün bütün dünyada medya kuruluşları için benzer eleştiriler yapılmaktadır. Bunların başında da, tekelleşme eğilimlerinin artmakta olduğu eleştirisi vardır. Oysa, çağdaş teknik gelişmeler, bırakın tekelleşmeye yol açmayı, tam aksine, tekelleşmeyi fiilen imkânsız noktaya getirmiştir. İşte bu nedenle, Amerikan Anayasa Mahkemesi bunu dikkate alarak, radyo-televizyon sahipliği üzerindeki bütün sınırlayıcı düzenlemeleri tek tek kaldırmaya başlamıştır. Yine, İngiliz Parlamentosu, daha geçtiğimiz günlerde parlamentoya bir kanun teklifi sunarak, hem yabancıların elektronik medyadaki kısıtlamalarının tamamını kaldırmak hem de dahildeki yayıncıların kısıtlamalarını daha genişletmek için yeni bir teklif vermiştir. Zannediyorum ki, eylül ayında o da yayına girecektir. Yine bütün dünyadaki yaygın bir eleştiri de, medya sahiplerinin ellerinde aşırı bir güç birikimi olduğudur. Bu da geçerli bir iddia değildir. Çünkü, internet teknolojisi, yaygın radyoculuk ve televizyonculuk, artık herkesin görüşlerini duyurabilme imkânı sağlamaktadır. O nedenle, bu devirde kimse şah değil, padişah değildir. Bu sözün geçerliliği, bu devirdeki kadar hiçbir dönemde olmamıştır. Sayın milletvekilleri, ben, bu konuda çok dertliyim, dürterseniz saatlerce konuşurum; ama, ben diyorum ki, şimdi benim sunumum bu kadar. Sizin soracağınız bütün suallere cevap vermeye amadeyim. Son turda önerilerimi sunacağım. BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Doğan. Sayın Özkök, sizin söylemek istediğiniz, bu bölümde bir açıklamanız olacak mı? ERTUĞRUL ÖZKÖK (Genel Yayın Yönetmeni)- Efendim, benim ilave edeceğim başka bir şey yok. Aydın Bey buraya gelirken gerçekten ciddî bir hazırlık yaptık Sayın Komisyonunuzun önünde yapacağımız sunum için. Çok ayrıntılı bir dosya hazırladık. Sizden ricamız, o dosyadaki belgeleri, zamanınız elverdiği ölçüde incelemenizdir. O dosyadaki belgelerin hepsi, devletin arşivlerinden çıkan belgelerdir, devletin resmî belgeleridir. Karar, tabiî, Sayın Komisyonunuzundur. Biz, isterseniz, fazla konuşmayalım. Sizin sorularınızı bekliyoruz. Aklınıza gelebilecek her türlü bütün soruya bütün açıklığıyla cevap vermeye hazırız. BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Özkök. Değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım, şimdi Sayın Doğan’a ve Sayın Özkök’e sormak istediğiniz sorular varsa, ben sizlere sırasıyla söz vermek istiyorum. Dilediğiniz kadar ve süre kısıtlaması olmaksızın bir turda sorularımızı soracağız. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Sayın Başkan, bir tur yanlış oluyor. BAŞKAN- Öyle mi? İki tur mu yapalım? YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Hayır, tur değil. Zaman zaman can alıcı noktalar oluyor, onları sormak gerektiğinde de soramıyoruz. AYDIN DOĞAN- Bir turda biz de toparlayamayız. Nasıl isterseniz. BAŞKAN- Peki, ilk sözü Sayın Yusuf Kırkpınar’a veriyorum. Buyurun efendim. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Ben biraz sivri dilli de birisiyimdir, kusura bakmayın. Geçen gün görüşmemizde –isim de vereyim- Sayın Nazlı Ilıcak, Milliyet Gazetesinin, Sayın Turgut Yılmaz’la ortak işletildiğini, Turgut Yılmaz’la ortaklığınızın olduğu söylendi. Bu doğru mudur, değil midir, merak ettim. Bir. AYDIN DOĞAN- O zaman not alayım. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Yani, iyi olur not alırsanız. Hatta, bence tek tek cevap verilsin. BAŞKAN- Yok, onun altından kalkamayız. AYDIN DOĞAN- Sorunun cevabını vereyim. BAŞKAN- Hayır. Aydın Bey, bütün arkadaşlarımız sorularını soracaklar. Size söz vereceğim. Daha derli toplu olur. AYDIN DOĞAN- Peki. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Aydın Bey, açığa çıksın diye söylüyorum. Bu soru aslında benim sorum değil. Burada konu geçtiği için soruyoruz. Biraz daha açıklanmış olur. AYDIN DOĞAN- Beyefendi, sorun efendim. BAŞKAN- Tabiî, istediğinizi sorabilirsiniz. AYDIN DOĞAN- Ben istirham ediyorum; yalnız gerçekleri değil, endişelerinizi, şüphelerinizi de sorun. Bizim mesleğimizde bir tabir var: “İyi gazeteci, şüpheci gazetecidir.” Her şeyden şüpheleneceksiniz. Onun için, sorun. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Ben de o meslekten geliyorum, ben de iletişim mezunuyum. AYDIN DOĞAN- Mesele yok efendim. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Başkası tarafından kanalize edilmiş bir soru olarak kabul edin bunu; çünkü, herkes burada biliyor ki, bu soruyu ben değil, benden evvelki konuşmacı söylemiş, sormuştur. Size cevaplandırmanız için bir fırsat olmuş olur hem. ERTUĞRUL ÖZKÖK- Efendim, o soruyu biz de sorduk Aydın Beye. Dolayısıyla, rahatlıkla sorabilirsiniz. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Siz de sordunuz mu? Çok güzel o zaman yani. O zaman, sunuşta herhalde unuttu belki. Veyahut da ileride açıklamasında daha büyük fayda var. İkincisi: Siyasî bir partiyle ne kadar ilişkiniz var? O parti malum, işte Başkanımız da oradan. Anavatan Partisiyle ilişkiniz nedir efendim? Kusura bakmayın, yani, bunu sormak... AYDIN DOĞAN- Efendim, biz kusura bakmıyoruz. BAŞKAN- Sayın Milletvekilim... YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Hayır, yani, ben sizin partinizi veya herhangi birinizi değil... BAŞKAN- Sayın Milletvekilim, arzu ettiğiniz soruyu sorabilirsiniz. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Şimdi sanki o partinin yayın organıymışsınız gibi bir izlenim var vatandaşlar arasında da. Bende de doğrusu hafiften bir şey var. AYDIN DOĞAN- Olabilir. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Aydın Bey, şahsımla ilgili soruyu siz soracaksınız. BAŞKAN- Sizinle ilgili olan soruyu ben soracağım, tamam. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Bu tür konular halk arasında çok yaygın şekilde söyleniyor. İşte Mesut Yılmaz-Aydın Doğan ilişkisi çok kuvvetli. Tabiî ki insan ilişkileri öyle olmalı. Elbette herkesle iyi olmalı; ama, onunla sanki biraz daha fazla iç içe gibi görünüyor. Bu konuları açıklarsanız, zaten, onun dışında can alıcı bir soru yok bende. AYDIN DOĞAN- Müsaade eder misiniz? BAŞKAN- Yok, en son... Aydın Bey, sistemimizi bozmayalım. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Esprisi kaçıyor bunun. Sayın Başkanım, cevap versin, sonra bir daha sor. BAŞKAN- Herkese bu sistemi uyguladık. Zaman sınırımız yok. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Yoksa, tek tek cevap versin, ne mahzuru var. Unutuluyor. BAŞKAN- Hayır. Ama, daha evvelki sistemde böyle uyguladığımız için... YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Daha evvelki sistem farklı efendim. BAŞKAN- Komisyonumuzun bir çalışma usul ve esası vardır, usul ve esaslarına uymak zorundayız. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Peki Sayın Başkanım, tamam. Şunu tek tek yapın gözünüzü seveyim. Farklı bir gazetecilik karşımızda. Yani, sıradan bir şey değil ki bu; Türkiye’nin en büyük medyasının patronu burada. Karşılıklı versin cevaplarını. BAŞKAN- Yusuf Bey, kimseye bir ayrıcalık yapmayalım. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Tamam, yapmayalım. Ben, bana yapılsın demiyorum, herkese söylesin. BAŞKAN- Yok, sistemimizi bozmayalım. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Peki, buyurun. BAŞKAN- Sayın Tevhit Karakaya, şimdi soru sorma sırası sizde. Buyurun. TEVHİT KARAKAYA (Erzincan)- Efendim, sefalar getirdiniz, hoş geldiniz. Ben, Sayın Doğan’a, Özkök’e ve hanımefendiye tekrar hoş geldiniz diyorum. Sayın Doğan, ifade buyurdular: “Dokunursanız çok dertliyim.” Doğrusu, bu ülkede yaşayanlar olarak, ülke insanları olarak hep dertliyiz. Bir derdi, bir problemi, bir yüreği, bir aklı, bir vicdanı paylaşmak üzere bir aradayız. Bu akıl, bu vicdan, kolektif ve şüphesiz, hepsi birbirinden değerli. Ortak akıl dediğimiz şeyin peşindeyiz ülke olarak. Buyurduğunuz gibi, bu dertler, bu sıkıntılar bize mutsuzluğu, umutsuzluğu da peşinen akabinde getiriyor. Bu coğrafyada, bu topraklarda, bu toprakların insanları, belki şimdiye kadar olduğu mutsuzluğun çok fevkinde bir mutsuzluk, bir çöküntü, bir yarınlar adına umutsuzluğu yaşıyor. Bir dibe vurma, bir güvensizlik, işadamına güvensizlik, medya sektörüne güvensizlik, siyasetçiye çok çok güvensizlik, bir hercümerc, bir debdebe yaşıyor ve hep dertliyiz efendim. Ve Türkiye, bu sıkıntılar içerisinde, Türk insanı, bu sıkıntılarda, siyasetçilerden, medya mensuplarından ne zaman, ne şekilde, nerede, hangi ortamda olsa, yani, sizin de buyurduğunuz gibi, bir dokunulsa bin ah oluyor. Tabiî, bizim duruşlarımızda, etiğimizde, kendimizi sorgulamamız gerekir. Bizim bunlarda –ben kendi adıma söyleyeyim- paylarımız olduğunu düşünüyorum ve bu mantık ve bu çerçevede bir temiz toplum arayışı var. Şüphesiz, toplumumuz çok temiz; ama, bir yozlaşmanın, özellikle, medyamızdaki görsel ve yazılı medyadaki yozlaşmanın meydana getirdiği bir kirlilik, yani, bir vakıa, bir realite... Bunu görmezlikten gelmenin veyahut da bir başka keşiflerde bulunmanın, herhalde hiç kimsenin ortak akıl çerçevesinde haddine olmadığını kendi adıma düşünüyorum. Efendim, şüphesiz, Sayın Başkanımız, toplantımızın açılışında ifade buyurdular. Önerge gerekçelerini okudunuz. AYDIN DOĞAN- Evet. TEVHİT KARAKAYA (Erzincan)- Umuyorum, okumuşsunuzdur. Bu önerge gerekçelerinde öyle gerekçeler, öyle mantıklar, öyle bir sunuşlar var ki, yani, insanı çok çok rahatsız ediyor. Aman neymiş, nasıl olurmuş, nasıl olur... Siz çok güzel bir ifade buyurdunuz; yani, espri de olsa, bir vakıayı, bir mantığı dillendirdiniz: Bu devirde kimse şah değil, padişah değil. Hele bir demokratik yüreklerde, demokratik akıllarda, demokrasinin gelişmesine çaba ve gayret olarak her birimizin önceliği olan bir zeminde, tabiî ki, hiç kimse şah olmaz, padişah olmaz. Biz sizin demokrat kişiliğinize ve mantığınıza, ülke insanı ferdi olarak, kurumunuz olarak ki, siz kendinizde çok veciz şekilde ifade ettiniz; yani, alanınızda çok büyüksünüz. Özellikle, yazılı basında büyüksünüz. O büyüklüğün vermiş olduğu bir özgüven şüphesiz var. Şüphesiz, onun arka planında, asıl özdesinde de bir sorumluluk var. Bu ülke bizim. Bu ülkeyi en çok sevenlerden birisisiniz, en çok seviyorum diyenlerle de her bir manada bir yarış içerisinde olduğunuzu, olacağınızı bir yurttaş olarak düşünüyorum. Dosyamızda hemen gördüm efendim. Yani, bize sunuşunuzda, incelememizi Sayın Özkök de işaret ettiler, zatı âlileriniz de işaret ettiniz. Hemen biz bir baktık. Yani, sektörler arasında bir şey var. Sizin bu duruşunuzu, bu gayretinizi çok takdirle, bir hak olarak, bir vicdanî hak olarak teslim etmek istiyorum; ama, bir etik adına çok güzel bir şey. Negatif unsurlar taşıyan hep isnatlar var, hep bir çökertme var, hep bir pastada hiç de hak olunmayan şartlarda bir pay alımı var. Yani, günümüzle, çağımız adına, bizim özdemiz, ruh kökümüz, varlık sebep ve hikmetlerimiz adına hiç de yakışmayan şeyler oluyor her bir alanda, özellikle sizin alanınızda. Bu manada, yani, bir bedel, bir maliyet, hiç de hak etmediğiniz şekilde ödüyor olabilirsiniz. Onlar, hepimizin, vicdanını, aklını sıkıntıya sokuyor doğrusu; ama, işte, bu, az önce ifade ettiğim gerekçeleri de çok iyi tahlil ve tezekkür ettiğinizi düşündüğüm şeyler açısından, alanınızda, medya alanında tamamen şey yapıyorum; yani, bir tahkir, bir tezyif amacıyla, bir isnat amacıyla değil kesinlikle... Yani, sözümüz tamamen mecliste, zatı âlilerinizden, kurumunuzdan, şahıslarınızdan çok uzak olarak... Altını çokça çizerek söylüyorum. Bir sıkıntı var. Yani, bir vakıa. Yani, siz, bu grubun sahibi olmazsanız, bu gruba ve diğer medya mensuplarına, gruplarına böyle bir özeleştiriyle baktığınız zaman, sanıyorum, herhalde memnun olmazsınız. Biz çok takip ediyoruz yazılarınızı; yüreklerimizin terennümlerine dokunduğunuzu her bir zaman her bir yurttaş olarak görüyoruz. Yani, nerede hata yapıyoruz? Bu işin yok mu başı, başına dönemez miyiz gibi bir muhasebeyi şüphesiz yapıyoruzdur efendim. Biz, medyadaki ve bütün alanlardaki sorunun bir etik sorun olduğunu düşünüyoruz. Kendi adıma böyle düşünüyorum. Bu medya manzaralarına baktığımız zaman, gazeteci kökenli patronlar, bankacı, müteahhit, enerji yatırımı, iş takipçisi gazeteciler vesaire vesaire gibi hiç de yakışmayan şeyleri okuyoruz, görüyoruz ve tanık oluyoruz. İşte gündemimize geliyor, dosyalarımıza giriyor, Meclislerde konuşuluyor, gerekçelere esas oluyor. Bu silah, bir bakıma, kimi zaman övücü, kimi zaman çok şantaj yapıcı bir silah haline geliyor. Tamamen tenzih ediyorum; yani, zatı âlilerinizi, kurumunuzu ve duruşlarınızdan tamamen tenzih ediyorum; ama, bir vakıa olarak, çeşitli varidatlarda görebiliyoruz bunu. Özel krediler, özel teşviklerden söz ediliyor. Haberler, yorumlar, tamamen birbirlerine karışık bir manzarayla karşı karşıyayız. TV’ler, izlenmenin yolunu, seviyesizliğe prim vererek sanki buluyorlar. Bir TV mensubusunuz. Evet, ekranlarda evlerin içine şiddet ve müstehcenlik alabildiğine giriyor. Yozlaşmış ilişkiler, yoz ilişkiler, gece alemleri, hiç de bu topraklara, bu toprakların insanlarına, onuruna, özdesine hiç de uymayan bir şekilde oluyor. Suçlu olduğu yargı kararıyla tespit edilmemiş insanların üzerine bir tahkir, bir tezyif ve bir linç olarak abanılıyor. Zaman zaman siz de bunun bir başka şekilde muhatabı oluyorsunuz efendim, kişiler olarak, kurumlar olarak. En çok bunun acısını çeken insanlarsınız. Devlet-medya-siyasetçi-para ilişkileri, kirli birtakım –yine tenzih ederek söylüyorum- şeylerden söz ediliyor. Yani, bugün bu coğrafyada kiminle, ne zaman, nerede... Tabirimi bağışlayın; hani bir çobana bile bir sorulsa, işte, siyasetçi-medya-patron falan ilişkilerine hiç de böyle iç açıcı sözler edemeyeceği bir ifadede hemen bir fotoğraflayabiliyor. Bunun, bizim hepimizin, yani, sorumlular olarak ayıbımız olduğunu düşünüyorum. Yani, sanki ülkenin kaynaklarının medya tarafından, medya patronları tarafından nasıl yağmalandığı, nasıl biçimlendiği, nasıl yoğrulduğu ve bu tekelleşme ve tekelleşmenin arka planında bunlara nasıl zemin hazırlandığı hep konuşuluyor ve söyleniyor. Basınımızın çalışanlarının çok problemleri olduğu, çalışanları, emekçileri tarafından bizlere bizatihî ve bir şekilde iletilmekle beraber de devamlı kamuoyunun gündemine geliyor. Bu basının içerisindeki yozlaşmanın, negatif unsurlar taşıma adına yapılanmanın, basının bordrolarında gösterilen ücretlerin çok farkında ve fevkinde birtakım rakamlardan bahsediliyor. Tabiî, bu bir arz-talep meselesidir. Kimse, emeğinin, terinin, kabiliyetinin, backroundunun şeyini bir şeye hapsetmiş olmayabilir. Bir arz-talep içerisinde söyleniyor; ama, daha şeffaf, daha bir ortak akılla bu kamuoyuna daha iyi şekilde yansıyamaz mı? Yani, Türk medyası teknolojik olarak uzay çağını yaşıyor; çok doğru. Yayınların niteliği açısından bu şekilde olduğunu kabul etmemizin, herhalde, aynı doğrulukta olmadığını düşünüyorum. Ben, Zülfü Livaneli’nin bir anekdotunu aktarmak istiyorum. Bilmiyorum, paylaşılır mı?.. Sayın Livaneli “medyanın verdiği zarar kadar düşman ordusunun veremeyeceği zararlar var” diyor. 15 yıldır yapılan tahribat, yenilir ve yutulur cinsten değil diyor Sayın Livaneli. Yani, ben biraz katılıyorum. Yani, bir yurttaş olarak, bu ülkenin asıl unsurları olarak, sizler de katılır mısınız? Neler yapılır, neler yapılmaz?.. Bir özeleştiri yaptınız mı? Şüphesiz, yapıyorsunuzdur. Porno yayıncılık, negatif unsurlar adına alıp gidiyor. Yasalarda yeri var. Yani, porno yayıncılık yapanlar tekrar tüzelkişilik adına sıfat taşıyamazlar diye. Meslek gruplarında bunların taşıdığını görüyoruz. Ha, çok haklı olarak, siz bunları niye soruyorsunuz, çıkarın yasayı, yapmasınlar diye... Ama, sanki bu yasa yapma erkini de, bu birtakım iletişim ve etkileşimden dolayı, o demokratik özgürlüğünü sanki çok da bulamadığımızı yaşayarak görüyoruz. Ben çok hak veriyorum. Bir medya grubu olarak, bir işadamı olarak siz bir sektöre yatırım yapmışsınız. Çok da iyi yapmışsınız. Bu yatırımlar çok da büyük yatırımlar; 50 milyonluk, 100 milyonluk, belki 300-500 milyon dolarlık yatırımlar. Bunun kadar tabiî bir şey olamaz. Bir Televizyon, iki televizyon, şu kadar görsel ve yazılı basına sahip olmak ve o gücü, ekonomik gücü ve onun sosyal ve psikolojik yaptırımına sahip olmak, bir zenginliktir şüphesiz. Ben bunları çok önemsiyorum, çok da yerinde görüyorum; ama, asıl sıkıntı, işte, ihalelere girilmesin... İhale Kanununa bu konulabilir. Dün de biz paylaştık bazı dostlarımızla. İhaleye bir başka, negatif unsurlar taşıyabilecek ve neticeler alınabilecek ilişkilere girmeden bu işler çok iyi yapılamaz mı efendim? Yani, bir bakıma, bu çok az dertlenmeyi kendi kendimize hep beraber temin edemez miyiz? Ben, diğer arkadaşlarımla da paylaştığım, hiç de tasvip etmediğim, hiç de içime sinmeyen bir şeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Şüphesiz, siz bu kanaatte değilsiniz; ama, bir manzara konuluyor, bir bütün olarak konuluyor. Orada deniliyor ki: “Bireylerin eşitliğine dayalı ve cumhuriyete ve hükümete karşı...” Gerekçe paragrafında: “Rejimi kuşatmıştır. Bugün basın karşısında hiçbir yurttaşın, hiçbir milletvekilinin, hiçbir meslek sahibinin dokunulmazlığı yoktur. Gazete patronlarının çıkarları, basın hürriyetinin sınırlarını oluşturmaktadır.” Çok iddialı şeyler. “Bu çıkarlara karşı gelenler medyada susturulmaktadır, çökertilmektedir. Bu çıkarlara hizmet edenler, fiilleri yasadışı olsa dahi korunmakta, hatta, yüceltilmektedir. Medyatik infazlar, şu anda adalet sisteminin üzerindedir.” Yani, siz buna hiç tanık oldunuz mu efendim? Bunlardan zaman zaman fotoğraflar, zaman zaman yansımalar kamuoyunda olmuyor değil. Bunun önlemleri ne olabilir? Yani, özlediğimiz, o onurlu, o birinci sınıf, hep Avrupa, Amerika, o standartları, çok da bize yakışan standartları, bir siyasetçi olarak, bir işadamı olarak, bir medya patronu olarak, bir yazar ve çizer olarak, hep beraber o ortak aklı, o ortak zenginliği, o erdemi, o kıymeti nereden yakalayabiliriz? Birbirimize bu manada nasıl yardımcı olabiliriz? Yani, böyle bir yürek paylaşımı yapmak istedim sizinle. Dinlediğiniz için, paylaştığınız için teşekkür ediyorum efendim. Sağ olun Sayın Başkanım. BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Karakaya. Sayın Necdet Saruhan, buyurun. NECDET SARUHAN (İstanbul)- Sayın Başkan, ben söz istemeden verdiniz, teşekkür ederim. Efendim, öncelikle hoş geldiniz. Benim öğrenmek istediğim birkaç husus var. Bir de bir iki ricam olacak. Efendim, öğrenmek istediklerim şunlar: Biraz evvel zatı âliniz de söylediniz. Türkiye’de 16 yaygın, yaklaşık 250 yerel televizyon var. Sanıyorum, 3 000’e yakın radyo ve gazete var. Özellikle, yerel basından bize gelen şikâyetler, ekonomik yönden büyük sıkıntılar yaşadıkları ve tekelleşme karşısında panik içerisinde oldukları. Madem kazanç yok, neden bu kadar talep var? Bunu ben bir türlü anlayamadım. Sonuç olarak bunu bir hobi olarak mı yapıyor 3 000 radyo veya 1 000 gazete? Madem kazanç yoktur, başka bir amaç mı yatıyor bunun arkasında? Ya bir şeylere ulaşabilmek veya bazı şeyleri gizleyebilmek için mi bir gayrettir bu? Bir de efendim, medyamızda maalesef etik yozlaşmaya sebebiyet verecek derecede çekişmeleri görüyoruz. Özellikle, yaygın medyada bu daha öne çıkıyor. Bunun nedeni nedir? Bireysel öç alma mı, kazançlarını artırabilmek mi yoksa başka çıkarlar mı veya diğer medya kuruluşlarını yıldırmak mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir de efendim, öğrenmek istediğim şu: Çalışanlarınızın yaklaşık yüzde kaçı –kaba tabirle- mektepli, yüzde kaçı alaylıdır? Mekteplilerin sayısını artırmanın, mesleğe, özellikle, etik açıdan yarar getireceğini düşünüyor musunuz ve üniversitelerimizde, özellikle, medya mesleğine faydalı olacak elemanlar yetiştirmek üzere yeni dallar açılmasında yarar görüyor musunuz? Ricalarım da şu efendim: Ben evde Hürriyet Gazetesini okurum. Eşim onu alır. Ancak, son bir ay içerisinde iki kez “hemşehri” sözcüğünün “hemşeri” olarak yazıldığını gördüm. Yani, Hürriyet, en çok satan bir gazetemiz. Yani, bir örnek veriyorum. Yine, televizyonları izliyorsunuz. Daha ziyade estetikleri yönünden öne çıkan kızlarımız haber programları sunuyorlar veya başka program yapıyorlar ve Türkçemizi, İstanbul Türkçemizi katlediyoruz. Medyanın görevi, gerek yazılı basının gerek işitsel basının gerek görsel basının eğitimine de katkıda bulunmak, eğitici olmak sorumluluğu yok mudur? Buna neden gidiliyor? Yine çok dikkatimi çeken başka bir şey var. Televizyonlarımızda yemek programları yapılıyor. Hangi yemeğin nasıl yapılacağını öğretiyoruz, çok güzel; ancak, biz, özellikle çocuklarımıza ve halkımıza, o yemek yenilirken masada, örneğin, eşinizle ne şekilde oturulacağını, bıçağın veya çatalın hangi elle nasıl tutulacağını veya basit bir şeyle, bir içki kadehinin, bir şarap kadehinin nereden, hangi şekilde tutulacağını öğretemiyoruz; otobüse nasıl binileceğini öğretemiyoruz. Hatta hatta acı bir şey söyleyeyim: Mektupta pulun nereye yapıştırılacağını öğretemiyoruz. Bu konuda istirhamım, televizyonlarımız, özellikle güzel Türkçemizi korumak, onun yanında da, görgü kaidelerinin -ki, görgü belki biraz ters geliyor, görgünün karşısında görgüsüzlük diye, adabı muaşeret diyelim- verilmesi konusunda. Sizlerden istirham ediyorum. Sanıyorum, gazetenizde Türk Dil Kurumunun sözcüklerini inceleyen veya bu şekilde elemanlarınız vardır. Bir de efendim, Avrupa Birliğine giriş bağlamında, Türk medyasının, yazılı, işitsel, görsel basının yapması gereken bazı çalışmalar olmalı mıdır? Bu konuda sayın gazetelerinizin, televizyonlarınızın böyle bir alt çalışması var mıdır? Hatta, biraz genişleterek sorayım: Avrupa Birliği müktesebatının basınla ilgili bölümü yeterince iyi tercüme edilmiş midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Saruhan. Sayın Yusuf Kırkpınar’ın küçük bir sorusu kalmış. Buyurun. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Halk arasında çok yaygın olan bir konu var. Sizin aldığınız olup da başkasının üzerinde olan medya kuruluşunuz var mıdır? BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kırkpınar. Sayın Şamil Ayrım, buyurun efendim. ŞAMİL AYRIM (İstanbul)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Efendim, hoş geldiniz Gerçekten, ülkemizin en büyük medya kuruluşunun değerli patronu ve yöneticileri... BAŞKAN- Duyamıyoruz. O mikrofon kayıt için; onun için, sesinizi yükselteceksiniz. ŞAMİL AYRIM (İstanbul)- Efendim, yaklaşık, Komisyonumuz kurulduğundan beri çeşitli kuruluşlarla toplantılarımız devam ediyor. Dün de yine ülkemizin en büyük gazetelerinden birisiyle yaptığımız görüşmelerde hep aynı konuları burada arkadaşlarımızla dile getirdik. Şimdi, ben bu verdiğiniz kitapçık için teşekkür ederim. Şöyle bir karıştırırken, burada sizin önerilerinizle ilgili bir bölümü gördüm. AYDIN DOĞAN- Ben onu sonunda yapacaktım. ŞAMİL AYRIM (İstanbul)- Hayır, zaten, şimdi efendim, bu Komisyonun amacı –belki Başkanımız ifade etti- medyanın sorunlarını ve çözüm önerilerini ortaya koymak için teşkil edilmiş bir Komisyon. Tabiî, bu arada sizlerden gelecek önerilerle bizim bu çalışmalarımız neticelenecek. Bizim dün yaptığımız temaslarda, özellikle, son çıkan bu RTÜK Yasasında ciro üzerinden alınan payın çok yüksek olduğu ifade edildi. İşte, yüzde 10,5’larda. Bu ifade edildi. Ben orada bir soru sordum: RTÜK Yasasına başka konularda da bir itiraz var mı diye. Bu çok önemli; çünkü, takdir edersiniz, iki üç senedir gündemde olan bir RTÜK Yasası yeni çıktı ve bazı medya kuruluşlarının ve özellikle yerel basının bu cezalarla ilgili çok ciddî bir tepkisi var. Yani, siz grup olarak, bu RTÜK Yasasının... Çünkü, burada okurken, kapsamlı bir RTÜK yasası, basın yasasının çıkmasından söz ediyorsunuz. Bu mevcut yasada gördüğünüz eksiklikleri... Yani, elinizde o tür bir çalışma var mı? Basın yasasıyla ilgili olabilir. Yani, RTÜK Yasası, ne bileyim, eğer ilgilenirseniz, bu çalışanların sosyal yapısıyla ilgili... Mesela, basın çalışanları... İşte, deniliyor ki, son zamanlarda çıkacak olan sosyal güvenlik, iş güvenliği yasa tasarısının gündeminde değil, Genellikle bir grup onu şey ediyor, niye içeride değil... Yani, bunun gibi, böyle, çalışanlara dönük de sizin önerileriniz olur mu? Yani, bu önerilerinizi herhalde açacaksınız. Belki, sizin, grup olarak da çalışmalarınız var. Ben, daha ileriki turlarda öğrenmek istediğim birtakım hususlar olacak. Tabiî, özellikle, mensubu olduğum siyasî partiyle ilgili, kamuoyunda, milletvekili arkadaşlarımda, muhalefet milletvekili arkadaşlarımda yaygın bir kanaat var. Yani, bunları haklı olarak öğrenmek istiyoruz. İşte, Turgut Beyin ortak olduğu söyleniyor. Aslında, ben Başkanımdan da... En önemli konu buydu. Çünkü, konuşmanın başında bu konu bir cevaplandırılmış olsaydı, ondan sonra herhalde akış daha şey olurdu diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum efendim. BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Şamil Ayrım. Sayın Metin Kalkan, buyurun efendim. SÜLEYMAN METİN KALKAN (Hatay)- Efendim, hoş geldiniz. Ben, çok kısa, özet olarak, kamuya mal olmuş, çok uzun zamandır da tartışılmakta olan ve hatta, Meclis gündemine, Türk kamuoyu gündemine ağırlıklı hakim olan, gerek en çok teşvik almanız açısından, ihalelerde etkili olmanız açısından ve özelleştirmeleri de daha önceden yönlendirmeniz açısından çıkan bu bilgilere, teferruat ve detay veremeden, çok uzun zaman alacağı için, bunlar hakkında kamuoyunu ve bizi tatmin edecek cevaplar verebilir misiniz? Bu hususta, kamuoyunun en çok etkilendiği yayın gruplarına sahip olmanız açısından, kamuoyuna karşı yönlendirme veya yayın ilkelerinizi iyi buluyor musunuz? Ülkenin içinde bulunduğu duruma basının etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılardan çıkma yolunda, basının kendi ahlak yasalarına uyma zorunluluğu açısından ne yapabileceğinize dair bilgilerinizi rica ediyorum. Tabiî, elbette, serbest piyasa ekonomisi içerisinde çok büyük bir rekabet ortamı olduğundan bahsettiniz. Bence, her mahallede, her sokakta da bir medya kuruluşu, eğer kendi kendini meşru çerçevede yönlendirebiliyor ve besleyebiliyorsa, ne kadar basın veya ne kadar yayın organı varsa, olması iyidir, daha iyidir, rekabet olur kanaatindeyim. Bu açıdan ne düşünüyorsunuz? Bir de, bu büyük medya ve basın gücünün borsada da oynayabilme veya borsada işlem yapabilme gücü, basın ve yayın organları açısından borsayı etkilemez mi? Ki, bu hususta da yöneltilmiş sorular var. Çok kısa zaman içerisinde bazı şirketlerin borsada çok büyük oranlarda arttığı veya azaldığı, basın veya birtakım etkilerin yön verdiği söyleniyor. Bir de, gene hakikaten samimiyetle söylüyorum, çok büyük bir kamuoyu yönlendirme gücünüz olduğu için. Yapılan yayınlarda bu toplumunda bütün veçheleriyle değerlerini gözardı etme neticesi; yani, alabildiğine başka yaşantıları özendirme veya ruhsuz, inançsız bir hayatı telkin etme figürlerini fazla göstererek acaba satanizmin de artmasına bunlar yol açıyor mu, açmıyor mu; çeşitli mutsuzlukların, intiharların kökeninde de bu oluyor mu, olmuyor mu?.. Bu açıdan, medyanın toplumu yönlendirme gücü açısından daha tedavi edici bir yayın düşünür müsünüz? Acaba, bir basın-yayın kuruluşu ayakta durabilmek için mi mecburen ticaretle de uğraşıyor? Yoksa bu ticarî organizasyonlar, ticaretlerini daha iyi yapabilmek için mi medya kuruluşları kuruyorlar? İşte bütün bu açılardan, toplumumuzun içinde bulunduğu sıkıntıya katkıda bulunacak ve o bunalımdan çıkaracak üretim yapmayı topluma enjekte edecek yayınlara ağırlık verebilir misiniz? Yani, daha çok mutlu azınlığın serüvenine takılan tüm medya için, tüm basın için söylüyorum, özellikle bir grup için söylemiyorum. Bunun yerine bütün problemlerimizi önümüze alıp ve tüm toplumun katkısını sağlayacak bir yayıncılık anlayışı fayda sağlar mı, sağlar mı? Bu açıdan düşüncelerinizi rica ediyor, teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Metin Kalkan. Sayın Saffet Arıkan Bedük, buyurun efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara)- Sayın Doğan, önce, Komisyona teşriflerinizden dolayı size ve değerli arkadaşlarınıza teşekkür ediyorum. Ben, birkaç noktayı sizlerle paylaşmak ve öğrenmek de istiyorum. Aslında, bu Araştırma Komisyonumuzun maksadı, Türkiye’de medyanın sorunları ve çözüm önerileri. Bunu tespit edebilmek. Niye bu noktaya geldik; çünkü, son zamanlarda Türkiye’de, demokrasinin en önemli unsuru olarak gördüğümüz gerek basının ve gerekse siyasetçinin son derece büyük bir itibar kaybettiğini görüyoruz. O halde, bu itibar kaybının sebeplerini ortadan kaldırmak lazım. Mademki, biz, Avrupa Birliği standardında bir demokrasi arıyoruz, demokrasi standartlarımızı geliştirmek istiyoruz; o halde, demokrasi standartlarını geliştirebilmek için, demokrasinin en önemli unsuru olan bu iki kurumla ilgili yeni birkısım düzenlemelere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birisi medya. Medya, genel hatları itibariyle kendisi düzenlemelidir. Tabiî, bizim, siyasetle ilgili olarak da birkısım düzenlemeleri yapmak mecburiyetinde olduğumuz muhakkak; ama, 21 inci Asra girdiğimiz bir dönemde katılımcı demokrasinin daha da ehemmiyet arz ettiğini, arz edeceğini hesaba kattığımız zaman, sadece yasama yürütme, yargı organı değil, yasama, yürütme ve yargı organının yanında, sivil toplum örgütlerinin, basının ve bu arada da iş aleminin de keza aynı şekilde daha da fazla etkinleşeceği bir döneme doğru gidiyoruz. Ama, bütün bu şartları yaşarken, acaba bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç yok mu? İcrada, teşride, yani, yasamada ve yargıda birkısım düzenlemelere, yeniden yapılanmalara ihtiyaç var; ama, medyanın da kendisini mutlaka yargılaması ve bir yeniden yapılanmayla ilgili çalışmaların içerisine girmesi gerektiği kanaatini düşünüyorum ve o sebeple de zaten bu Araştırma Komisyonunun ana sebebi bu, bunları tespit edebilmek. Bir fotoğraf ve bu fotoğrafla birlikte yönetenler, içerisinde yaşayanlar, kendilerini yenilemeye yönelik birkısım çalışmaları gerçekleştirme mecburiyetindedir. Mademki Avrupa Birliğine gireceğiz, mademki çağdaş dünyayla rekabet edeceğiz, o halde bunları gerçekleştirmemiz gerektiği muhakkak. Biraz evvel bir değerli arkadaşımın ifade ettiğini de dikkate alarak, şimdi, benim elimdeki rakamlara göre, 16 ulusal, 15 bölgesel, 230 yerel televizyonumuz var ve bunun dışında, ayrıca, 36 ulusal, 108 bölgesel, 1 055 yerel olmak üzere 1 329 radyomuz var Türkiye genelinde. Gazete ve dergiler itibariyle en zengin İstanbul. 94 gazete, 518 dergiyle. Ankara, 8 gazete, 37 dergiyle. İzmir, 3 dergi ve 3 gazeteyle. Yerel gazeteler bakımından da en zengin olan şehir Ankara; 663. Ondan sonra İzmir, ondan sonra da İstanbul geliyor. Dolayısıyla, 3 500 civarında da yerel, genel olmak üzere, dergi ve gazete sayımız var. Bütün bu şartlar altında, bu demokrasinin en önemli unsuru olarak gördüğümüz medyanın, gerek ulusal... Biz buna biraz daha “yaygın” demeye başladık. Bunu Sayın Özkök de dahil olmak üzere sizler nasıl değerlendireceksiniz; çünkü, yerel olarak Anadolu basını, ben millî değil miyim, beni niye saymıyorsunuz. Buna “yaygın” deseniz olmaz mı diyor. Bu bir tarz, bu bir istek. Olabilir; ama, buna “yaygın” ve “yerel” diye bir ifade kullanılması mümkün müdür? Bunlar hep toplantılarda konuşulan şeylerdir. O anlamda söylüyorum. Dolayısıyla, bu ifadeyi de dikkate almak suretiyle, bir ulusal, yaygın medyanın sorunları, bir de, yerel basının, yerel gazetenin, yerel medyanın tamamının sorunlarını ele almak gerektiği muhakkak. Bu noktadan hareket etmek suretiyle Sayın Doğan, biz bu medyanın sorunlarını; 1) Sahipleri itibariyle, 2) Çalışanları itibariyle, 3) Dağıtımı, muhtevası itibariyle, 4) Pazarlaması itibariyle Olmak üzere böyle ayrı ayrı bölümler halinde medyanın bu sorunlarını ele alıp buna çözüm önerileri geliştirmek istiyoruz. Acaba burada siz ne düşünüyorsunuz? Yani, herkes gazete çıkarmalı mı? Veya herkes gazeteci olmalı mı? Herkes muhabir olmalı mı? Çalışanlar itibariyle, sosyal güvenliğinden tutun da, çalışanlarda aranan nitelikten bakımından bir tavsiyeniz olur mu? Mademki bir yeniden yapılanma diyoruz; o halde her meslek dalında da belli bazı nitelikler aranıyor. Aranmalı. Nitelikler arasında da, ben bir değerli arkadaşımıza sorduğumuzda, efendim, demokrasi bakımından biz herhangi bir şekilde bir tahdit getirmek istemiyoruz. Sokaktaki bir kişiyi de alır getiririz diye söyleyen de oldu; ama, burada benim bir tereddüdüm var. Ben diyorum ki: O zaman iletişim fakülteleri açılıyor, iletişim okulları açılıyor. Bunlar niye açılıyor? O zaman açılmasın bunlar. Eğer açılıyorsa, o zaman, iyiler arasında en mükemmelini yakalamak suretiyle, acaba kalitemizi artırmak, daha fazla ilgi duyurmak ve zannediyorum -elimizdeki notlara göre de söylüyorum- Türkiye, diğer ülkelerle mukayese ettiğimizde, yazılı ve özellikle dergi ve gazeteler bakımından en az satış yapılan ülkeler arasındaymış. 3,5 milyon satıyoruz; fakat, sayı da fazla. Burada bir şeylik var; 3,5 milyon geçiyor, bizim elimizdeki doneler böyle. Ama, bir Amerika’ya bakıyorsunuz, bir Almanya, Fransa’ya bakıyorsunuz, 7 milyonların üzerinde, hep böyle gidiyor. Demek ki bir yerde bir eksiğimiz var. Acaba yayın politikaları itibariyle herhangi bir şey düşünüyor muyuz? Toplumun en fazla sıkıntı çeken kişisi olarak sizler de varsınız. Şu dosyanın birkısmını inceledim. Gerçekten, iftiralara cevap veriyor. Beni ilgilendiriyor; aynen vatandaş gibi, kamuoyu gibi ben de buradan hakikaten öğrenmek istiyorum. Bunu da öğreneceğim ümidini taşıdım, şöyle bir göz gezdirdim. Kişilik hakları çok önemli. Yani, bir taraftan medyayı koruyacağız, doğru; ama, kişilik hakları bakımından da acaba ileri demokratik ülkelerde olduğu gibi, kişinin hak ve özgürlüklerini doğrudan doğruya hedef alan birkısım yayın politikalarını ortadan kaldırmak için neler düşünüyorsunuz? Biz, devletin, polisiye tedbirlerle medyaya müdahale etmesini asla düşünmüyoruz, öyle bir anlayışımız yok; ama, diyoruz ki, medya, kendi içerisinde, yine yapacağımız bir yasayla çıkarmamız halinde, bunu engelleyici, düzenleyici, kendisine birkısım kolaylıklar sağlayıcı; ama, vatandaşın da özgürce bilgi edinme hakkını mutlaka sağlamalı. Vatandaşın özgürce bilgi edinme hakkı var; ama, bu arada da, gazetecinin de özgürce bilgi toplama ve araştırma hakkı var. Olmalı. Bunun için de devlet bir yeniden yapılanmaya gitmeli, şeffaflığı gündeme getirmeli ve istenilen her türlü belgeyi araştırmacılara vermeli ve böylece, vatandaşın özgürce bilgi edinme hakkını sağlamalı. Bu, şeffaflığın, demokrasinin de bir gereği. Ama, bütün bu şartlar altında, özgürce bilgi edinme hakkını sağlarken, vatandaşın kişilik haklarına yönelik saldırıları da ortadan kaldırmak için ne düşünüyorsunuz? Yani, böyle, kendi içinizde yapacağınız birkısım düzenlemelerle bunu çözümlemek mümkün mü? İftiralara karşı alınması gereken tedbirler bakımından mümkün mü? Sadece yargıya bırakmak yetmeyebiliyor, idarî bakımdan yapmak mümkün mü? Bir Basın Konseyi var. Sayın Oktay Ekşi’yi dinlerken şunu söyledi: “Basın ahlak ilkeleri çerçevesinde eğer aykırı bir yayın yapmışsa, onu biz ahlak yasasına aykırıdır şeklinde teşhir ediyoruz.” Sadece bir teşhir görevi var. Acaba teşhirin dışında başka bir uygulama olabilir mi? Yoksa, yine bir başka basın mensubu arkadaşımızın ifade ettiği gibi, canım ben öğrendim, işte birkısım gazetelerden öğrendim. Gazete kimden öğrendi; A kişisinden öğrendi. Filan kişi şöyle ahlaksızdır, şöyle şudur budur dedi. Onun demesi üzerine ben yazarım; ama, eğer öyle değilse ispat etsin. Dolayısıyla, benim yaptığım bu çalışmayı kimse engellememeli. Bu, basına, bir noktada, engel olur şeklinde bir ifade koydu. Ama, ben hukukçu bir insan olarak söylüyorum; müddeî, iddiasını ispatla mükelleftir. Yani, böylesine basit bir şeyden. Basın mensupları için acaba böyle bir kriter, böyle bir, hukukun üstünlüğüne dayalı bir anlayışını hakim kılmak istiyorsak devlette, bu hukukun temel kuralını ortaya koymak doğru olur mu? Ben hep dikkat ederseniz, basın dışı diye düşünüyorum, diğer konulara girmiyorum. O, tamamen kendi içinde gidiyor, beni ilgilendirmiyor onlar. Ama, ben, Türk medyasının, diğer uluslararası medyalar gibi son derece güçlü, kuvvetli, etkili; gerek kurum olarak gerek çalışanları olarak özgür ve gerekse vatandaşı yönlendirme bakımından da fevkalade etkili bir kurum haline gelmesinden yanayım. Onun için de son olarak şunu sormak istiyorum: Avrupa Birliği standardında medya nedir, ne olmalıdır? Denetiminden kuruluş safhasına kadar olan her kısımda bize tavsiyeleriniz ne olabilir? Mademki Avrupa Birliğine gireceğiz. O halde, o normlar bizim için önemli. RTÜK’ün, bu bağlamda, yerel medyayla ilgili –diğerleri için söylemiyorum- getirmiş olduğu cezalar sizce çok ağır değil midir? Uzun yıllar taşrada çalışan bir kişi olarak söylüyorum; zaten durumları çok kötü. 5 milyar lirayı bile ödeyemeyecek, 10 milyarlık ceza, acaba yerel medyayı tamamen öldürme noktasına götürür mü? Bizim üzerinde durduğumuz, yerel medya gerçekten yaşamalı; çünkü, o bölgeler için önemli. Yani, yöneticiler için de önemli, yönlendirmeler bakımından da önemli diye düşünüyorum. Eğer lütfeder, bize görüşlerinizi ifade ederseniz memnun olurum. Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Bedük. Sayın Nazif Okumuş, buyurun efendim. NAZİF OKUMUŞ (İstanbul)- Sayın Başkan, çok teşekkür ederim. Ben de, Türk medyasının çok önemli müesseselerini bünyesinde bulunduran Doğan Grubunun sayın sahip ve mesai arkadaşlarına, teşriflerinden ötürü teşekkür ediyorum. Sorularım iki kısımda olacak. Biri, genel yayın politikasıyla ilgili alanda. Diğerleri de, hem çalışma hayatımızı ilgilendiren hem de medya sektörünün kendi içindeki problemlerini dikkate alarak, bize ulaşan bilgiler çerçevesinde olacak. Sayın Doğan, 5 350 kişinin 23 şirketinde istihdam edildiği, 4’ü halka açık olan grubunuzda, çalışanların da bizlere ulaşan birtakım arzu ve istekleri –şikayet demek istemiyorum- bulunmaktadır. Bu arzu ve istekleri sizlerle paylaşmadan önce, Doğan grubu yayınlarında anayasal ve yasal açıdan yasak olan birçok konuda demokratik açılımlar, düşünce hürriyeti veya insanî duruşlar adına haber ve yorumlara yer verilmektedir. Mesela, Türkiye’de toplumun belli bir kesimi, ekserisi veya ekseriyete yakını veya önemli miktarda ağırlıklı bir kesimi idam cezasının kaldırılması, Türkçe’nin sahiplenilmesi, hatta, mahallî ağız ve şivelerde, lehçelerde yayın yapılması gibi düşüncelere karşı dururken, tabiî ki, ifade ettiğim gibi, demokratik açılımlar, düşünce hürriyeti veya insanî duruşlar adına grubunuza mensup yayınlarda çeşitli yorumlarda düşünceler ortaya konulurken, ısrarla vurgulanırken, bunun tam tersi ifadelere, hatta, zaman zaman, uç denilebilecek noktalarda yer verilmektedir. Dolayısıyla, toplumun genel hassasiyetlerinin dışındaki bu aykırı sayılabilecek duygu ve düşüncelere grubunuz sahiplenip gereği için mücadele verirken Türkiye’nin başka bir tarafında da, madalyonun başka bir yüzünde de, sizlerin de belki veyahut da bu düşünceleri ortaya koyanların da işte, siyaseten oy deposu olarak gördükleri kitlelere mesaj verebilmek, onlarla beraber olabilmek için böyle bir tavrın içerisine giriyorlar diye suçladığınız veya yorum yaptığınız, öyle değerlendirdiğiniz insanların sözcülüğüne soyunduğu geniş kitleler sahiplenmez. Birçok sosyal meselelerimiz vardır bu konuda. Mesela, grubunuzda, idam cezasının kaldırılması, Türkçe’nin dışındaki ağız ve dillerde, lehçelerde yayın yapılması düşüncesini ciddî bir şekilde sahiplenirken, bu toplumun yıllardır sosyal yarası olan kılık kıyafetle ilgili hassasiyeti taşımadığınızı müşahede ediyorum. Yani, bir taraftan medya, kamuoyunun sesi, kamuoyunun tercümanı, ama, öbür taraftan, kamuoyunun yoğun bir şekilde hassas olarak odaklandığı, sizlerin de bu meseleye sahip çıkan, ama siyasî, ama akademik çevreler veya birey sorumluluğu içerisinde günlük hayatımızda bu meseleyi sahiplenen insanlara, ya oy kaygısıyla, işte bilmem ne kaygısıyla hareket ediyor diyerek, aslında onların ne kadar büyük bir topluluğu, hatta, keyfiyeti değil kemiyeti temsil ettiklerinin, onlar adına konuştuklarının bu anlamda kabul edilmesine rağmen, bu meselede taraf olmadığınız gibi, bilakis de, karşı bir görüntü vermektesiniz. Bu, toplumun sesi olan, kamuoyunun vicdanının tercümanı olan basın anlayışıyla ne kadar bağdaşıyor? İki: Grubunuza mensup yayın organlarında, başta yönetici konumundakiler, yazar çizer ve yorumcular olmak üzere, özellikle seçim arifelerinde, siyasî tercihlerini ortaya koyar ve hangi siyasî ve ideolojik tercihlerde bulunulduğunu yansıtırlar; onu gördük seçim arifelerinde. Anket yaparlar, bunların kupürleri de bizde mevcut. İşte, falanca arkadaşımız, zaman zaman tercihini ortaya koymasına rağmen, grubumuzda yaptığımız ankette A partisine şu kadar oy, B partisine bu kadar oy çıktı gibi değerlendirmeler grubunuza mensup yayın organlarında da yer aldı. Ancak, en somut anket, neticede seçimlerdir ülkede, kamuoyunun tercihlerini gösterir. Bu en somut anket olan seçimlerin sandıktan çıkan sonuçlarına baktığımız zaman, grubunuza mensup yayın organlarında seçim arifesinde yapılan tercihlerle milletin tercihinin çok müthiş şekilde çeliştiği, zıt bir görüntü ortaya koyduğu çıkmaktadır. Bu sonuçla halkın, kamuoyunun sesi olması gereken medya ile halk arasında bir kopukluk ortaya çıktığı anlaşılıyor. Dolayısıyla, bundan rahatsız olur musunuz acaba? En aykırı bir partiye, grubunuzdan çok daha fazla oy çıktı; ama, o partinin sandıktan yüzde sıfır virgül bilmem ne kadar oy alabildiğini müşahede ediyoruz. Bununla, toplumun genel duygu ve düşüncelerine, duruşuna, heyecanlarına, özlemlerine, öfkelerine, tepkilerine ne kadar tercüman olunabilir? Yani, çok daha somut bir şey. Tenzih ederim, bu gruba mensuptur diye söylemiyorum şimdi söyleyeceklerimi. Yani, öyle gazeteler, dergiler var ki, bu toplumun yüzde 99’u hangi inanca sahip olursa olsun, hangi dinin mensubu olursa olsun, bütün hak dinlerde cinler periler vardır. Enteresandır, medya mensuplarının içerisinde cinler periler var mıdır yok mudur tartışması yaparlar, inanmazlar. Cinlerin, perilerin olmadığına inanan bir medya mensubu, okuyucusunu da o kadar inandırır. Yani, böyle çok uç bir örnek verdim, kopukluğu anlatabilmek için. Başka bir sorum; bir dönem çok önemli mücadele içine girdiğiniz, grubunuz kadar veya en azından aranızdan gelenlere göre hareketli bir yayın grubunun sahip ve yöneticilerine kriz süresince sahip çıktığınız yoğunlukla ifade edildi; yani, ülkenin yaşadığı ekonomik kriz, ayrıca medyanın kendi içinde yaşadığı ekonomik krizi dikkate aldığımız zaman, sizinle beraber medyanın vitrininde yer alan başka bir grubu, o kriz süresince sahiplendiniz. Bunu hâlâ mensubu bulunmakla iftihar ettiğim bir medya mensubu olarak çok takdirle karşılıyorum ve iftihar ediyorum bununla; ama, o grupla da zaman zaman bir mücadelenin içerisine girdiğiniz görüntüsünü verdiniz, ister istemez yayınlarınıza yansıdı bunlar. Dolayısıyla bu, bir ticarî iştahlılıktan mı yoksa Türk medyasının çok sesliliğe olan ihtiyaçtan mı, o ihtiyacı dikkate alarak sorumluluk duygusundan mı kaynaklandı? Ayrıca, o grubun dün dinlediğimiz patron ve en yakın mesai arkadaşları, zatıâliniz gibi duygu ve düşüncelerini bizimle paylaşırken, son on yılda devletten hiçbir ihale almadıklarını, banka hatasından başka bir kusurlarını olmadığını belirtirken, rekabet ettiğimiz bazı kuruluşların kâr etme kaygısı yok, 150 000 lira bedelle 60 sayfa çıkan gazeteler var, maliyetin yarısını bile karşılayamıyorlar, ama, enerji, elektrik ihaleleri var; onun için, medyadaki işlerde zararı göze alabiliyorlar dedi. Dün, Türk medyasının en vitrininde yer alan müesseselerimizden birinin patronu ve mesai arkadaşları. Bu düşüncelere katılıyor veya katılmıyor iseniz, bakışınız nedir? Sizler de, hakikaten, o bir pişmanlığı ortaya koydu, bu banka işine girdiğime çok pişmanım dedi. Bunun dışında, herhangi bir işim yok dedi. Bu konuya bakışınız nedir? Şimdi, sektörümüzle ilgili konulara geliyorum ki, komisyonumuzun da kuruluş gayelerinden ve hedeflerinden bir tanesi ve en önemlisidir. 212 sayılı Yasa, işyerlerinizde sağlıklı olarak işletiliyor ve basın emekçileri bu haklardan faydalanabiliyor mu? Sendikalaşmaya, yapıcı olmak kaydıyla, imkân verebilir misiniz? Kâğıt fabrikalarını özelleştirme kapsamında satın almayı düşünür müsünüz? Çünkü, Türk medyasının çok önemli, halkla bütünleşmiş bir grubunun başındasınız. Asıl işlevinize uygun, mütemmimi sayılabilecek bu fabrikalar rantabl olmayabilir, bu fabrikalar günümüz ihtiyaçlarına cevap vermeyebilir; sadece özelleştirme kapsamında, ama grup olarak, ama konsorsiyumlar vasıtasıyla, oluşumlar ortaya koyarak, bunları satın almayı düşünebilir misiniz? Siz, RTÜK’le ilgili son yasal düzenlemeyi dikkate alarak, gerçekten Anadolu’daki yerel tv’lerden en azından birkaçına talip olur musunuz? Hatta, bu yönde girişimleriniz oldu mu? Çok ısrarlı bir şekilde, vıdı vıdılarla, grubunuza yönelik bu istismarı çok net bir şekilde ortaya koydukları için paylaşıyorum. Ayrıca, daha bağımsız, daha tartışmasız ve daha kendi misyonuna özgü atmosferde, kendi yağıyla kavrulan bir medya oluşturmak için, medyadaki reklam çerçevesini, işverenler açısından gelirin artırılması yolunu açmak için yeniden belirlemek gerekir mi? Mesela, ben, gerekir diye düşünüyorum. Dünyadaki konjonktürü de dikkate aldığımız takdirde, bu konuda çok ileri yeni yasal düzenlemeler yapılmış. Grubunuz da bu yasal düzenlemelerle ilgili duygu ve düşüncelerini bizle paylaşırsa çok mutlu oluruz. Mesela, dünyanın çok ileri demokratik ülkelerinde, ekonomik anlamda mesafe almış olsun olmasın ülkelerinde, özellikle bazı ilaçların medyaya girmesi, yani, bunu bizim de patronlara böyle bir imkânı devletin sunması lazım. Bazı ilaçların reklamını vererek. Bunlar bir de uluslar arası şirketlerdir, yabancı sermaye de girdiği gibi, kendimizi de kandırabiliriz bir anlamda. Yani, onların bu kadar iştahı kabarıp, bu kadar Türkiye’den, Türk Milletinden, Türk toplumundan ticareten para kazanıyorlar ama, reklam müessesesinin içinde yoklar. Biz böyle bir yolu açabilmeliyiz, açmamız gerekir diye düşünüyorum. Yanlışsam bilemiyorum tabiî, ama, böyle bir çalışmanız olursa mutlu oluruz, bunu da değerlendirelim istiyoruz. Böylece, medyayı daha bağımsız hale, daha başka iş kollarında aktif bir şekilde yer almamasını sağlayarak kendi içinde kendi meselesini, işini gören bir anlayışın içerisine oturtabiliriz diye düşünüyorum. Yine son sorum, grubunuzda, 212 sayılı Basın İş Kanunu kapsamında çalışırken –hanımefendi belki bu işle daha yoğun olacak- veya çalışması gerekirken, 1475 sayılı Genel İş Kanununa, hatta, 1475 sayılı Genel İş Kanunundan da çıkarılarak veya onun kapsamına alınmayarak, telifli, yani, kadrosuz çalışmaya yönlendirilen, hatta, zorlanan personel var mıdır? Son sorumu soruyorum Başkanım. Sayın Doğan, bir de, dün bunu yine paylaştık; ama, sizlerden de duymak istiyorum. Yine zannediyorum ki, hanımefendi bu işe yoğunluk veriyordur. Türkiye’de dağıtım, yaklaşık bir yıl öncesine kadar en azından iki müessese vasıtasıyla yapılırdı, birbirlerini dengelerlerdi. Bugün, başka bir yayın grubunun bünyesinde bulunan dağıtımın, o grubun da içine düştüğü problemlerden ötürü diğer dağıtım şirketiyle, bir anlamda girift bir ilişkinin içerisine girmesinin sonucu, belli bir noktaya gelindi. Bugüne kadar müesseseler, daha doğrusu yayın organları, bu dağıtım şirketlerine mevkutelerini verir, baskıları kadar teslim eder, sonra satışları üzerinde yapılan anlaşma gereği komisyonları bırakırlardı. Yaklaşık bir yıldır, satılsın veya satılmasın, mevkuteler, dağıtım şirketine ne kadar oranda veriliyorsa, öncelikle o oran kadar belli bir miktar kendilerinden para alınıyor, tahsil ediliyor. Bakın, şimdiye kadar bu yoktu. Yani, daha açık ifadeyle, 50 000 basan bir gazete, dağıtım şirketine 50 000 gazeteyi veriyor; şimdi, her gazete için, 50 000 gazete çarpı 11 000 lira, 11 500 lira civarında parayı veriyor. Sonra, sattıkları oran varsayalım ki 20 000, 20 000 gazeteden ayrıca belli bir satış komisyonu da kesiliyor. Şimdi, düşünce özgürlüğü konusunda bu kadar hassas olan, düşünce özgürlüğü konusunda ülkenin ileri vadedeki hedeflerini de dikkate alarak doğru veya yanlış, katılırız veya katılmayız, duygu ve düşüncelerini bu kadar net bir şekilde yansıtan bir grubun patron ve en üst düzeydeki yöneticileri olarak, neticede çok sesliliğin en büyük somut, olmazsa olmaz kuralı olan diğer yayınlara yıllar sonra, ilk defa, böylesine kurallar getirilerek önlerinin kesilmesi gibi bir görüntünün verilmesi bizi rahatsı etmez mi? Bu konuda, tabiî ki, çok satan gazeteler, neticede, yüzde 2’yle, yüzde 5 veya en fazla yüzde 7,5 iradeyle çalışırlar. Yani, 100 000 satan gazeteyi 300 000 tiraja ulaştırmak başarı değil. 2 000 satan gazeteyi 5 000 tiraja ulaştırmak çok büyük başarıdır. 10 000 satanı 20 000’e ulaştırmak başarıdır. Dolayısıyla, 50 000 baskıyla 36 000 dağıtım merkezini dikkate aldığımız zaman, 20 000 satan bir gazetenin ne kadar sıkıntılarla boğuştuğunu dikkate almak lazım. Yıllardır uygulanmayan bir şeyin son bir sene içerisinde uygulanmaya başlaması ve böylece tekelleşmeye yol açabilecek çok net bir görüntünün verilmesi, acaba, vicdanlarımızı ne kadar rahatsız eder veya mutlu eder? Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Okumuş. Sayın İrfan Keleş, buyurun efendim. İRFAN KELEŞ (Çankırı) – Ülkemizin en büyük yayın kuruluşlarından birinin değerli sahibini ve yöneticilerini aramızda görmekten büyük bir mutluluk duyuyorum ve onlarla Türk basınının meselelerini tartışmak ayrı bir zevk. Ben, bu konudaki sorularımı şöyle birkaç madde halinde somut olarak sormaya çalışacağım. Bunlardan biri, verilen önergelerin bir kısmında, basın hürriyetinin çok yanlış kullanıldığı, dolayısıyla, medya kuruluşları ile siyasî iktidarlar arasında çıkar ilişkileri yüzünden basının kirlendiği ifade edilmektedir. Halkın bilgilendirilmesi ve gerçeklerin öğrenilmesine hizmet etmesi gereken basın kuruluşlarımızın maalesef, yine verilen önergelerde ifade edildiğine göre, bazı çıkar hesapları noktasında kullanıldığı ifade edilmektedir. Bu manada, siyasî iktidarlarla olan münasebetlerinin neticesinde, bazı basın kuruluşlarımızın hak etmedikleri teşvikler aldığı ifade ediliyor. Mesela, 1983 yılından 1997 yılına kadar basına verilen 918 milyon dolarlık teşvikin, 625 milyon dolarını sahibi bulunduğunuz kuruluşun ve Sabah grubunun aldığı ifade ediliyor. Bunun da basına verilen teşvikin yüzde 90’ına tekabül ettiği söyleniyor. Burada, siyasî kuruluşlarla kuruluşunuzun bağlantısının bir etkisi var mıdır, böyle bir teşvik aldınız mı? Sorumun biri bu. İkinci soru; yine bu basının gücünü kullanarak elektrik dağıtım ihalelerinden, mesela, İstanbul-Marmara grubunun tarafınızca alındığı ifade ediliyor ve 270 milyon dolar sizden daha fazla fiyat veren Park Holdinge rağmen bu ihalenin sizin üzerinizde kaldığı ifade ediliyor. Bu konuda basının gücünü kullandınız mı? Bir diğer sorum; basınımız, Türkiye’nin aydınlık yarınlarına gitmede, temiz toplumu ortaya koymada, gerçekten, son derece sorumlu bir kuruluş. Basınımızı Basın Yasasına uygun, toplumumuzun ahlakî değerlerine, kültürel değerlerine uygun yayın yapar hale getirmeden Türkiye’nin meselelerinin çözüleceğine inanmıyorum. Bu manada, satışlarınızı artırabilmek veya ticaret yapmak için, ticarî kazancınızı artırmak için gazeteleriniz promosyon veriyorlar. Benim burada yaklaşımım şu: Bu promosyonlar verilirken, niçin kültürel değerlerimiz, kitaplarımız, kendi millî değerlerimize dayalı yayınlar tercih edilmiyor da, çanak çömlekten tutunuz da, birtakım ticarî meta araçlarının basınla ne ilişkisi var? Bu tür promosyon araçlarıyla basını bağdaştırmak pek mümkün olmuyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Bir diğer sorum da, bu kriz döneminde sizde çalışan, basında çalışanlardan hiç işine son verdiğiniz basın emekçileri oldu mu? Bu basın emekçilerine eğer böyle işine son verdiğiniz basın emekçileri varsa, promosyon verileceğine bunlara destek vermek daha uygun olmaz mı, basınımızı daha başarılı kılmak için? Bir diğer sorum da şu: Basında çıkan haberler, kamuoyunun oluşmasında ve toplumun yönlendirilmesinde önemli etken oluyor. Dolayısıyla da bazı haberlerin veriliş biçiminde borsanın manipüle edildiği, seçimler zamanında siyasî iktidarların yönlendirilmeye çalışıldığı, seçmenlerin yönlendirilmeye çalışıldığı şeklinde haberlere yer verildiği ifade ediliyor. Bence, basın daha çok doğru haber, dürüst haber ve toplumu doğru bilgilendirmek konusunda hakikaten büyük bir memleket hizmeti, ülke hizmeti görmesi gerekirken, bu tür yayınları doğru buluyor musunuz? Yine, maalesef, bizim basınımızda, batı basınlarında görmediğimiz bir şey görüyoruz. Toplumun ahlakî değerleriyle çelişen birtakım yayınlarla da karşılaşabiliyoruz ve görebildiğim kadarıyla, bu yayınlar, diğer yayınların çok daha önüne geçiyor. Sosyete dedikodularına önemli bir miktarda, hem görsel basınımızda hem de yazılı basınımızda büyük yer ve değer verildiği görülüyor. Bunlar topluma ne hizmet getirecektir, katkısı ne olacaktır diye düşünüyorum. Bir diğer sorum da, sizce Basın İlan Kurumuna ihtiyaç var mıdır? Yaygın ve yerel medya bakımından siz Basın İlan Kurumundan istifade ediyor musunuz? Son sorum; Türkiye’de toplam reklam pastası nedir, nasıl dağıtılmalıdır, neler önerirsiniz? Siz bu pastadan ne kadar pay alıyorsunuz? Sizin bize verdiğiniz bilgi notunu tetkik ettiğim de, şöyle yüzeysel olarak baktığımda, gerçekten de basının sorunlarıyla ilgili güzel bir değerlendirmenin olduğunu gördüm. Bundan dolayı da teşekkür ediyorum; ama, bir şey dikkatimi çekti Sayın Doğan. Hakikaten, o noktada da üzüntülerimi ifade etmek istiyorum. Nedir o; bize verdiğiniz bilgi notunun yüzde 90’ı bir başka grupla ilgili mücadelenize ayrılmış. Yani, Star grubuyla olan mücadelenize, karşılıklı mücadelenize ayrılmış. Bu noktada, karşılıklı ithamlar yerine, ülke yararına yayınlarda birleşmek, ülke yararına işleri birlikte yapmak daha doğru değil midir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İrfan Keleş. Sayın Doğan, arkadaşlarım gibi benim de birkaç sorum olacak. Komisyon üyesi arkadaşlarımın size yönelttiği sorulardan izlediğim kadarıyla, biraz dolaylı olarak soru sordular. Benim de bir yapım vardır, ben bir şeyi çok net ve açık sorarım. Bu bakımdan, soracağım soruları sakın yanlış anlamayın. Sizi itham edebilecek sorular değil, kamuoyunun gündeminde olan sorular olduğu için, araştırma önergesinin içerisinde somut olarak sorulduğu için, ben, net olarak, açık açık soruyorum. Şimdi, dün, Sayın Nazlı Ilıcak’ı da burada dinledik. Aynı konu, araştırma önergelerinde de vardır. Sizin grubunuz, bundan iki ay öncesine kadar, bir veya iki ay içerisinde, Vakıfbank’tan 170 milyon dolar bir kredi aldı mı? Ayrıca, sizin grubunuzda olan şirketlerden herhangi bir kamu bankasından veyahut da devletin herhangi bir kaynağından elbette bir holdingsiniz, ticarî bir faaliyet yürütüyorsunuz, kredi almanız gayet doğaldır, bütün sektörler alıyor, siz de alırsınız, doğaldır; ancak, emsallerine göre avantajlı sayılabilecek, faiz oranları düşük, vadeleri uzun, yani, mevcut olan bütün sektörlerin kullanmış olduğu kredilerden farklı ayrıcalıklı herhangi bir kredi aldınız mı? Soru iki: Dün, yine bizim komisyonumuza bilgi veren Sayın Ilıcak, duyumuna dair bir soruyu gündeme getirdi, önergede de vardır. Onu da yine kamuoyunun bilmesi açısından, bizlerin tatmin olması açısından soruyorum. Şirketinizle ilgili, borsada işlem gören şirketlerinizle ilgili herhangi bir manipülasyon yapıldı mı? Ali Balkaner isimli bir iş adamıyla birlikte sizin şirketinize ait olan hisse senetlerinin fiyatının yükseltilmesini sağlayabilecek bir manipülasyon işlemi oldu mu ve bu bağlamda, sizin yurt dışında kurmuş olduğunuz Born Invest Şirketi –Sayın Ilıcak’ın komisyonumuza tevdi ettiği tabirle söylüyorum bunları- aracılığıyla bu manipülasyonlar yurt dışına taşındı mı ve bu konuda Sarıyer Adliyesinde açılmış veyahut da açılmakta olan bir dava var mıdır? Bu davaların kapatılması yolunda medya gücünüzü kullanma gibi herhangi bir işleminiz oldu mu? Üçüncü bir sorum; yine, basın yayın organlarının birçoğunda, bazılarında izledik ve Meclis gündeminde bunları dile getiren milletvekili arkadaşlarımız olduğu için, kamuoyunun aydınlanması bakımından, yurt dışından halka açık olan şirketleriniz adına ucuz olmakla birlikte, pahalı bir fiyatla Türkiye’ye kâğıt ithalatı yapıyor musunuz? Çünkü, eğer böyle bir yüksek değerden, yüksek bir fiyatla kâğıt ithalata yaparsanız, halka açık olan şirketinizin küçük yatırımcılarının kâr mahrumiyetine sebep olacaklardır. Bu bakımda Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 17:17

İLGİLİ HABERLER