Bahçeli : MHP İmralı heyetine katılmaya hazırdır
MHP lideri Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda önemli açıklamalarda bulundu.
"TERÖRSÜZ TÜRKİYE MUTLU BİR TÜRKİYE'DİR"
Osmanlı döneminde düzen bozucu faaliyetlere “fesat çıkarmak” denirdi. İşte bu fesat zihniyeti yeniden hortlamıştır; terörü geçim ve ümit kapısı olarak telakki eden utanmazlar, utanmadan, yüzleri kızarmadan bunu savunmaktadır. Fitnenin, fesadın borusunu öttürenler; terörün yanında, etrafında kurnazca hizalanmış aymazlar ve ahlaksızlardan oluşan bir korodur.
Ok yaydan çıkmış, kutlu hedefe kilitlenmiştir. Terörsüz Türkiye, ayağındaki zincirleri kıran, muktedir bir Türkiye’dir. Terörsüz Türkiye; huzur ve barış içinde yaşayan, mutlu bir Türkiye’dir. Terörsüz Türkiye, muazzam bir kardeşlik ve kucaklaşma sahnesi olacak; başarılı, müreffeh ve güçlü Türkiye’nin işaretidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarında sona gelinmiştir. Bu komisyon, 5 Ağustos 2025 tarihinden bugüne kadar gayet verimli, yapıcı, sorumlu ve iyi niyetle toplantılarını gerçekleştirmiştir. Ümit ediyorum ki, bu kapsamda belirlenecek yol haritası doğrultusunda hukuki, siyasî ve demokratik akılımlar geniş ve gerçekçi bir mutabakat düzeninde temin edilecektir.
Elbette PKK’nın kurucu önderliğinin son görüş ve kanaatleri mutlaka alınmalı; konuyla ilgili günlerdir yapılan kısır tartışmalar sonlandırılmalıdır. İmralı ile Edirne arasında ithaf edilen çarpık tartışmalarla, terörsüz Türkiye hedefini baltalamaya çalışan bazı medya kuruluşlarının ve sözde uzmanların nerelere hizmet ettiklerini gayet iyi biliyoruz. Hem Öcalan’ın hem de Demirtaş’ın arasına mayın döşeyerek terörsüz Türkiye adımlarını kösteklemeye çalışanların niyetleri ve potansiyelleri açıkça görülmektedir. Hiç kimsenin bu oyuna gelmeyeceğini değerlendiriyoruz.
Atatürk’ün partisini Ankara’da uzaklaştırıp önce Saraçhane’ye, sonra Silivri’ye, ardından batı başkentlerine telkin ve tembihlerle ite ite sürükleyen, hatta hapseden cahil, köksüz, kimliksiz ve işbirlikçi güruhun kurguları ve kumpasları şüphesiz boşunadır.
"MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ HEYETE KATILMAYA HAZIRDIR"
Bir kez daha ve ısrarla söylemem gerekirse; Meclis’te kurulan komisyondan seçilecek milletvekillerinin İmralı’ya giderek ilk ağızdan, doğrudan ihtiyaç duyulan mesajları alması süreci çok daha güçlendirecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi, böyle bir heyete katılmaya hazırdır. Korkuya, kaygıya, çekinmeye veya çelişkiye düşmeye gerek yoktur. Bugüne kadar İmralı, sözünü tutmuş ve yaptığı açıklamaların arkasında durmuştur.
Nitekim 27 Şubat “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından yaşanan gelişmelere dikkatle bakıldığında, ne demek istediğimiz gayet berrak bir şekilde fark edilecektir.
En son olarak, 26 Eylül 2025 tarihi itibarıyla bir grup militanın ülkemizden ayrılması ve müzahir örgütün tamamen çekildiğini duyurması; huzur ve güven ortamının güçlenmesi hedefinde kayda değer gelişmelerin tezahür ettiğini açıkça göstermektedir.
Umutlu olmamız, gelecekten heyecan duymamız için pek çok sebebimiz vardır ve hepsi ortadadır.
"DEMİRTAŞ'IN TAHLİYESİ HAYIRLI OLACAKTIR"
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye grup toplantısı çıkışında AİHM’in Selahattin Demirtaş kararı hatırlatıldı. Lider Bahçeli soruya "Hukuki yollar sonuca ulaşmıştır, tahliyesi Türkiye için hayırlara vesile olacaktır" şeklinde yanıt verdi.
MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin konuşmasının tamamı:
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Bu haftaki grup toplantımızın başında hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, en iyi dileklerimi paylaşıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden tüm vatandaşlarımızı,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda haysiyetli ve hakikatli bir hayatın mücadelesini veren bütün kardeşlerimizi saygı ve sevgiyle selamlıyor, alayına birden sağlıklı, başarılı ve huzurlu bir ömür diliyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak seferberlik ruhuyla, taviz ve tavsamaya düşmeden, tehire müsaade etmeden deyim yerindeyse nefes alır gibi çalışıyor, milletimizin her güzel insanına elimizi uzatıyor, gönlümüzü açıyoruz.
Vatandaşlarımızı hem dinliyor, hem de düşüncelerimizi dile getiriyoruz.
Yurdumuzun tamamında faal haldeyiz, siyasi faaliyetlerimizi inançla, heyecanla, adanmış yüreklerimizle sürdürüyoruz.
Akif’in şu sözünü hatırımızdan hiç çıkarmıyoruz:
“Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur.
Ey, bütün dünya ve mâfihâ ayaktayken, yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan!”
Bildiğiniz gibi 9 Ağustos 2025 tarihinden 27 Eylül 2025 tarihine kadar hamd olsun dokuz ayrı bölge toplantısını başarıyla gerçekleştirdik.
Bu kapsamda “Asırlık Birlik, Sonsuz Kardeşlik” temasının çağrısı altında, “Terörsüz Türkiye, Milli Birlik ve Dayanışma Buluşmaları”yla vatandaşlarımızla görüştük, konuştuk, gündemdeki sıcak konu başlıklarına dair düşüncelerimizi paylaştık.
Halkımızın nabzını tuttuk, kafalarda beliren ve biriken soru işaretlerini gidermek için gayret bizden tevfik Allah’tan anlayışıyla hareket ettik.
Nitekim müthiş ve müessir sonuçlar aldık, solgun yüzleri, kararsız ve çelişki içine sürüklenmiş vicdanları dürüst, donanımlı ve samimi dokunuş ve temaslarla tatmin ve teskin ettik.
Müteakiben 24 Ekim 2025 tarihinden itibaren; tasanı dinlemeye, kaygını anlamaya, sıkıntılarını paylaşmaya geliyoruz diyerek “Hayırlı Günler Komşum” ziyaretlerini; dinlemedik dert, paylaşılmadık sorun kalmayana kadar çağrısıyla Derdin Derdimizdir” konulu sohbet toplantılarını planladık, kaldı ki yüz yüze görüşmek suretiyle ev ve işyeri ziyaretlerimizi başlattık.
Türkiye’mizin her yerinde, ta köylerimize kadar, her kapıyı çalacağız, her eve gireceğiz, her gönlü kazanacağız; ya dertlere çare olacağız ya da ortak olacağız.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’nın hedeflerini açıklayacağız, sorunları dinleyeceğiz, bu sorunlara çözüm yolları bulmanın arayış ve amacında olacağız.
Gazali der ki, “derdimi söylemiyorsan beni anlamıyorsun demektir.”
Dertleri söylediğimiz gibi aynısıyla derman olmanın gayretinde olacağız, yaralı gönüllere şifa dağıtacağız, hüzünlü bakışlara umut aşılayacağız, suskun ve durgun kalplere aydınlık saçacağız.
Hz. Mevlana’nın dediği gibi, “dertli bir insanın, tereddüt ve dumanlarla dolu bir gönül evi vardır, derdini dinlersen o evde bir pencere açmış olursun.”
Biz her haneye huzur ve bereket penceresi açacağız, bunun için geceyiz gündüze katacağız.
Aşık Veysel, “derdim yüreğimde eller ne bilsin” siteminde bulunsa dahi biz dertleri bileceğiz, yüreklere gireceğiz, yüreklerimizi muhakkak birleştireceğiz.
Dertler sağnak sağnak olsa da biz varız ve buradayız.
Sorunlar yumak yumak olsa da gene biz varız ve her zaman milletimizin yanında ve hizmetindeyiz.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’yız.
Çareler azaldı mı güneş ışıksız doğarmış.
Nasipler kesildi mi Ağustos’ta kar yağarmış.
29 EKİM RESEPSİYONU TARTIŞMALARI
29 Ekim tarihinde Anıtkabir’e niye gitmemişim, Külliye’deki Cumhuriyet resepsiyonunu neden protesto etmişim.
Yok Kıbrıs politikasında derin anlaşmazlık varmış, yok gözünün üstünde kaşın varmış, yok öyleymiş yok böyleymiş. Geçiniz beyler geçiniz, iddia sahiplerinin hepsi çuvalladı, yine ters köşeye yattı, zahmet olmazsa sahte ve kaotik görüşlerinizi Cibali Karakolu’na gidip anlatın.
Galata Köprüsü’nü satarken yakayı ele veren Sülün Osman hayatta olsaydı bu kadarına da pes doğrusu diyerek tasını tarağını topladığı gibi terki diyar eylerdi.
29 Ekim’de Anıtkabir’e gitmemizin nedeni insani bir halden kaynaklanmış olamaz mı? O gün için özel bir durumla muhatap kalmamız ihtimal dışı mı? Bundan dolayı belki de turnusol kağıdı gibi kimin kiminle iş çevireceğini, ne söyleyeceğini, kafasının içindeki spekülasyonların deşifresi için bir imtihan vesilesi, bir test vetiresi, bir öğrenme veçhesi olarak görmüş ve düşünmüş olamaz mıyız?
Anıtkabir’e haydi gidemedik, peki resepsiyona katılınca bu defa da Anıtkabir’i protesto etmiş gibi takdim edilmeyecek miydik? Anıtkabir’deki törene gitmeyince resepsiyona katılmak ne kadar doğru, dengeli ve isabetli bir davranış olarak değerlendirilirdi?
Peki Anıtkabir’e gitmeyip de koşa koşa resepsiyona katılanları, boy boy fotoğraf karesi servis edenleri görmemek ayıplı ve alçalmış bir çifte standart değil midir?
Ben az söyledim, tezvirata ve tefrikaya yatırım yapan güruh çok anlasın, eğer anlayabilirse, eğer takatleri yeterse.
Tilkiye sormuşlar, seni tavuk çiftliğine müdür yapalım mı? “Güleceğimi tutamıyorum, maaş falan da istemem, gönüllü çalışırım” diye cevap vermiş. Malum ve mahut çevrelerin 29 Ekim’deki tablodan mütevellit zannederim güleceklerini tutamadıkları da aşikârdır.
Dedikodunun gönüllü havarilerine, fesadın canlı cesetlerine, FETÖ’cü hainlerin yalan ve iftira dolu sözlerine eyvallah edersek, Türk ve Türkiye Yüzyılından dönersek, kaynağını Türk-İslam ülküsünde bulan Türk milliyetçiliğinden ödün verirsek, şimdi birileri kulağını açıp dinlesin, gök girsin kızıl çıksın.
Cumhur İttifakı yoluna devam edecek, tarihi mücadelesini sürdürecek, yeni yüzyılın çatısını el birliği, güç birliği, hedef birliği, inanç birliği, ülkü birliği eşliğinde imanla örecektir.
Gerekirse güneş olur hem ışıtır hem de ısıtırız
Hiç kimseyi dertleriyle baş başa bırakmayız.
Gerekirse yağan kar bile olsa sevdamızla karın ve tipinin önüne geçeriz.
Devamlı ifade ettiğim üzere, siyasetimizin öznesi insandır, nesnesi devlettir, yüklemi demokrasidir, cümlesi de millettir, yani büyük Türk milletidir.
“Hayırlı Günler Komşum” ziyaretleriyle, “Derdin Derdimizdir” sohbet toplantılarının icra ve ifasında vazife alan siz değerli milletvekillerimize, MYK-MDK üyesi arkadaşlarımıza, il ve ilçe başkanlarımızla birlikte bütün dava arkadaşlarımıza, elbette bu toplantıların takip ve temininden sorumlu olan Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Prof.Dr. Edip Semih Yalçın’a milletimizin huzurunda en içten teşekkürlerimi iletiyorum.
Allah sizleri var etsin, başarılarınız ve mücadeleniz daim olsun diyorum.
Muhterem Arkadaşlarım,
Çağımızın öne çıkan en mühim sorunu sürekli tırmanan çatışmaların, hız kesmeyen ekonomik kapışmaların, devamlı genişleyen ticaret ve hibrit savaşların yol açtığı küresel huzursuzluk sarmalıdır.
Coğrafyaların tansiyonu kaygı verici seviyededir, askeri ve siyasi anlaşmazlıkların dalga boyu oldukça yüksektir.
Maalesef sağduyunun saf ışığı ve taze nefesi kesilmiş haldedir.
Dünya nevzuhur ve melez özellikli yeni bir ortaçağ kapanına sıkışmış vaziyettedir.
İlkel dürtüler, dipsiz önyargılar, hegemonik dayatmalar, ilkesizlikten ve kuralsızlıktan beslenen, üstelik derinleştikçe derinleşen haksızlıklar ve hukuksuzluklar giderek yaygınlaşmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra teessüs eden uluslararası düzen ve denge mekaniği her tarafından ölümcül darbeler almaktadır.
Bu darbelerin neden olduğu ağır talan ve tahribatın tamir ve telafi ihtimali de günbegün zayıflamaktadır.
Yani demem odur ki, sistemsel çöküş neredeyse kaçınılmazdır.
Maneviyattaki erimeler, insanlık değerlerindeki ezilmeler, ahlak ve vicdan müktesebatındaki erozyonlar elbette yaşanan çalkantıların geri planında dikkat çeken amillerden bazılarıdır.
Ortadoğu’dan Kafkaslara, Afrika’dan Güney Amerika’ya, Karayipler’den Güney Asya’ya varıncaya kadar toplumlar ve devletler sancı içerisinde kıvranmaktadır.
2023 tarihinden buyana Sudan’da hüküm süren, hükümet güçleriyle Hızlı Destek Kuvvetleri arasında devam edegelen iç savaşın ağır bedelini maalesef masum sivil halk canıyla, kanıyla ödemiştir.
Sudan ordusuyla çatışan, hangi çevrelere taşeronluk yaptığı az çok belli olan Hızlı Destek Kuvvetleri isimli paramiliter oluşumun, geçtiğimiz günlerde kontrolünü ele geçirdiği El Feşir şehrinde sivillere karşı uyguladığı şiddet ve zulüm tek kelimeyle katliamdır.
Savunmasız ve masum insanların dramı, maruz kaldıkları vahşet neredeyse Gazze’yi aratmayacak düzeydedir
Siyasi ve ekonomik çıkar merkezli, aynı zamanda dış tazyikli kanlı boğuşmaların Sudan’ın egemenliğini, bunun yanı sıra mücavir ülkelerin siyasi ve toprak bütünlüğünü tehdit ettiği ortadadır.
Sudan’da işlenen insanlık suçlarını kınıyor, bu ülkenin birliğe, dirliğe, iç barış ve huzur ortamına bir an evvel kavuşmasını temenni ediyorum.
Geçtiğimiz Mayıs ayında hayatını kaybeden meşhur bir siyaset filozofu savaşlar ve çatışmalar hakkında şu görüşleri savunmuştu:
“Hiçbir modern savaş adil bir savaş olamaz.
Adil bir savaş, ulaşılacak iyinin savaşı sürdürmenin yaratacağı kötülüklere göre daha ağır basacağı ve silahlı asker ile silahsız masum halk arasında açık bir ayrımın yapılabildiği savaştır.”
Günümüzde savaşların ve çatışmaların ana sahasında masum insanlar vardır.
Nihayet sivil ve savunmasız insanların tefrik edilmediği, dikkatle ve teferruatla ayrıştırılmadığı, dahası silahların gölgesinden çıkarılmadığı savaşlar adil olmadığı gibi, tam manasıyla cinayettir, toplu katliamdır, kuşkusuz insanlık suçudur.
Gazze’de olan ve yaşanan da aynısıyla budur.
Hatırlarsanız, 14 Ekim 2025 tarihli Meclis grup toplantımızda şöyle konuşmuştum:
“Gazze Şeridi’ni ihtiva eden 738 günlük şiddet ve dehşet süreci 9 Ekim 2025 tarihinde kısmen son bulmuş, nihayet İsrail ile Hamas arasında ateşkes rejimi 10 Ekim 2025 tarihinden itibaren de tesis edilmiştir.
Asıl mesele yapılan ateşkes anlaşmasının sahadaki uygulaması ve çatışan tarafların taahhütlülerine ve imzalarına sadık kalmasıdır.
İsrail’in güven vermeyen askeri ve politik tutumu karşısında da tedbirli ve ihtiyatlı hareket kaçınılmaz bir gerekliliktir.”
Geldiğimiz bu aşamada Mısır’da yapılan zirvenin ve alınan kararların İsrail tarafından çiğnendiği anlaşılmış ve açığa çıkmıştır.
İsrail soykırım sürecini alçakça devam ettirmiştir.
Sivil yerleşim yerlerini gene vurmuştur.
Geçici ateşkes kararına riayet etmeyen, masumları katletmekten vazgeçmeyen İsrail sözüne, imzasına, taahhütlerine ve vaatlerine itibar edilmeyecek bir ülke olduğunu tescillemiştir.
Ateşkes kararını uyduruk gerekçelerle ihlal eden Siyonist eşkıyalık dur durak bilmeden kanlı operasyonlarını ilerletmekte, çıta yükseltmektedir.
Şu rezalete bakar mısınız, ateşkes kararının alınmasından bugüne kadar çoğunluğu kadın ve çocuk olmak suretiyle 254 savunmasız insan hayattan kopartılmıştır.
ABD Başkanı’nın Gazze’deki ateşkesle ilgili, “kırılgan değil, çok sağlam” sözleri de gerçeklerle bağını koparan, hayal alemine dalan, keyfi ve tarafgir konuşan bir siyasetçinin bitmek bilmeyen hezeyanıdır.
Madem ateşkes kırılgan değildir, o halde 20 günlük zaman diliminde 254 Filistinlinin kanını döken, soykırıma devam eden deccal ülkenin hunhar saldırıları nasıl izah ve ifade edilecektir?
Soykırım suçlusu İsrail’in ateşkes kararını paravan gibi kullanarak ve bu konuda stratejik rehavet ortamı inşa ederek saldırganlıkta ısrar etmesi ikiyüzlülük, fırsatçılık, kalleşlik ve insanlık düşmanlığıdır.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Bahreyn’in başkenti Manama’da, “Türkiye ile İsrail arasında Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar işbirliği göreceksiniz” beyanatı görev yaptığı ülkeye politik rota çizme densizliğine heves eden bir sefirin ileri düzeyli akıl tutulmasıdır.
Henüz daha Gazze soykırımının hesabı görülmemişken, suçlular hesap vermemişken, iki devletli model gerçekleşmemişken bu sefir, İsrail ile işbirliği içinde olacağımızı neye dayanarak, hangi hak ve yetkiyle iddia etmektedir?
Ülkemizde görev yapan dış misyon görevlilerinin yerini yurdunu bilmesi lazımdır.
Had ve hudut aşımına asla girmemeleri asıldır, kaçınılmazdır.
Türkiye Cumhuriyeti, soykırımcıların defteri dürülmeden, ilişkilerde yeni ve temiz bir sayfa açacak kadar hakikate, mazlum Filistinli kardeşlerimizin hukukuna yüz çevirmez, çeviremez.
Hak yerini bulmalı, insanlık vicdanı müsterih olmalı, adalet tecelli etmelidir.
Hak, haklının onurudur.
Onur, insan varlığının yağmalanması muhal bir hayal olan, ayrıştırılması söz konusu dahi edilemez değer hazinesidir.
Onursuz hayat, her anlamda iflas etmiş, manen imha olmuş süfli bir hayattır.
Hiç kimse, hiçbir kudret ve kuvvet sahibi ülke hakkın ve hukukun sancağını indiremeyecek, mazlum gönülleri teslim alamayacaktır.
Zafer sabredenlerindir, zafer inananlarındır, zafer sırat-ı müstakim üzere yaşayan ve yaşayacak olan eşrefi mahlukatındır.
1967 sınırları temelinde, başkenti doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğüne kavuşmuş, iç siyasi istikrar ve demokratik işlerliğe ulaşmış, bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler’de tam üyelik statüsünü elde etmiş bir Filistin Cumhuriyeti hem bölge barışı, hem de dünya barışı adına ikamesi olmayan bir mecburiyettir.
İnşallah karanlık dönem bitecek, şafak sökecek, cani soykırımcılar döktükleri şehit ve masum kanların damla damla hesabını burunlarından gelesiye kadar vereceklerdir.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Meşhur bir tarihçi diyor ki, “dünya, her birimiz ne gördüğümüzü söylediğimizde, solgun fenerlerimizle üzerini hep beraber aydınlattığımızda ortaya çıkan şeydir.”
Esasen mesele ne gördüğümüzle ilgili olduğu kadar nasıl gördüğümüzle de ilişkilidir.
Bakış açısının doğruluğu görülen ve gösterilen şey kadar önemlidir.
Kapalı devre siyaset ve düşünce içinde çırpınarak sonunda durgunluğa boyun eğenlerin temasları, anlayışları, anlatımları, sorun çözme iştahları, münasebet ağları ve empati bağları zayıftır, bu nedenle peşin hükümlerin tutsağı olmaları bir hayat gerçeğidir.
Biz doğru yerden, doğru mevziden bakarak, ne gördüğümüzü ve nasıl gördüğümüzü peşin yargıların çekim alanına kapılmadan söylüyor ve paylaşıyoruz.
Baktığımız yer milletimizin engin bakış noktası, haysiyet ve hassasiyet çizgisidir.
Bugünden gördüğümüz, ayrıca tarihin yaşanmış gerçeklerden damıtarak gösterdiği hakikat ise huzurlu, umutlu, güvenli, gelişmiş, barışçıl ve refah içinde serpilen büyük ve süper güç Türkiye’nin mimarisidir.
Bu mimarinin inşa ve ihyası yalnızca siyasi sorumluluğumuz değil, gelecek nesillere, geleceğin ümidi olan torunlarımıza vefa borcudur.
Türk yönetim tarihinin ve geleneğinin akla dayandığı bilinmektedir.
Aklın hayal kırıklığını önlediği, toplumun umutlarına nitelik, devletin hedeflerine içerik kazandırdığı hep söylenegelmiştir.
Biz aklımızı kullanarak, inancımızın ve irademizin bayraktarlığı altında toplanarak, doğruya bağlılığımızı uzlaşmanın bereketiyle temellendirip önümüze çıkan engelleri teker teker aşacağız.
Özellikle ifade etmek isterim ki, aynı yerde bulunmak, aynı nitelikte olmanın göstergesi değildir.
Hz.Musa ile Firavun, Hz. İbrahim ile Nemrud, Hz. Muhammed ile Ebu Cehil aynı suyu içtiler.
Ne var ki aynı suyu içen arı bal verirken, yılan zehir döktü.
Bizim zehirle işimiz yok, balın peşindeyiz, biz huzurun müdafisiyiz, biz milli birlik ve beraberliğin kıyamete kadar varlığını sürdürmesinin azim ve kararlığındayız.
Hayat ve siyaset adeta kafa karıştıran ters akıntılarla dolu bir denizdir.
Sabır, sebat, metanet, muhabbet ve olgunluk ise akıl çelen arsız köpükleri göğüsleyen birer yalçın kayalıktır.
Yılan, yorulan, ürken, sinen, korkan, kaçan, saklanan değil, sorunlara meydan okuyan cesaret ve dirayetle yalçın kaya gibi duracağız.
Başka gemilerin dümen suyuna kapılmadan,
Alabora olmadan,
Fırtınalı denizleri birer birer aşmanın, kalıcı barış ve huzuru sağlamanın şaşmaz ve sarsılmaz amacındayız.
Maksadı bulanık, bakışı dağınık, iradesi çarpık, iddiası güdük, itibarı sönük kimi çevrelerin “Terörsüz Türkiye” hedefini sabote etme çabası, duygusallıkları kaşıyarak provokasyonlara teşne olma gayreti bizim nazarımızda yok hükmündedir.
Terörle anılan bir ülke olmaktan hızla kurtuluşun adım adım ilerlediği şu günlerde “Terörsüz Türkiye” seferini durduracağını zannedenlerin, buna dair siyasi plan yapanların üzerinde durdukları zemin kaydıkça daha çirkefleşmeleri beklenen ve öngörülen bir durumdur.
Bilhassa değinmek isterim ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda düzen bozucu faaliyetlere fesat çıkarmak denirdi.
İşte bu fesat zihniyeti yeniden hortlak gibi dolaşmaya başlamış, terörü adeta geçim ve ümit kapısı olarak telakki ettiklerini utanmadan, sıkılmadan, hiç de yüzleri kızarmadan teyit etmişlerdir.
Fitnenin, fesadın borusunu çalanlar aynı zamanda terörün yanında yöresinde kurnazca hizalanan aymazlar ve ahlaksızlar korosudur.
Ok yaydan çıkmış kutlu hedefe kilitlenmiştir.
Terörsüz Türkiye, ayağındaki paslı zincirleri kıran muktedir Türkiye’dir
Terörsüz Türkiye, huzur ve barış içinde yaşayan mutlu Türkiye’dir.
Terörsüz Türkiye, muazzam bir kardeşlik ve kucaklaşma sahnesi olacak muvaffak, muzeffer ve muteber Türkiye’nin nişanesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” çalışmalarının sonuna gelmiştir.
Bu komisyon 5 Ağustos 2025 tarihinden bugüne kadar gayet verimli, yapıcı, sorumlu ve iyi niyetli toplantılarını gerçekleştirmiştir.
Ümit ediyorum ki, bu kapsamda belirlenecek ve çerçevesi çizilecek yol haritası mucibince hukuki, siyasi ve demokratik atılımlar geniş ve gerçekçi bir mutabakat düzleminde temin edilecektir.
Elbette PKK’nın kurucu önderliğinin son düzlükteki görüş, düşünce ve kanaatleri alınmalı, konuyla ilgili günlerdir yapılan kısır tartışmalar sonlandırılmalıdır.
İmralı ile Edirne ihtilafı çıkarmanın, “Terörsüz Türkiye” hedefini baltalamanın arayış ve anlayışında olan bazı medya kuruluşlarının, sipariş ve sivri görüşleri seslendiren sözde uzmanların nereye hizmet ettiklerini çok iyi biliyoruz.
Hem Öcalan’ın hem de Demirtaş’ın arasına mayın döşemek suretiyle Terörsüz Türkiye adımlarını kösteklemeye çalışanların potansiyel hazımsızlıklarını görüyor, hiç kimsenin de bu oyuna gelmeyeceğini değerlendiriyoruz.
Atatürk’ün partisini Ankara’da uzaklaştırıp önce Saraçhane’ye, sonra Silivri’ye, ardından batı başkentlerine telkin ve tembihlerle ite ite sürükleyen, hatta hapseden cahil, köksüz, kimliksiz ve işbirlikçi güruhun kurguları ve kumpasları şüphesiz boşunadır.
Sosyalist CHP’yi ikna edebilirler, ama Türkiye’yi ikna edemezler, karşımızda asla duramazlar.
Bir kez daha ve ısrarla söylemem lazım gelirse, Meclis’te kurulan Komisyon’dan seçilecek milletvekillerinin İmralı’ya giderek ilk ağızdan ve ilk elden ihtiyaç duyulan mesajları alması süreci çok daha güçlendirecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi böylesi bir heyete katılmaya hazırdır
Korkuya, kaygıya, çekinmeye, çelişkide bocalamaya gerek yoktur.
Bugüne kadar İmralı sözünü tutmuş, açıklamalarının arkasında durmuştur.
Nitekim 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum çağrısının hitamındaki gelişmelere dikkatle bakılırsa ne demek istediğim gayet berrak şekilde idrak edilecektir.
En son olarak 26 Eylül 2025 tarihi itibariyle bir grup PKK’lının ülkemizden ayrılması, münfesih örgütün tamamen çekildiğini duyurması Terörsüz Türkiye hedefinde kayda değer gelişmelerin tezahür ettiğini gözler önüne sermiştir.
Umutlu olmamız, gelecekten heyecan duymamız için pek çok sebebimiz vardır ve ortadadır.
Biz bardağın dolu kısmına bakıyor, eften püften, sudan ve kıytırık bahanelere sığınarak acaba sorusunu kafamızda tutmuyor, kuşkulu bir pozisyon almıyoruz.
Doğru sözlü, iyi fikirli, yüce gönüllü, yumuşak huylu ve ağır başlı hareket ederek anlamsız ve içi boş güç ve enerji kaybına göz yummuyoruz.
Ancak temkin ve tedbiri de elden bırakmıyor, ihtiyatlı iyimserliğimizi sonuna kadar muhafaza ediyoruz.
Bölücü terör örgütünün örgütsel varlığı lağvedildikten sonra örgüt elemanlarının SDG/YPG’ye silahlarıyla birlikte katılmalarını, bu terör örgütü yapılanmasının Suriye merkezi yönetimiyle entegrasyon müzakereleri devam ederken ayrı bir tümen kurma taleplerini milli güvenliğimize doğrudan bir tehdit olarak değerlendiriyoruz.
PKK’nın başka bir cinayet ve melanet bedene girerek varlığını sürdürmesi Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge hedefleriyle ters düşecek, baştan ayağa çelişecektir.
Türkiye’mizin ve Suriye’nin siyasi ve toprak bütünlüğüne karşı oluşacak yakın tehlikenin bire bir takibiyle birlikte sahada önüne geçilmesi akut bir ihtiyaç olarak karşımızdadır.
Şunu da herkesin bilmesinde yarar görüyorum; Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur ittifakı arasında Terörsüz Türkiye hedefi etrafında ne bir görüş ayrılığı ne de siyasi bir ihtilaf asla, kat’a söz konusu değildir.
Ne tuhaf bir garabet haldir ki, Cumhur İttifakı’nda sürekli kriz izi sürüyorlar.
Çatlak var demekten bıkmadılar, cam çerçeve kırıldı demekten usanmadılar, koptu kopacak, bitti bitiyor yalanlarından hiç dönüş yapmadılar.
Biz çeliğe su verdikçe, biz vatan ve millet aşkında tek yürek oldukça, CHP’sinden diğer muhalefet partilerine, yarım porsiyon aydınlardan fikri saplantı içinde sarkaç gidip gelen fuzuli yorumculara, bir kısım köşe yazarıyla sosyal medya tetikçilerine kadar niyet okuyucuları papatya falı açıyorlar.
Çünkü 15 Temmuz’un karanlık gecesinde kutup yıldızı misali parlayıp meydanlarda anıt gibi kurulan böylesi ahlaki ve fazıl bir siyasi ittifaka bünyeleri alışkın değil, akılları almıyor, seciyeleri bir türlü yetmiyor.
Eniği cücüğü, ipsizi sapsızı, yandaşı yoldaşı Cumhur İttifakı çöktü çökecek derken ne hikmetse yorgunluk emaresi göstermediler.
Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerin tüzel kişiliği, dünya görüşleri, siyasi mazileri, küresel gelişmeleri ve Türkiye’yi yorumlama biçimleri tabiatıyla faklıdır, bu da son derece doğaldır.
Fakat Cumhur İttifakı’nın hepsinden önemli, belki de inatla üzeri örtülmek istenen bir özelliği ise Türkiye ve Türk milleti sevdasının aşılmaz kalesi, hesabi değil hasbi ve harbi birlikteliğin serdengeçti iradesi olmasıdır.
Cumhur İttifakı bayraktır, vatandır, millettir, dünyayı Türkçe okuyan, ihanete ve zulme kahramanca direnen Kızılelma ruhu, İ’la-yı Kelimetullah şuurudur.
29 Ekim tarihinde Anıtkabir’e niye gitmemişim, Külliye’deki Cumhuriyet resepsiyonunu neden protesto etmişim.
Yok Kıbrıs politikasında derin anlaşmazlık varmış, yok gözünün üstünde kaşın varmış, yok öyleymiş yok böyleymiş.
Geçiniz beyler geçiniz, iddia sahiplerinin hepsi çuvalladı, yine ters köşeye yattı, zahmet olmazsa sahte ve kaotik görüşlerinizi Cibali Karakolu’na gidip anlatın.
Galata Köprüsü’nü satarken yakayı ele veren Sülün Osman hayatta olsaydı bu kadarına da pes doğrusu diyerek tasını tarağını topladığı gibi terki diyar eylerdi.
29 Ekim’de Anıtkabir’e gitmemizin nedeni insani bir halden kaynaklanmış olamaz mı? O gün için özel bir durumla muhatap kalmamız ihtimal dışı mı?
Bundan dolayı belki de turnusol kağıdı gibi kimin kiminle iş çevireceğini, ne söyleyeceğini, kafasının içindeki spekülasyonların deşifresi için bir imtihan vesilesi, bir test vetiresi, bir öğrenme veçhesi olarak görmüş ve düşünmüş olamaz mıyız?
Anıtkabir’e haydi gidemedik, peki resepsiyona katılınca bu defa da Anıtkabir’i protesto etmiş gibi takdim edilmeyecek miydik?
Anıtkabir’deki törene gitmeyince resepsiyona katılmak ne kadar doğru, dengeli ve isabetli bir davranış olarak değerlendirilirdi?
Peki Anıtkabir’e gitmeyip de koşa koşa resepsiyona katılanları, boy boy fotoğraf karesi servis edenleri görmemek ayıplı ve alçalmış bir çifte standart değil midir?
Ben az söyledim, tezvirata ve tefrikaya yatırım yapan güruh çok anlasın, eğer anlayabilirse, eğer takatleri yeterse.
Tilkiye sormuşlar, seni tavuk çiftliğine müdür yapalım mı?
“Güleceğimi tutamıyorum, maaş falan da istemem, gönüllü çalışırım” diye cevap vermiş.
Malum ve mahut çevrelerin 29 Ekim’deki tablodan mütevellit zannederim güleceklerini tutamadıkları da aşikârdır.
Tıynetini çok iyi bildiğimiz bir gazeteci, merhum Server Yesari Bey’in Hisarbuselik şarkısını dinlemeye ne derseniz diyerek, arada hadiseler var, MHP ile AK Parti’nin bağı kopar mı başlıklı bir köşe yazısını geçen Pazar günü kaleme almış.
Detaya girmeden şunu söylemeliyim ki, AK Partiyle aramızda bir hadise değil iki tarafı sımsıkı saran ve kuşatan bir hakikat vardır, akıl ve vicdanları ipotekli olanların bunu anlaması ise mümkün değildir.
Dedikodunun gönüllü havarilerine, fesadın canlı cesetlerine, FETÖ’cü hainlerin yalan ve iftira dolu sözlerine eyvallah edersek, Türk ve Türkiye Yüzyılından dönersek, kaynağını Türk-İslam ülküsünde bulan Türk milliyetçiliğinden ödün verirsek, şimdi birileri kulağını açıp dinlesin, gök girsin kızıl çıksın.
Cumhur İttifakı yoluna devam edecek, tarihi mücadelesini sürdürecek, yeni yüzyılın çatısını el birliği, güç birliği, hedef birliği, inanç birliği, ülkü birliği eşliğinde imanla örecektir.
Değerli Arkadaşlarım,
2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanun Teklifi ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap Kanun Teklifi ile 2024 Yılı Sayıştay raporlarının görüşmeleri 23 Ekim 2025 tarihinde başlamıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı bütçelerinin yanında 17 bakanlığın ve 228 kamu kurumu bütçesinin, yanı sıra 227 kamu kurumu kesin hesabıyla 222 Sayıştay raporu Plan ve Bütçe Komisyonu’nda müzakere edilecektir.
İstikrar ve refah bütçesi olarak tanımlanan 2026 yılı bütçesinin milletimize, ülkemize, devlet ve toplum hayatımıza hayırlı olmasını diliyorum.
Milletvekillerimizin Komisyon görüşmelerini yakından izlemelerini, görüş ve düşüncelerini açıklamalarını, anlamsız ve faydasız münakaşalardan kaçınmalarını temenni ediyor, hepinizden bunu bekliyorum.
Başarılı ve verimli bir bütçe sürecine pozitif katkılarda bulunmanız, Cumhur İttifakı’nın siyasi doğasına müzahir hareket etmeniz sizlerden özellikle ricamdır.
Bu duygularla sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun, sağlıcakla kalın diyorum.
Güncellenme Tarihi : 4.11.2025 13:34