BİR GAZETECİNİN BAŞINA GELENLER!..
Yavuz Baydar Milliyet gazetesinin “ombudsman”ı, yani “okur temsilcisi”ydi. Görevi, gazete yönetiminden bağımsız olarak okurların gazetede yayımlanan haberlerle ilgili şikayetlerini takip etmek, gerektiğinde yapılan yanlışları düzeltmekti.
Eylül ayı sonunda (bir dönem Dünya Ombudsmanlar Örgütü, ONO’nun başkanlığını da yapan) Baydar’ın işine son verildi. Geçen hafta Sabah gazetesi “okur temsilciliği”ne getirilen Baydar, Doğan Medya Grubu’na (DMG) mensup kuruluşların, grubun yayın ilkelerine uygun davranıp davranmadıklarını denetlemekle görevli Yayın Konseyi’ne başından geçenlerle ilgili olarak bir mektup gönderdi. Mektupta özetle şöyle deniyor:
“22 Haziran sabahı Milliyet gazetesinde sürmanşetten verilen habere göre, yakınlarda ABD Dışişleri Bakanlığı binasında yapılan ‘gizli’ bir toplantıda Kuzey Irak konusu masaya yatırılmış ve ‘Kerkük eğer tümüyle Kürt kontrolüne geçerse, Ankara’nın buna tepkisi ne olur?’ sorusuna yanıt aranmıştı. ‘Haber’, gazetenin Ankara temsilcisi tarafından kaleme alınan köşe yazısından ibaretti. Kimliği belirtilmeyen bir kaynağa dayandırılan ‘haber’de adı geçenlerin hiçbirinin görüşüne yer verilmemişti. Aynı gün ABD Büyükelçiliği bir yalanlama yayımladı. Metinde adı geçen kişilerden de peş peşe yalanlamalar geldi. Bunlardan biri, haberde belirtilen ‘toplantı’ tarihinde Ankara’da, bir diğeri Uzakdoğu’da bulunduğunu ispata hazır olduğunu; üçüncüsü, uzman olmadığından böyle bir toplantıya katılmasının söz konusu olamayacağını; dördüncüsü ise son 5 yıldır ABD Dışişleri Bakanlığı binasına ayak basmadığını söylüyordu.
DMG Yayın İlkeleri açıktı: ‘Soruşturması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın ve bundan ne sonuç alındığı belirtilmeksizin ve / veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz.’ Önce gazetenin genel yayın yönetmenine gittim. ‘Bu konuda hiçbir şey duymak istemiyorum. Sen de konuya hiç girme, yazarsan yayınlamam’ yanıtını aldım. Bunun üzerine yönetim kurulu başkanına giderek konunun vahametini anlattım. Kaygıyla dinledi ve ‘Derhal ilgili kişileri arayacağım, sen araştırmalarına devam et’ dedi. Düzeltme yazısını hazırlamaya giriştim. Ankara temsilcisi kendisine gönderdiğim soruları ‘bunlar incitici’ diyerek yanıtlamayacağını ima etti. Yönetim kurulu başkanı hazırladığım düzeltme yazısında ‘paylaşmadığı ifadeler olduğunu’ söyledi. Derken gazetenin sahibi aradı; söz konusu haberin ‘doğruluğundan kuşku duymadığını, haberi yazan kişiyi çok sevdiğini’ belirtti ve yazıyı tamamen değiştirip ‘haber’i savunan bir yazı kaleme almamı istedi. Kendisine ‘Uygun görüyorsanız yazının bu haliyle yayımlanmasına izin verin, aksi takdirde hiç yayımlanmasın’ dedim. Düzeltme yazısı 28 Haziran’da yayımlandı, fakat bundan 10-15 gün sonra CNN Türk’te 3,5 yıldır sürdürdüğüm ‘Soru-Cevap’ programı yayından kaldırıldı; Eylül ayı ortasında da Milliyet ombudsmanlığına ‘veda yazısı’ yazmam bildirildi. O yazı dahi yayımlanmadı. Sonuç itibarıyla, okur temsilciliğinin gereğini yerine getirip, bir ‘yalan haber’i düzelttiğim için görevlerimden ayrılmak zorunda bırakıldım.”
Baydar’ın “Olan bitenleri sizlerle paylaşmayı bir meslek borcu biliyorum” sözleriyle biten mektubuna DGM Yayın Konseyi’nin bir diyeceği olup olmadığını bilmiyorum. (Olursa, onu da dikkatinize getireceğim.) Ancak şurası muhakkak ki Yavuz Baydar vakası, Türkiye’de gazeteci bağımsızlığının, basın meslek ilkelerinin bir hükmü olmadığının yeni bir örneği. Bu arada şunu da belirteyim: Baydar’ın başına gelenler yerli meslektaşları tarafından pek yadırganmadı ama yabancı meslektaşları arasında büyük tepki uyandırdı. Dünya Ombudsmanlar Örgütü (ONO) Başkanı Jeffrey Dvorkin, Dünya Gazeteciler Birliği (WAN) ve Milliyet gazetesi yönetim kurulu başkanlarıyla Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) direktörüne gönderdiği mesajlarda “çalışmaları uluslararası saygı gören” bir üyelerinin işine son verilmesinden duydukları kaygıyı dile getirdi.
(Şahin Alpay, "Türkiye’de 'okur temsilcisi' olmak", Zaman)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:17