Medya
  • 5.2.2004 16:18

ENGİN ARDIÇ: KEŞKE BENDE BAYHAN VE FİRDEVS'İ YAZACAK BİR TERES OLSAYDIM

Tak kafana abi, bir şey olur Kimi zaman içimi derin bir bezginlik, tarifsiz bir umutsuzluk kaplıyor. Eminim size de oluyordur bu. Hayır, ‘bu memleket ne zaman adam olacak’ sorusunun yarattığı çözümsüzlük yorgunluğu değil. Olmayacağını ben de biliyorum. Bu soruyu sormayı çoktan bıraktım, gündemimden çıkardım. Belki de, ‘gün olur alır başımı giderim, erguvan kuşlarının kanadında’ diyememenin çaresizliği. ‘Bu nefye müebbed, bu yerde mahkumuz’ da ondan mı abi? Yerimiz de yenimiz de dar değil ama içimiz daralıyor kimi zaman. Yok canım, umutsuzluğum, ‘geberin ulan’ diyememenin darlığından. Çünkü hem ayıptır, hem yazıktır, hem günahtır, hem de tepki görürsün. ‘Birey’ olarak hiçbir değeri ve önemi bulunmayan, yalnızca ‘canlı varlık’ olarak kaybına üzüldüğümüz birilerinin durup durup ölmesi karşısında duyulan, hemencecik de unutulan bungunluk. Apartman çöktü, yüz küsur kişi öldü. Hac sürecinde de gittiler... Birbirlerini ezdiler... Bakmadım, trafik kazalarında da kimbilir kaç ‘bayram Niyazi’si’ gitmiştir. Sıkıntı verdiği için bakmadım, bakmanın da yazmanın da bir yararı olmayacağı için bakmadım. Bizim komşunun kedisi Şakir Efendi’yi de yitirdik bu bayram... Artık eli ayağı hiç tutmuyordu... Çok ihtiyardı, tam on yedi yaşında... Durduğu yerde mum gibi eridi söndü. Evet ya, kedinin adı Şakir, hepimizin sevgilisiydi. Hiçbir trafik kuralını çiğnemedi, çürük betondan apartman da yaptırıp oturmadı içinde, şeytan meytan da taşlamadı. Öylece öldü. Elbette insanlar için ölüp ölmemek değil, pisi pisine geberip gitmemek tartışılıyor... Bir de, ‘vakitlice’ gitmek... Allah gecinden versin abi, erkeninden vermesin. Cenab-ı Allah’ın koyduğu fizik kanunlarını çiğneyen, ölecektir. Yahu, çiğnemeyen de ölecektir. Su, sıfır derecede donar, yüz derecede kaynar. Sen buna inansan da inanmasan da, kaynar suya elini sokarsan elin yanacaktır. Kıyak kafayla, saatte yüz doksan kilometre hızla giderken kamyona çarparsan, ölürsün. Cumhurbaşkanı da olsan ölürsün, hamal da olsan ölürsün. Çete reisi de olsan ölürsün, ya sevsen de ölürsün, ya terketsen de ölürsün. Dünyanın en mütedeyyin insanı da olsan, çürük binada oturursan ölüyorsun. Zeus sunağında tanrılara kesilen kurbanların, şimşekleri ve gökgürültüsünü önleyemediği gibi yani... Bayram edin ve ölün canım kardeşim, ramazan ayı bitti diye üç gün bayram edin (ne yani, oruç kötü bir şey mi ki, kurtulduk diye seviniyoruz), koyun kesme zamanı geldi diye dört gün bayram edin (bir gün fazladan olsun da Mekke tüccarı azıcık para kazansın), edin, sonra da ölürsünüz. Eh, zındık da bayram ‘tatilini’ geçirmeye Dubai’ye falan gider, sonra o da ölür günün birinde. Zındık da ölür, gavur da ölür, çıfıt da ölür, putperest de ölür. Sonuçta, kendi kendini yeniden üreten DNA sarmalının kopyaladığı yetmiş milyon arasında kaç kişi? Altı buçuk milyar DNA arasında kaç kişi? Ne demişti Burgazlı balıkçı, martının ölümüne üzülen Sait Faik’e?... ‘Martı da ölür, insanlar ölmüyor mu, şair misin ne boksun?’... (Ulan Hıfzı, yoksa o balıkçı sen miydin ha?) Keşke ben de, felsefe yapmayı bırakıp Bayhan’ı Firdevs’i yazacak bir teres olsaydım... Daha kolay ölürdüm ha. Martı gibi. Hadi yürü, yeme bizi sabah sabah. Eylem meylem bir halta yaramadı, şubat geldi gidiyor, hala ocak ayı maaşını bile alamadın da ondan daralıyorsun. Geçer. Engin Ardıç Star Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:34

İLGİLİ HABERLER