FİKRET BİLA'YI ELEŞTİRDİĞİ İÇİN MİLLİYET'TEKİ İŞİNDEN OLAN YAVUZ BAYDAR'A SANSÜR UYGULANDIĞI ORTAYA ÇIKTI! İŞTE MİLLİYET'İN YAYINLAMADIĞI VEDA YAZISI...
Milliyet'e yıllarca emek vermiş olan Yavuz Baydar, Fikret Bila'yı eleştiridiği yazısının ardından işinden olmuştu.
Yavuz Baydar Milliyet'ten ayrılacağı gün yönetiminde 'olur'' verdiği 'veda' yazısını kaleme aldı. Ancak ne bu yazı Milliyet tarafından yayımlanmadı.
İşte yayımlanmayan veda yazısı...
YAVUZ BAYDAR
Vedalaşırken...
Tam beş buçuk yıl... 250’ye yakın makale... Yaklaşık 100 bin okur şikayeti... Ve bir yürüyüş molası... İşbu yazı, temsilcinizin ‘görev devrinin’ belgelenmesidir...
Dün gibi hatırlıyorum. 1998 yılı sonbaharı. Çiçeği burnunda bir babayım ve bu duruma alışmaya çalışıyorum. Kasım sonlarında, Milliyet yönetimine yeni gelen Umur Talu’dan bir mesaj aldım: “Bir ara görüşelim.”
Gazetede buluştuk. Umur Milliyet’te Genel Yayın Koordinatörü, Yalçın Doğan da Genel Yayın Yönetmeni olmuştu. Mesleğimizin sıkıntılı günleriydi. 28 Şubat sürecinin tozu dumanı yeni yeni dağılıyordu. Ülkenin geleceği konusunda belirsizlik had safhadaydı.
Hemen konuya girdi Umar.
“Kendimize çeki düzen vermemiz gerek, Yavuz” dedi. “Milliyet köklü bir güven ve dürüstlük geleneğine oturmuştur. Okurlarla bağı farklıdır. Artık bizim bu bağı güçlendirmemiz, okurla yeni köprüler kurmamız gerekiyor.”
“Okur temsilciliği mi?” diye sordum.
“Evet, öyle düşünüyorum. Ne dersin?” dedi.
Umur, Le Monde’un saygın “mediateur”ü (okur temsilcisi) olan Robert Sole’nin sıkı takipçisiydi. Ben ise Washington Post ve Boston Globe gibi gazetelerin ombudsmanlarını öteden beri izliyordum.
Ama bu konuyu aramızda ilk kez konuşuyorduk.
Buluştuğumuz günlerde İngiltere’nin The Guardian gazetesi de bünyesinde bir ombudsmanlık kurumu oluşturmuştu.
Ben, “Türk basın sektörü için daha çok erken” kanısındaydım.
Etraflıca konuştuk. Olur muydu? Doğrusu, tereddütlüydük: Gazetecilerin genel olarak kendi hatalarını kabullenmeye direnen, halka tepeden bakan bir insan türü olduğunu ikimiz de biliyorduk. Buna bir de Türkiye’nin özeleştiriyi erdem saymayan, özür dilemeyi küçüklük ve zaaf olarak gören kültürünü de ekleyince, “olur mu?” sorusu güçleniyordu.
Başarı için iki koşul vardı:
* Okur Temsilcisi’nin mutlak bağımsızlığı.
* Yönetim ve üst düzey editörlerin inançlı desteği.
“Sıkı bir hazırlık yap ve başla. Biz yönetim olarak arkanda olacağız. Merak etme, yazdıklarına kimse karışmayacak. Başarıdan eminim. Milliyet’in bir kez daha öncü olmasından sevinç duyacağım” dedi Umur.
Uzunca bir araştırma ve hazırlık süreci ardından, Türkiye’de okurlar gerçek anlamda bir okur temsilcisi (haber ombudsmanı) köşesi ile ilk kez, 22 Mart 1999 tarihinde buluştu.
Bu giderek artan bir güven sorunuyla yüzyüze gelmiş Türk basınında ilk önemli “hesap verme” ve “saydamlaşma” adımıydı.
Bugün 20 Eylül 2004.
Neredeyse tam beş buçuk yıl oldu.
İçinde gazetenin eksik ve hatalarının, etik ihlallerinin değerlendirildiği yaklaşık 250 makale...
Tuttuğum hesaplara göre, 95 bin ile 100 bin arasında okur şikayeti.
Milliyet’in dikkatli, titiz okuruyla muhabiri, yazarı, editörü arasında köprü kurabilmenin zevkli, ama o ölçüde de meşakkatli mücadelesi.
Evet, bu bir veda yazısı.
Okurlarımıza “buyrun, gazetenizin eksik, hatalı, yanlış nesi varsa eleştirin, sizi ciddiye alıp hesap vereceğiz” çağrısını içeren o 22 Mart tarihli yazıdan bu yana geçen sürede, bu temsilciniz şunlara dikkat etmeye çalıştı.
* Okur Temsilcisi köşesi, okurlara aittir. Hakaret içermeyen, sağduyulu ve ölçülü, somut örneklere işaret ederek düzeltme veya tartışma öneren, varsa habere dayalı mağduriyetlerin giderilmesini talep eden her eleştiri, burada yer bulur. Okur-gazeteci diyaloğunda okur gibi gazeteci de taraftır. Yani köşenin içeriğine karışamaz.
* Okur Temsilcisi kendi değerlendirmelerinde hakkaniyetli olmak zorundadır. Evet gazetecinin okurun algılama ve zihin dünyasına dair anlaması gereken pek çok şey kadar, okurların da gazetecinin, gazetenin dünyasını anlaması gerekir. Hataların pek azı kötü niyete dayanır. Ezici çoğunluğu, gündelik gazete hazırlama telaşının ürettiği eksiklik ve atlamalardan kaynaklanır.
* Okur, doğru, eksiksiz, dengeli, anlaşılır haber beklentisi içindedir. Ne kadar az hata, o kadar memnun okur anlamına gelir. Dolayısıyla, gazetecinin okura karşı yükümlülüğü, bu hataları hiçbir komplekse kapılmadan, açıklıkla kabul etmenin yanısıra, tekrarlanmaması için gerekli tedbirleri almaktır.
* Okur Temsilcisi bir nevi Marko Paşa’dır. Dertleri dinler, anlar, aktarır. Ama, bazı okurların beklediği gibi, gazete içeriği konusunda karar yetkisine sahip olamaz. Elçi olarak içeriye mesajı iletir, gazetecinin mesajını dışarı aktadır.
Beş buçuk yıllık süreci burada birkaç satıra sığdırmak olanaksız. İnişli, çıkışlı, heyecanlı, zaman zaman sıkıntılı, ama genel olarak çok zevkli bir dönemdi. İlk başlarında, eleştirilerin ister istemez ana adresi olarak Yazı İşleri’nin sert direnişi olsa da, durum yavaş yavaş değişti. Böyle olması beklenirdi; hiçbir zihniyet değişimi bugünden yarına olmuyor.
Püf noktası şu: Hatasız gazete olmuyor. Her gazeteci, ne kadar tecrübeli olursa olsun, hata yapabilir. Önemli olan, özür dilemesini bilmek, hataları azaltıp dikkat ve titizliği artırmak ve yayın ilkelerine uymak.
Bugün baktığımda, birkaç istisna dışında, Milliyet’te başta muhabirler olmak üzere her gazetecinin üstlendiğim bu işlevi anladığını, çoğunun açıkça destek verdiğini görüyorum. Artık “bizim şöyle bir hatamız olmuş, köşende işlesek” diye doğrudan bana gelen editörler olduğunu bilmenizi isterim.
Bu arada okurlar da tavrını netleştirdi. Çok küçük bir azınlık “siz ağzınızla kuş tutsanız da hatalı, kötü niyetli, maksatlı yayın yapıyorsunuz” inatçılığı içinde hakaret ve küfür gönderirken, büyük bir çoğunluk iyi niyetle gösterdiği hataların düzeltilmesini bekledi, bunların özeleştirisini bir erdem olarak gördü. Aldığım teşekkürlerin bilançosu da bununla doğru orantılı oldu.
Acı-tatlı anılarla huzurunuzdan ayrılırken, içten ilgisiyle bu gazeteyi yalnız bırakmayan Milliyet okurlarına teşekkür etmek istiyorum.
Aynı şekilde, başından beri bu işin mesleğe fayda getireceğine inanarak destek veren, işbirliğini esirgemeyen Milliyet çalışanlarına da bir teşekkür borcum var. Bayrağı şimdi değerli meslektaşım Derya Sazak devralıyor. Meslek tutkusu, titizliği ve bağımsız kişiliğiyle tanıdığım Derya’nın başarısından o kadar eminim ki başarı dilemek acaba gereksiz mi diye bir an kuşkuya bile kapıldım. Yolu açık olsun.
Siz okurlara karşın hatam olduysa affedin. Görüşmek üzere.
(SÜPERPOLİGON)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:16