Hazreti Ömer kabirde sorgu meleklerini hesaba çekti!..
Resûlulllah efendimiz, bir gün Meclis-i Şeriflerinde kabir azabını, Münker ve Nekir’in nasıl heybet ile gelip sual ettiklerini anlatıyordu.
Hazret-i Ömer, Ya Resulallah! “Biz kabre girdikten sonra, bu akıl bize verilip, sonra mı sual olunuruz, yoksa verilmeden mi sual olunuruz?” diye sordu.
Resûlulllah efendimiz, (Aleyhisselatü vesselam) şöyle cevap verdi;
- Şimdi ne akılda isen, kabirde de öyle olursun..
Peygamber Efendimizin bu sözü müjde gibi gelen Hazret-i Ömer dedi ki, “Böyle olduktan sonra, üzülmeye lüzum yoktur.”
Hazreti Ömer Radıyallahü anh şundan çekinmişti..
Biliyordu ki ölüm anında ölüm meleğinin eli ağızdan içeriye girdiği anda, akıl uçup gider ve kişi ne biliyorsa ne öğrendi ise asla hatırlamaz.
Ölüm anında baştan giden aklın kabirde tekrar başta olup olmayacağını bu nedenle merak etti.
HAZRET-İ ÖMER’İN VEFATI
Hazret-i Ömer radıyallahü anh (Allah ondan razı olsun) vefat edip kabre defnedildikten sonra, Hazret-i Ömer’in böyle söylemiş olduğu Hazret-i Ali’nin hatırına geldi.
Fetih suresinde, (Eshab-ı kiram kâfirlere karşı çok şiddetlidir) buyuruluyor. Hazret-i Ömer bunların başında gelirdi.
Peygamber efendimiz cemaatle namaz kıldırırken Firavunun, “Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim” dediğini bildiren âyeti okuyunca Hazret-i Ömer, namaz esnasında, gazaba gelerek, “Ben o zaman olsa idim, boynunu vururdum” dedi.
Namazdan sonra Resûlulllah efendimiz, (Namazda iken konuşulmaz ya Ömer, namazını iade et) buyurdu.
Hazret-i Ömer namazı iade edeceği sırada Cebrail aleyhisselam gelip, (Allahü teâlâ Ömer’in namazını kabul etti, yeniden kılması gerekmez) dedi.
Hazret-i Ali Radıyallahü anh, Hazret-i Ömer’in Radıyallahü anh’ın celalli halleri gözünün önüne gelince, “Ömer sorgu meleklerine karşı acaba ne yapmıştır. Onlar sual edince nasıl davranmıştır?” diye düşündü.
Hazret-i Ömer’in Mübarek Kabrine geldi. Mübarek gözlerini yumup, kalbi şeriflerini Hazret-i Ömer’in ahvaline yöneltip, tam bir teveccüh ile murakabeye vardığında, Allahü teâlâ gözlerinden perdeyi kaldırıp, ahvali [durumu] müşahede etti.
Gördü ki, Münker ve Nekîr heybetle gelip, Hazret-i Ömer’e dediler ki;
- Rabbin kim, dinin nedir, Peygamberin kimdir?
Hazret-i Ömer onlara şöyle dedi;
- Siz şimdi nereden gelirsiniz?
Münker ve Nekîr şöyle cevap verdi;
- Yedinci kat gökten geldik
Hazret-i Ömer sorguya devam etti;
- Peki buraya kadar, ne miktar yol geldiniz?
Münker ve Nekîr şöyle cevap verdi;
- Geldiğimiz yer ile burasının arası yedi bin yıllık yoldur.
Hazret-i Ömer tekrar sordu;
- Peki; Yedi bin yıllık yoldan buraya gelirken Rabbinizi unuttunuz mu?
Onlar şöyle cevap verdi;
- Hayır, Rabbimizi hiç unutmadık.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer şöyle dedi;
- Peki, siz yedi bin yıllık yoldan gelinceye kadar Allahü Teâlâ’yı unutmadınız da, ben bugün evimden çıkıp, şuracıktaki kabre gelince, Rabbimi ve dinimi ve Peygamberimi nasıl unuturum.
Melekler dediler;
- Ya Ömer biz de senin böyle cevap vereceğini bilirdik. Lakin bu heybetle gelip, sual etmeye memuruz.
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazret-i Ömer’i şöyle anlattı;
- Cebrail Aleyhisselam’a, Ömer’in üstünlüklerinden sordum. Onun kıymetini, Nuh aleyhisselâmın Peygamberlik zamanı kadar [ 950 yıl] anlatsam, bitiremem.
Bununla beraber, Ömer’in bütün kıymetleri, Ebu Bekrin kıymetlerinden biridir,” buyurdu.
Resûlullah başka bir yerde ve başka bir zaman şöyle dedi;
- Ya Eba Bekir, meleklerden Mikail gibisin, o rahmetle iner. Enbiyadan ise İbrahim gibisin, o inkârcı kavmine, Bana uyan bendendir, isyan edene ise Allah gafur rahimdir.
Ya Ömer, sen de meleklerden Cibril gibisin, o, kâfirlere şiddetle iner. Enbiyadan da Nuh gibisin, o "Ya Rabbi, yeryüzünde hiç kâfir bırakma" dedi..
Hazret-i Ömer’in Radıyallahü anh kabirdeki olayının bir benzerini de Silsileli Aliyye büyüklerinden Beyazid-i Bistami Hazretleri yaşadı..
BEYAZID’I BİSTEMİ
Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saadete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisidir.
Sultân-ül-Ârifîn lakabıyla meşhurdur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfur, babasının adı Îsâ'dır. 776 (H.160) veya 803 (H.188)de İran'da Hazar Denizi kenarında Bistâm'da doğdu.
Daha annesinin karnında iken kerametleri görülmeye başladı.
Annesi ona hâmile iken şüpheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu.
Bayezid-i Bistami bir gün talebeleriyle giderken delilerin bulunduğu bir tımarhanenin önünden geçiyorlardı.
Talebelerinden birisi, orada delilerin tedâvileri için bir şeyler yapmaya çalışan baştabibe yaklaşıp; "Günah hastalığı ile hasta olanlar için bir ilâcınız var mıdır?" diye sordu.
Baştabip cevap veremeyip susunca, ayağı zincirle bağlı delilerden biri, Bâyezîd-i Bistami Hazretleri’ nın teveccühü ile şöyle dedi:
- O derdin ilâcı şöyledir;
Tövbe kökünü istiğfar yaprağıyla karıştırıp, kalp havanına koyarak, Tevhîd tokmağıyla iyice dövmeli. Sonra insaf eleğinden eleyip, gözyaşıyla hamur etmeli. Daha sonra Aşkullah ateşinde pişirip, Muhabbet-i Muhammedîye balından katarak, gece gündüz kanaat kaşığıyla yemelidir."
Bayezid-i Bistami Hazretleri bir gün yolda giderken yanından geçen bir köpeği gördü.
Köpeğe değip necâset bulaşmasın diye eteklerini topladı.
O anda köpek dile gelip, şöyle dedi:
- Benden sana bulaşacak kir, üç defâ yıkamakla temiz olur. Ama senin nefsindeki kibir kiri yedi deryada yıkansa temiz olmaz.
Bunun üzerine Bayezid-i Bistami, köpeğe;
- Senin dışın pis, benim ise içim. Gel beraber olalım da belki birbirimize faydamız olur.
Köpek de;
- Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın. Zira halk beni horlar, sana tâzim eder.
Beni gören taşlar, seni gören ise iltifâta başlar ve "Arifler sultanına selâm olsun!" der.
Benim yarına yiyecek bir kemiğim bile yok, ama senin bir ambar buğdayın var.
Cevâbını verdi.
Bayezid-i Bistami bu cevaptan kederlendi, bir köpeğin yol arkadaşı olmaya bile lâyık değilim, diye üzüldü.
Bayezid-i Bistami bir gün, talebeleri ile birlikte, gayet dar bir sokaktan geçiyorlardı. Hazret-i Bâyezîd, karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gördü ve geri çekilip köpeğe yol verdi.
Talebelerinden birinin hatırına şöyle geldi: "İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim üstâdımız, Sultân-ül-Ârifîndir. Hem de etrâfındakiler onun, her biri çok kıymetli sâdık talebeleridir. Bütün bunlara rağmen, üstâdımız bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acabâ nedir?"
Bunun üzerine Bâyezîd buyurdu ki: "Şu köpek, hâl lisânı ile bana dedi ki; "Sana Sultân-ül Ârifîn olmak hil'atini ve bana da köpeklik postunu giydirdiler. Bunun tersi de olabilirdi."
Bunun üzerine ben ona yol verdim."
Bayezid-i Bistami bir defasında bir imâmın arkasında namaz kıldı.
Namazdan sonra, o imâm, Hazret-i Bayezid’e;
- Siz bir yerde çalışıp para kazanmıyorsunuz. Başkalarından da bir şey istemiyorsunuz. O halde siz, nafakanızı nereden temin ediyorsunuz?
Diye sual etti.
Hazret-i Bâyezîd bunu duyunca; "Ben hemen namazımı iade edeyim. Zira rızıkları kimin verdiğini bilmeyen birinin arkasında namaz kılmışım, bu ise câiz değildir." buyurdu.
Bayezid-i Bistami devamlı; "Allah!.. Allah!.." derdi.
Vefâtı ânında da yine; "Allah!.. Allah!.." diyordu.
Bir ara şöyle duâ etti: "Yâ Rabbi! Senin için yaptığım bütün ibâdet, tâat ve zikirleri hep gaflet ile yaptım. Şimdi can veriyorum. Gaflet hâli devâm ediyor. Allah'ım! Bana huzur ve zikir hâlini ihsân eyle."
Bundan sonra, zikir ve huzûr hâli içinde rûhunu teslim etti.
Vefâtı 875 (H.261) senesinde Mayıs ayına rastlar. Kabri, Bistâm şehrindedir.
Sultân-ül-Ârifîn Bayezid-i Bistami vefât ettikten sonra, büyüklerden biri kendisini rüyâda görüp; "Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi." diye sordu.
Buyurdu ki: "Beni toprağa koydukları zaman bir ses duydum ki; "Ey Bâyezîd! Bizim için ne getirdin?" diyordu. "Yâ Rabbî! Sana lâyık hiç bir iyi amel yapamadım. Huzûruna lâyık hiçbir şey getiremedim, ama şirk de getirmedim." dedim.
Hazret-i Bâyezîd, vefât ettikten sonra, büyük zâtlardan birisi kendisini rüyâda görüp sordu;
"Münker ve Nekîr sana nasıl muâmele eyledi?"
Cevabında;
"O iki mübârek melek gelip; "Rabbin kimdir?" diye sorunca, onlara dedim ki: "Bunu sormakla sizin maksadınız hâsıl olmaz. Siz bana O'nu soracağınıza, beni O'na sorun. Eğer O, beni, kulu olarak kabûl ederse ne âlâ. Mâzallah O, beni kulu olarak kabûl etmezse, ben, yüz defâ; "O, benim Rabbimdir." desem ne faydası olur?" buyurdu.
Velîler tâifesinin efendisi Cüneyd-i Bağdâdî buyuruyor ki: "Velîler arasında Bayezid-i Bistami'nin yeri, melekler arasında Cebrâil'in yeri gibidir."
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ