"İNÖNÜ STADI'NDA BAYRAĞIMIZ YAKILSAYDI..."
Ekrem Dumanlı'nın Zaman'daki yazısı:
İnönü Stadı’nda bayrağımız yakılsaydı
Mersin’deki bayrak yakma hadisesinden 6 gün sonra Türkiye-Arnavutluk milli maçı oynanıyor. Ortalık ana baba günü. Bayrağını kapan İnönü Stadyumu’na koşmuş. 30 bini aşkın insan, ay-yıldızlı bayraklarla Milli Takım’ımızı destekliyor...
Elinde telsiz sağa sola emir yağdıran bir sivil yetkili dikkatimi çekti. Bir yandan tribünlere yansıyan şenlik havasını seyrediyorum, diğer yandan kaş-göz işaretleriyle ya da telsizlerle kurulan irtibatları. Sonunda dayanamıyor soruyorum; “Neler oluyor, bir sıkıntı mı var?” Kendinden emin beyefendi, “Yok bi şey” dedikten sonra ekliyor: “Asılsız olduğuna inandığımız ihbarlara göre statta bayrak yakma teşebbüsünde bulunacaklar.” İnönü Stadyumu’nun muhteşem yankısı içinde çınlayan “Bayrağa uzanan eller kırılsın!” tezahüratına dalıyorum. Bu atmosferde bayrağa hakaret mümkün mü? Milli heyecanın doruk noktasına ulaştığı bir ortamda hangi çılgın, böyle bir ihanete yeltenebilir ki! İhbarlardan yola çıkarak bir örgüt ismi de zikrediyor yetkili...
Allah’a şükür ki o gün İnönü’de üzücü bir hadise yaşanmadı. İhbar asılsız çıktı; ya da bayrak sevgisi teröristlerin kalbine korku saldı.
Aradan iki hafta geçmemişti ki kamuoyu, Trabzon’daki meş’um olaya şahit oldu. İzinsiz bildiri dağıtmak isteyen beş genç, yaklaşık 2 bin kişi tarafından az daha linç ediliyordu. “Bayrak yakacaklar” söylentisi ile (biraz da yerel medyanın dikkatsizliğiyle) halkın galeyana getirildiği ortaya çıktı. Neyse ki güvenlik güçlerinin mutedil yaklaşımıyla hadise kazasız-belasız atlatıldı.
Aslında bayrak üzerinde kirli emellerine nail olmak isteyenlerin bir taşkınlık sahneleyeceği çoktan belliydi. Mersin’deki hadise ile Trabzon’dakinin arasına sıkışan iki provokasyon daha vardı. Kıbrıs’ta Türk bayrağı ve KKTC bayrağı haç işareti şeklinde kesilmiş ve medyaya servis edilmişti. Salihli’de Türk bayrağının üzerine bölücü başının adı yazılmıştı. Her iki olay da provokasyon kokuyordu...
Birkaç hafta içine sıkıştırılan bayrağa hakaretin amacı belli: Halkı galeyana getirmek, Kürt-Türk, Alevî-Sünnî kavgası çıkarmak. Bayrağa yapılan saldırı iki örgüt üzerine şüphelerin yoğunlaşmasına sebep oluyor. PKK üzerinden Kürtlerin, DHKP-C üzerinden Alevilerin hedef alındığını söylemek (en azından şüphelenmek) mümkün. Benzer tahriklerin geçmiş yıllarda Türkiye’mize ne kadar büyük zarar verdiği biliniyor. Buna rağmen provokatörler yeni bir süreç için düğmeye basmış görünüyor. Onlar için bu aşamada önemli olan, alevleri gökleri yalayacak bir yangından ziyade, ilk kıvılcım. Biliyorlar ki halkımız, millî ve dinî mukaddeslerine karşı fevkalade duyarlıdır. Bu hassasiyet, ajan-provokatörlerin hedef noktası haline geldi. Onlara göre “en zayıf halka” bu ülkenin mukaddesleri. Oysa bilmiyorlar ki bu ülkenin birlik ruhu da bu mukaddeslerden alıyor gücünü...
12 Eylül öncesi “falan camiye komünistler saldırdı” diye bir söylenti yayılınca, bazı şehirlerde büyük olaylar yaşandı. Öfke o kadar derindi ki anarşinin önüne geçemedi devlet. Bu söylentileri çıkaran hain zümre, çoğu kez suret-i haktan görünürdü. Bir cenahı cami ile, cemaat ile, bayrak ile tahrik edenler, diğer tarafı “faşistler halk evlerini bastı, ne duruyorsunuz!” diyerek kışkırtırdı...
Ajanlar, provokatörler, ajitatörler Türkiye’de fink atıyor; bu gerçeği görmeden sosyal infialden çıkar sağlamak isteyenlerin gizli maksatlarını anlamak mümkün değil. Hadiselerin dış görünüşüne bakarak heyecana kapılmamak gerekir. Ajan bu; sıkışınca Lawrens gibi cübbe giyip sarık sarar. Ajan bu; işine gelince Leh Walesa kesilir, işçi tulumu giyer “emekçinin kralı” rolüne soyunur...
Yeni provokasyonlara dikkat!
Her gün yeni bir provokasyon senaryosunun sahneye sürüldüğü böyle zor günlerde medyanın sorumluluğu daha da önem kazanır. Hadiselerin aslını-faslını bilmeden, uluorta yayıncılık yapılmaz böyle dönemlerde. Mesela Trabzon’daki hadisede bazı yerel televizyonların iyi bir sınav veremediği anlaşılıyor. Alelacele yapılan “son dakika” haberleri tansiyonu yükseltti, ajanların ekmeğine yağ sürdü. Tabii ki duyarlı yayınlar yapan yerel TV’leri bu yanlıştan ayrı tutuyorum; ancak bahsi geçen televizyonların “biz nerede hata yaptık?” demesi gerekiyor.
Gazetelerdeki haberlere göre güvenlik güçleri TV görüntülerini değerlendirerek tahrikçi eylemcileri bulmaya çalışıyor. Aslında görüntülerin zamanlamasından üslubuna kadar yayıncı gözüyle de incelenmesi gerekiyor; tâ ki tahrikçi yayıncılar da ortaya çıksın. Belki RTÜK de bu incelemeyi doğru bir sonuca ulaştırarak, bütün TV kuruluşlarına numune olabilecek bir çalışmaya imza atar...
Trabzon’da yaşananları düşündükçe İnönü Stadı ile ilgili duyduğum asılsız ihbar meselesini hatırlıyorum. Allah korusun, ihbar doğru çıksaydı, ne yapmak gerekirdi? Bu millete sevdalanmışçasına bağlı herkese verilecek cevabım net: 30 bini aşkın seyircinin, hiçbir fiilî müdahale yapmaması gerekirdi. Demokratik protestosunu ortaya koyacak ve güvenlik güçlerimizin üç-beş zibidiyi derdest etmesini seyredecekti; hatta olaya müdahale eden güvenlik kuvvetlerine alkışla tempo tutacaktı. Böylelikle ajan provokatörleri çatlatacak ve asil davranışıyla diyecekti ki: Bu ülkenin güvenlik güçleri var. Kanun ve nizamı bozan fiile müdahaleyi ancak onlar yapar. Biz demokratik hakkımız olan protestolarımızı ortaya koyar, asla şiddete başvurmayız...
Provokatörleri çıldırtacak tek davranış duyarlı ve sabırlı bir tutumdur! Tarih boyunca öfkeyle kalkıp zararla oturan halkımız, bu seferki hadiselere sabırla, metanetle, firasetle yaklaşmak zorundadır. Biz böyle yaklaştıkça bu milletin düşmanları çatlayacaktır.
Basın, bayrak hadiselerinde genelde sağduyulu yaklaşarak tahriklere fırsat vermedi. Bu durum hem iyi, hem kötü. İyi, çünkü medya yakın tarihten çok ders çıkarmış görünüyor. Kötü, çünkü şer güçler, tahrik edici hadiselerin dozunu daha da artırabilir. Her ne olursa olsun, Türkiye -en başta Türk medyası- oyuna gelmemeli, şer odakların planlarını tersine çevirmeli...
Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 11:51