İşte, Kürt taleplerine, Türklerin cevabı
Geçen çarşamba Nazlı Ilıcak’ın Beylerbeyi sırtlarındaki evinde bir grup köşe yazarı ile Kürt siyasetinin önde gelen isimleri akşam yemeğinde buluştu.
Kürt siyasetçiler, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, DTK Eş Genel Başkanı Ahmet Türk, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, BDP Eş Başkan Yardımcıları Meral Danış Beştaş ve Filiz Koçali idiler.
Köşe yazarları olarak da Mehmet Altan, Oral Çalışlar, Sedat Ergin, Nuray Mert, Altan Öymen, Amberin Zaman ve bendeniz vardık.
Kürt siyasetçiler, Ilıcak’ın mükemmel ev sahipliğinde yaklaşık beş saat süren sohbet sırasında, Kürt sorununa siyasi çözümden ne anladıklarını açıkladılar. Çözümün “barış”, “adalet” ve “eşitlik” olmak üzere üç başlıkta, eş zamanlı olarak ele alınmak suretiyle sağlanabileceği mesajını verdiler.
Kısaca, Kürt sorununun çözülmüş varsayılması için PKK’nın silah bırakmasını yeterli gören anlayışın yanlışlığı vurguluyorlar ve “Barış konusunda mesafe kat etmek için adalet ve eşitlik konularında da aynı anda mesafe kat etmek gerekiyor, yoksa barış olmaz” diyorlar.
Kürt siyasetçiler, barış görüşmelerine paralel olarak, “eşitlik” konusunun ele alınacağı bir “anayasa komisyonu” kurulmasını, oradan çıkacak anayasada ise Kürt bölgesine adem-i merkeziyetçi yapıda bir “statü” tanınmasını istiyorlar. Özerklik anlayışlarını, “ekonomik, kültürel ve sosyal alanlardaki yerel ihtiyaçları tespit etme yetkisine sahip yerel meclislerin kurulması” olarak özetliyorlar.
“Anadilde eğitim hakkı”nda ısrarlılar.
Türk etnisitesine dayalı ulus devletin yerini alacak bir Türkiyeliliğin bile kendilerini kucaklayabileceğini söylüyorlar.
“Adalet” konusunda da isteklerini “90 yılda bu ülkede çok kan aktı, bunlarla artık helalleşmek gerekiyor” diye özetliyorlar.
Kürt siyasetçilerin bu yaklaşımının, “Oslo Protokolleri” ile paralele yakın bir içerikte olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Şimdi sıra geçenlerde katıldığım bir toplantıda hakkında bilgi sahibi olduğum bir kamuoyu araştırmasının bazı sonuçlarını paylaşmaya geldi. Bugüne kadar Türkiye’de Kürt sorunu konusunda yapılmış en kapsamlı araştırma bu... Gerçi tarihi biraz eski; 2011’in aralık ayında yapılmış ama sonuçları hayli irkiltici ve düşündürücü.
Araştırma kuruluşu, bunun “müşteriye özel” bir çalışma olduğunu belirtti ve bu nedenle sonuçlarını adlarının yazılmaması koşuluyla paylaştı.
Diğer taraftan, bu kuruluşun Türkiye’deki en prestijli birkaçı arasında yer aldığını bilmelisiniz.
48 ilde 6516 hanede yürütülen araştırmaya göre Türkiye genelindeki Kürtlerin yüzde 23’ü bağımsızlık istiyor, yüzde 77’si istemiyor.
Kuruluşun başkanı “İki yıl önce ayrılıkçıların oranı yüzde 6 ila 7 seviyesindeydi” diyor. Dikkat çekici bir artış bu...
Çalışma, Uludere katliamından birkaç hafta önce yapılmış; dolayısıyla ayrılıkçıların oranında katliamın etkisiyle bir artışın meydana gelmiş olduğu varsayılabilir.
Yine ülke genelinde Kürtlerin yüzde 56’sı özerklik istiyor. Bu oran 2009’da yüzde 21 imiş.
Kürtlerin yüzde 65’i ana dilde eğitim, yüzde 56’sı da Kürtçenin “resmi dil” olmasını talep ediyor.
Gelelim Türklere...
Türklerin yüzde 75’i Öcalan’ın idamını istiyor.
Türklerin yüzde 95’i Kürt özerkliğine “hayır” diyor. “Kürtlere daha fazla hak ve özgürlük verilmesi hangi sonuçları doğurur?” şeklinde, Türkiye geneline yöneltilen soruya cevaplarında, “bölünme olur” diyenlerin oranı yüzde 42, “iç savaş çıkar” diyenlerinki de yüzde 30... “Demokrasi gelişir” diye cevap verenler ise sadece yüzde 9,7... Onlar da büyük çoğunlukla Kürtler.
Türkiye’de yaşanan hızlı kopuşu gözler önüne seren bir tablo bu.
Bu şimdilik siyasal bir kutuplaşma. Önlem alınmazsa etnik bir kutuplaşmaya da dönüşebilir. Bu tablodan kati ayrışma yerine yeni bir “ortaklık modeli” çıkmasının ancak bir paradigma sıçraması ile mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Türk toplumunun, özellikle de laik kesimin, Kürtlere ve Kürt taleplerine bakışı olumlu yönde büyük bir sıçrama yaşamadığı sürece Türkiye’de siyaset dengelenemeyecek, kopuş ve ayrışma dinamikleri daha da güçlenecek.
Laik kesimlerin kendi geleceklerine, Türkiye’nin rejimine ve üniter devlete dair kavrayışları bu bağlamda dramatik biçimde değişmek zorunda.
“Paradigma değişimi” konusuna girmeye kalan yer müsait değil. Gündem de müsaade ederse bu konuyu bir sonraki yazıya bırakıyorum.
Kadri Gürsel-MİLLİYET
Güncellenme Tarihi : 22.3.2016 17:00