Medya
  • 28.6.2005 12:26

KÖŞESİNDE HERGÜN CEP TELEFONUNU YAYINLAYAN ÜNLÜ YAZAR KİM?

Mağduriyetler onun Umur’unda

Sabah Gazetesi yazarı Umur Talu, siyasi olarak birbirleriyle ayrı kutuplarda yer alan üç farklı gazetecilik ve yazarlık örgütünden (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yazarlar Birliği ve Çağdaş Gazeteciler Derneği) ödül aldı.

Farklı kurumların kendisini tercih etme nedeni olarak mağdurların yanında yer almasını gösteren Talu; “Benim gibi düşünmesi, benden yana olması önemli değildir. Ne kadar uzak olursa olsun mağduriyeti varsa aynı titizliği gösteririm.” diyor. AKP’nin sosyal demokratları da temsil ettiğini, ancak beklentileri tam karşılamadığını söylüyor. Bugüne kadar iktidarı kayıtsız şartsız destekleyen medyanın bundan sonra hükümeti Demokles’in kılıcının altında tutmak isteyeceğini de belirtiyor.

Duruşları, politik tercihleri biRbirinden farklı üç ayrı kurumun ödül vermek için sizin üzerinizde uzlaşmasının sırrı nedir?

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği bir yazıdan yola çıkarak, Türkiye Yazarlar Birliği ise daha genel bakarak ödül verdi. Benim için üçü de çok önemli. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği solda bir örgütlenme. TGC, üye yapısı heterojen olan tam anlamıyla mesleki bir örgüt. Yazarlar Birliği’nin duruşu ise muhafazakar. Demek ki her kesimden insanlar bende ortak bir şey bulabiliyor. Bu sizin nabza göre şerbet vermenizden ya da duruşunuzdan kaynaklanabilir. Benim duruşum kim olursa olsun mağdurun yanında yer almak. Benim gibi düşünmesi, benden yana olması önemli değildir. Ne kadar uzak olursa olsun mağduriyeti varsa aynı titizliği gösteririm. Bu başörtüsüyle de ilgili olabilir, Mardin’de öldürülen çocukla da. Irak’ta ABD müdahalesini desteklemesem bile Saddam Hüseyin’i sevmem. Benimkisi tahakküme karşı yazılardır. Ödül tabii iyi bir şey, daha önemlisi ise bu kadar farklı kesimin benim üzerimde anlaşmasıdır.

Birbirine uzak örgütlerin sizi seçmesi iyi gazeteciliğe örnek olabilir. İnsan tabiatı gereği sevilmek, takdir görmek ister. Daha çok kişi beni sevsin, okusun deyip herkesin hoşuna gidecek yazılar yazmak isteyebilir. Bu anlamda nabza göre şerbet verme

ihtimaliniz yok mu?

Tabii ki var. Ama bunun sonu yok. Bunu yaptığınız zaman çok yalpalarsınız. Tabiri caizse yavşak olursunuz. Haydi yumuşatıp gevşek olursunuz diyelim. Sizin ölçünüz ne? Mağduriyet... Eğer başörtüsü tahakküm aracı anlamında kullanılacaksa bundan yana olmam. Başörtüsünden dolayı birisi tahakküme uğruyorsa onun yanında olmaya çalışırım. Burada nabza göre davranmak yok. Yanlışlarım, çelişkilerim olsa da tutarlı olmaya çalışıyorum.

TGC ve ÇYD’nin ödüllerinden daha çok TYB’nin ödülü dikkat çekiciydi. Hangi noktada buluştunuz?

Onlarla hayata bakış açımız, görüşlerimiz farklı olabilir. Bir sürü yerde buluşamayabiliriz. Ortak bir noktamız var. Bir insanın kendi mağduriyetini seslendirebilmesi için başkalarının da mağduriyetine açık olması gerekir. Türkiye yıllarca bunu idrak etmedi. Bu sebeple ülkedeki demokratik kültür güdük kaldı. Hepimiz zaman zaman duvara tosladık. Toslamadan önce de, sonra da başka örnekler vardı. Mesele şu. Düşen insana gülecek miyiz, sırtımızı dönüp gidecek miyiz, yoksa elimizi mi uzatacağız? Gülünebilir; ama sonrasında el uzatmak gerek.

Mağdur olanlar özgürlüklerini talep ederken diğer mağdurun özgürlüğü konusunda aynı duyarlılığı gösteriyor mu?

Özgürlükten bahsettiğimizde gerçekten bunu neremizle istediğimiz önemli. Özgürlükçüyüm deyip iki dakika sonra başka bir tahakküme boyun eğiyorsak, özgürlükle ilgili problem var demektir. Bir, içten demokratlık; iki, içten özgürlükçülük. Mesela Türkiye’deki demokratlar askerî darbeye karşı çıkarken Irak’ta Saddam Hüseyin’i destekleyebiliyor. Bunun için de kendince bir sürü haklı gerekçe buluyor.

Bu kadar farklı grupların sevebildiği biri olmanın getirdiği zorluklar neler?

Bunun zorluğu aynı zamanda her grubun çok da aşırı sevmemesi demektir. İlginç bir şeydir; Vural Savaş, “Irak yazılarınız muhteşem, herkes dikkatle izliyor.” diye mesaj yazmıştı. O gün bende bir şey yakalamış ama belki de bin tane yazımdan nefret etmiştir. ‘Bu herif satılmış olmayabilir’ diye düşünmüştür. Ben daha satılmış suçlaması almıyorum. Çünkü Türkiye’de ciddi çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinin yardım aldıkları Amerika’daki birtakım vakıflar çeşitli ülkelerde darbeleri destekliyor. Bunu da tutarsız buluyorum ve bana çok yakın şeyler söyleyen bir sürü insanı da eleştirmiş oluyorum. Bunun riski şudur. Kimseye ait olmazsın... Risk kelimesini mahsus kullandım, benim bakış açıma göre değil. Hayat felsefem hiçbir yere ait olmayı, hiç kimsenin sonuna kadar yanında yer almayı, bir yapının içinde bulunmayı reddediyor. Bağımsız ve mesafeli kaldıkça rahat yazıyorum. İnsan haklarıyla ilgili yazarım ama İnsan Hakları Derneği üyesi olarak görülmem. Ya da başörtüsünü yazarım AKP’li olarak değerlendirilmem.

Gazetenizdeki köşenizde bir cep telefonu numarası var. Pek çok gazeteci e-mail adreslerini dahi yazmazken, çoğu yazılanları sekreterleri aracılığıyla okurken siz neden cep telefonunuzun numarasını yayınlıyorsunuz?

İnsanlarla bire bir diyalog kurmayı, açık olmayı seviyorum. Milliyet’te iken de bütün telefonlara cevap verirdim. Oradan ayrılmak zorunda kaldıktan sonra Star’da iş buldum. Üniversitede ders verdiğim için gazeteye gitmeden yazılarımı gönderiyordum. Okulun telefonunu versem santral çok meşgul olacaktı. Ben de cep telefonumu köşemin üstüne yazdım. Belki de dünyada tek örnek benim. Etrafımdaki herkes “Kendini riske atıyorsun, yazdıklarına kızanlar açıp küfreder, telefon sapıkların artar.” diye uyarma ihtiyacı hissetmişti. Bir araştırmacının bunu tez yapmasını çok arzularım. Sosyolojik bir vakadır çünkü. Böyle bir araştırmadan ne çıkacak? Kadınıyla erkeğiyle her fırsatta kavga ve küfür etmeye meraklı görünen Türk milleti bu telefonu o kadar iyi kullandı ki... Rahatsızlık veren binde bir çıktı. Çoğu arayıp rahatsız etmemek için mesaj yazmayı tercih etti. Hepsini saklıyorum.

Bizde daha çok eleştirmek için arar okur...

Eleştiri gelse de çoğunluk memnuniyetini bildiriyor. En önemlisi ise hiç hoşlanmadığı bir yazımdan dolayı arayan kişi sesimi duyunca bundan vazgeçiyor. Yazıyı okumuş, okurken küfretmiş, telefon nuramarasını görünce de aynı şeyi bana söylemek için aramış. Belli ki bindirecek. Ama sesinizi duyunca bırakın küfrü kaba bir söz dahi söylemiyor. Açık olunca kazanıyorsunuz. Ben telefonuna cevap verirken küfür duyma riskini göze alıyorum. Çok iddialıyım. Hiçbir gazeteci veri tabanı olarak benim kadar okur bilgisine sahip değildir. Binlerce okurumun telefonu var bende.

Hayal kurmayı sever misiniz?

Yazılarınızda masalsı bir hava var çünkü...

Severim de yazılarımın hepsi öyle değildir. Bazılarında bilgi yoğun ve soğuk olur. Bazen de yüreğimden gelir, çabuk yazarım.

Türkiye’nin üç büyük sorununu çözdüğünü

hayal etseniz hangileri olurdu bunlar..

İşsizlik, yoksulluk ve eğitim. Bunların çözümünün ülkede demokratik ortamı yükselteceğini düşünüyorum.

Çok kısa cevap; çözülmemesinin sebebi nedir?

Yoksul olduğunuz için işsizliği çözemiyorsunuz, üretimi artıramadığınız için yoksul kalıyorsunuz. Siyasi anlamda demiyorum; ama vicdani anlamda sol bir düşünce gerekiyor. Bunlar çözülse keşke. Toplumsal olarak vizyon lazım. AKP’nin vizyonu nedir? IMF ile gitmek zorunda. Piyasa ekonomisini savunduğu için özelleştirme yapıyor. Yoksulları da seviyor, çadır kurup yemek dağıtıyor, gıda yardımı yapıyor. Bu bir vizyon değil. İkisi aynı keskinlikte birlikte gitmez. Hem yoksulu çok sevip hem paranın üzerine oturtulmuş bir dünya tasavur edemezsiniz. Bu AKP’nin değil, sosyal demokrat bir partinin misyonu olması lazım. Maalesef öyle bir parti de yok.

Neden AKP’nin olmasın?

AKP’nin sosyal demokratları da temsil ettiğini yazdım. Yoksulluğa, yolsuzluğa, medyaya, iş dünyasına isyanı vardı bu kesimin. Dolayısıyla klasik solun tabanı olacak parti AKP idi. Bu anlamda misyonu olsa bile beklentiyi tam karşılamış değil.

Hep sebeplerden gidiyoruz,

bunun da sebebini anlatın?

Silahlı Kuvvetler var, bir şey yapamıyor. İş dünyasının, dış dünyanın baskıları etkili. Fakat anlamadığım şu. AKP hangi oylarla ve niçin geldiğini çok çabuk unutmaya başladı. İnsanlar AKP’yi bu düzeni devam ettirsin diye seçmedi ki. Diyeceksin, gerçekçi mi söylediğin?

Buyurun diyelim o zaman?..

Bu kadar çabuk teslim olacaksanız o zaman insanlara hayal kurdurmayın, sonra isyan etmesinler. İnsanlara umut veriyorsunuz, beklentisine cevap veremiyorsunuz. Ağır bir ekonomik krizin ardından iktidara geldiler. İyi ülke olmamızın emareleri artmıştı. Üç senede yüzümüz güler gibi olmuş, yeniden hayal kurmaya başlamıştık. Döviz patlamıyor, rakamsal dengeler yerinde gibi duruyor olsa da hayat canlı değil.

Hükümet Demokles’in kılıcının altına girdi

Medya iktidarı destekli yor mu?

Merkez medya bu iktidarın düşmanıydı. Seçim sonrası sahip oldukları bankalar sebebiyle iktidar yalakası oldular. AKP’nin AB yanlısı politikaları üstünden iktidarı desteklediler. Şimdi bankalardan kurtulmaya başladı gazeteler. Gelinen noktada AB ile sorun çıktı, terör hortladı, PKK hareketlendi, her gün şehit haberi geliyor. Dolayısıyla o hava kayboldu. Bununla birlikte medyanın oynayabileceği başka alternatif yok. Askerî darbeye oynayacak hali de yok. Buna rağmen artık hükümetin Demokles’in kılıcının altında durmasına oynayacak medya.

Gerekirse 28 Şubat öncesi yayınlarına dönecek yani?..

Şu anda görünmüyor. Çünkü o dönemde çok hasar gördü medya. Zaten bir şeye de yaramadı.

Neden yaramasın. İktidar devrildi.

Yeni avantalar geldi ama; amaç dinci iktidarı değiştirmekse Erdoğan başbakan...

Tayyip Erdoğan dinci bir iktidar mı?

Hayır değil. Zaman zaman kendi içinden bir grup ve karşıtları tarafından o tarafa itilmeye çalışılsa da, öyle davranmayan bir hükümet var şu anda.

(OSMAN İRİDAĞ-ZAMAN)

Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 12:26

İLGİLİ HABERLER