
"LÜBNAN'A BİR OTOBÜS DE MÜEZZİN GÖNDERELİM"
Türkiye'nin ilk rock'çısı Erkin Koray, kırk yılı aşkın müzik hayatı boyunca yaşadıklarını, 'dokümanterle karışık' hikayeler diye nitelediği 'Mezarlık Gülleri' adlı kitapta topladı. Avrupa'da 'müzik stajının' ardından büyük umutlarla Türkiye'ye geliş ve ilk 45'liğin sadece üç yüz (300) adet satması... Borç yükü altında ezilirken birden 'napalm bombası' gibi patlattığı 'Şaşkın.' Ve daha yüzlerce bilinmeyen olay... Bu arada, Erkin Koray, TV'de Lübnan haberleri sırasında ezan sesleri duymuş ve beğenmemiş! Sultanahmet çevresinde yaptığımız söyleşi sırasında duyduğu ezan seslerini beğendi ve 'Bizde üniversite mezunundan çok İmam Hatip mezunu olduğuna göre müezzin de çok vardır. Lübnan'a gönderdiğimiz insani yardımla birlikte bir otobüs de müezzin gönderelim' diye konuştu.Hayatınızda yaşadığınız olayları 429 sayfada art arda dizince nasıl bir tablo çıkıyor?
Bunlar benim hayatımın yüzde biri. Kitapla ilgili aldığım notlarda daha binlerce olay var. Bende mevcut olan hikayelerin, yüzde birini, belki de binde birini anlatmışım. Demek ki dört yüz bin sayfa da yazabilirmişim. Ama bir yerde artık bitirmek gerekiyordu. Bu işin içinden çıkamayacağım herhalde dediğim anlar çok oldu.
Sekiz sene sürmüş yazmanız.
Sekiz sene sürmesi benim kaabiliyetsizliğimden tabii, kaabiliyetsiz bir yazar oluşumdan, o ayrı, ama konuların tamamını vatandaşa iletmemiz mümkün olmayacak herhalde. Ne olursa olsun anlatamayacağım olaylar var. İşte bir nevi hikaye kitabı diyorum ben buna.
Kitaptaki bu 'hikayelere' bakınca bir yandan hem çok 'özgür', hem de çok 'misyon sahibi' bir insan portresi çıkıyor.
Benim genelde tarzım böyledir zaten. Bakın bir şarkı yazmışım 'öyle bir yar istemem, istesem de istemem' diye. İlk bakışta basit bir aşk şarkısı gibi görünebiliyor. İncelediğiniz zaman, içinde çok ayrı bir mesaj olduğu ortaya çıkar. 'Allah Allah, adam sevgiliden bahsetmiyor burda' dersiniz. O yarin, neyin yari olduğunu incelerseniz, hiç sevgiliyle falan alakası olmadığı çıkıyor ortaya.
KASET BU YIL ÇIKAR
Gençler arasında ilgi gören bir insansınız. MTV'deki 'The Osbournes' gibi bir program önerisi gelse, kabul eder misiniz? Kızınızla beraber günlük hayatınızı sizin evden canlı yayınlasa bir TV kanalı?
Ben sıkılıyorum, böyle şeylerden... Böyle program çekimlerinden. Dolayısıyla da yapmıyorum. Ve benim, Ozzy Osbourne kadar da vaktim yok. Ozzy Osbourne iyi bir şarkıcıdır, ama daha ileriye gidemez, benim yanımda zayıf kalır. Onun yaptıkları, benim yaptıklarımın yanında hafif kalır. Ben koskoca memlekete neler yapmışım. Zamanım yok, yapacak çok iş var.
Söz Ozzy'den açılmışken, son yıllarda birçok rock'çı memlekete konsere geliyor, gidebiliyor musunuz bu konserlere? Roger Waters konserine gittiniz mi?
Şimdi Roger Waters dediğiniz zaman, o eski bir kişilik. Yani onun hakkında bir şey söyleyemem, ona ancak saygı duyarım. Yurtdışında çok dinlemiştim; Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple, Nazareth.. . Hepsini dinlemiş olduğum için burdaki karambole girmiyorum. Zaten benim onları dinlememe gerek de yok. Ben onların ne yaptıklarını biliyorum, biz de aynı şeyi yapıyoruz. Ayrıca bu gelenler arasında, benim bu memlekette yaptıklarımdan daha fazlasını yapmış grup yok. Dolayısıyla Amerikalı da olsa, benden daha çok tanınmış da olsa, onlar bana hafif gelir, ben onları dinlemesem de olur. Ama gençler dinlesin, onlar için iyi olur. Ama tabii, Pink Floyd'u, Led Zeppelin'i hariç tutarak söylüyorum, onlar çok büyük.
Türkiye'de son dönemde rock müziğin çok tutulması hakkındaki düşünceniz nedir?
Evet, benden elli sene sonra rock, Türkiye'ye nihayet geldi! Her ne kadar biraz geç olduysa da benim için... Yine de beni sevindirdi. Rock çalan gençlerin kendilerini dinlettirdiğini gördükçe çocuğunu evlendirmiş babalar gibi seviniyorum. Onlar da beni hiç inkar etmezler. Beni nerede görseler kucaklarlar.
Yedi yıldır albüm yapmıyorsunuz, artık vakti gelmedi mi?
Uzundur aklımda yeni bir albüm var, ama bu kitap zorladı beni. Ben köşe yazarları gibi değilim, bir gecede yetiştirebilecek kaabiliyetim yok. Dolayısıyla şu bir bitsin diye bekledim. Şu anda kaset konusuna yoğunlaştım. Kaseti bu yıl çıkarırız.
Peki sizin şarkılarınızdaki müzik kalitesi... (Söyleşi Sultanahmet civarında yapıldığından dört bir yandan ezan sesleri gelmektedir)
Mesela bu müezzin fena söylemiyor! Müzik kalitesi olarak. Lübnan'dan bazen savaş haberleri veriyorlar. Onlar çok kötü. Oraya müezzin gönderelim mesela... Bizde üniversiteden daha fazla İmam Hatip Okulu olduğuna göre demek ki bol müezzin de vardır. Lübnan'a erzakla birlikte müezzin de göndersek iyi olur derim ben, çok kötü duydum ben oradakilerin sesini... Bak ne güzel geliyor burda sesi. Ohh... Uzattı da... Allah... Böyle bir müezzin Lübnan'da yok. Mesela bir otobüs de müezzin gönderilebilir.
KİTAPTAN_'Sen daha gitar nasıl çalınır bilmiyorsun ki'
'Memlekette batı türünden bir müzik yapacağız' diyerekten 'Evropa'larda neler olur? Millet ne çalar, ne söyler? Şu işleri yakın gözlükle de bir görsek iyi olacak galiba' diyerekten, 'bana bir yurtdışı seyahati gözüküyor'a karar verdim.
Seyahat parası toplamak için pavyonlarda çaldıktan sonra doğru Almanya'da aldım soluğu... Yıl 1965 sonbaharı... Hamburg'da her gün her gece Beatles'ın şöhret olduğu o meşhur Star Club'a aboneyim ve durumu kontrol altında bulunduruyorum. İngiliz grupların en iyileri geliyor oraya... Beatles patladı ya, 'şans bize de güler mi acaba' diyerekten...
Yanlarına gidip, ilk önce hayranları rolünde konuşuyorum, ve hatta müsait bir yerlerde olayı organize edip beraber gitar çalıyorum.
Velhasıl, memlekete acaip hazırlanıyorum.
O sırada Star Club'da çalan İngiliz 'Remo Four' grubu ve o grubun gitarcısı Colin Manley ile tanıştık. Çok iyi bir gitarcıydı, çok... The Beatles'ın Paul McCartney ve George Harrison'ı ile aynı okulda okumuş, ders aralarında beraber gitar çalmışlar ve o sıralar George Harrison'ın ağzından şu sözlerin çıktığı söylenir: 'İlk önce Colin gibi gitar çalmamız lazım!' Colin sonradan meşhur 'Hippy Hippy Shake' şarkısını söyleyen The Swinging Blue Jeans grubunun değişmez gitarcısı oldu.
Ben Colin Manley'i 'çok özel' bulduğumdan dolayı, onunla küçük bir dostluk kurmayı hedefledim ve becerdim. Müzik provalarına kadar girdim. Hatta arada sırada gitarımla katıldım da.
Bir gün bir çalma sırasında, içinden geldi herhalde ki, bana dönüp: 'Sen daha gitar nasıl çalınır bilmiyorsun ki' dedi.
O anda kulaklarıma inanamadım! Ben gitar denen şol aleti 'yiyorum' zannederken, o bana 'bilmiyorsun' demişti.
Kavgada bile söylenmezdi, ama o, söylemişti işte.
Kan beynime sıçradı: 'Nasıl yaani?' (İngilizcesi: Wha'd'you mean, yeahni?) dedim kendisine... Hafif kızgın. Bu sert ton, biraz Türk usulü oldu ya, hala utanırım.
O benim bu yarı sinirli halime hiç tepki göstermeden, gitarıyla beraber biraz yaklaştı. Çok sakin: 'Look!' dedi. 'Bak! Sen de aynı, ben de aynı yere vuruyoruz. Ama benden böyle bir ses çıkıyor, senden öyle..! Gerçekten, onun parmaklarından başka bir ses çıkıyordu. Dondum, kaldım! O kadar senedir gitar çalıyorum (zannediyorum), bu aletten benim vurduğumdan başka, onunkinden başka ses çıkıyordu. İnanılacak gibi değildi! Karşı karşıya kaldığım olay, hiç de benim radyolardan dinleyip, kafamda canlandırıp, taklit etmeye çalıştığım olay değildi...
İşte ilk defa orada, müzik denen nesnenin, oturduğun yerden 'zımbır zımbır' yapmakla bitecek ve dışardan göründüğü kadar da basit bir şey olmadığını anladım.
KİTAPTAN _ Siz olsanız 'Şaşkın'ın arkasını bırakır mıydınız?
Çıktığımız bir Anadolu turnesinde, dükkanlardan dışarı yabancı dilde bir müziğin sesleri vuruyordu. Kasetçiye sordum: 'Bu çalanlar ne?' 'Arap müziğidir ağabey' dediler. Birkaç tanesinden bir kaset yaptırdım. Bu müzikte bir sihir vardı ve bana ne kadar uzaksa, o kadar da yakın duruyordu. Hele arasında 'Ya Ayn Muleyyidin' adında bir tanesi vardı ki sanki 'beni sen besteledin' diyordu.
Bu melodi sonradan, sözleri tarafımdan yazılarak 'Şaşkın' adıyla piyasaya çıkacak ve Türkiye'de bir dönemin başlangıcının kilometre taşlarından belki de en önemlisi olacaktı.
On beş gün sonra ses kayıt stüdyosuna, kemanlar, çellolar, darbukalar ve Semiha Yankı, Ümit Tokcan, Hayri Şahin ve Huri Sapan'lı bir vokal grupla girdiğimde tonmeister Sıtkı Acim çok şaşırmıştı. O güne kadar bizim hep gitarlı, distortion pedallı, baterili şarkılar yaptığımızı bilen Sıtkı, 'Allah Allah, ne oluyor böyle' dedi. 'Bir dakika abicim, sen seyret şimdi' dedim. Şaşkın'ın kaydı bittiğinde, ben elime gitarı bile almamış, hatta bas gitarın sesini de kapattırmıştım. Ama kayıt bittikten sonra Sıtkı Abi, 'Hayır böyle olmaz, en azından sen gitar çalmadan bu bant burdan çıkmaz!' dedi. Ben ne dediysem ikna edemedim ve şarkının ortasındaki duyduğunuz o gitar solosunu ben -umumi arzu üzerine- orada alelacele notaya döktükten sonra, tüm saz ekibiyle beraber, şarkıyı baştan sona tekrar çalmak suretiyle şarkıya ekledik.
'Şaşkın' bir Napalm Bombası gibi patladı. Memleket de şaşırdı, ben de şaşırdım neye uğradığımı...
Eh... Elden çıkmış bir defa... Ondan sonra bırakır mıyım ben hiç bu işin arkasını?.. Siz olsanız bırakır mısınız?
KİTAPTAN_'İlk yaptığım plak üç yüz tane (rakamla 300) sattı'
Almanya'dan Bernhard Weber isimli bir basçıyı da koluma takıp Türkiye'ye geri döndüm.Türkiye'de tam bir sene çaldık Bernd ile. Bu arada dört şarkılık İngilizce bir plak da yaptık. Türk müzisyenlerle, Türkiye'de, Unkapanı'nda, İngilizce plak yapmak plak şirketinin yaptığı nadir bulunabilecek bir delikanlılıktı.
Plağımız tam üç yüz tane (rakamla 300) sattı.
O atmosfer içinde, neden olduğunu anlayamamıştık. Ben çok komik bulmuştum bu rakamı, çünkü bayağı da güzel çalmıştık hani! Ta ki, Bernd gittikten kısa bir müddet sonra, bir tesadüf eseri 'Kızları da Alın Askere'yi yapıp da bir milyon (ve hatta muhtemelen çok üstü) plak satılıncaya kadar... İşte orada, gökten gelen bu mesaj yüzümüze bir salt gerçeği çarptı: 'Biz neyiz, ne yapıyoruz, nerdeyiz.'
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 04:02