Medya
  • 26.4.2020 18:27

Nefs-i Emmare'nin terbiyesi!..

HASBIHAL-4
NEFS-İ EMMARE’NİN TERBİYESİ

Nefs öyle bir şeydir ki; insanın hem aklını hem de kalbini örter.
Örtülen kişinin gözleri kör olup, kalbi mühürlenir.
Nefsine teslim olan bir kişi bu mana icabıdır ki, bir daha asla doğruları yani gerçekleri göremez.
Nefsinin esiri olan kişilerin İbadeti bile, Rabbine değil, nefsinedir.
Başkalarına göstermek için namaz kılıp, makam mevki için hayır işlerler.
Böyle kimselerin; ne ibadeti ne de hayırları ona bir sevap yahut fayda isabet ettirmez.
Kalbi karardığından, yaptıkları hizmetleri nefsi için yaptığını dahi anlayamaz.
İşte en kötü ve en tehlikeli hal budur.
Nefsinin emrinde olan kişi, doğru ile yanlışı yani hak ile batılı da kolay kolay ayıramaz. Nefs orayı bir örtü gibi kaplar.
Hem kalp hem akıl bu şekilde kaplanınca; o kişi gerçeği değil, nefsin kendisine gösterdiğini görür.
O da sahte bir dünyadır.
Nefsine esir olmuşlar öyle derin derin uykudadırlar ki; Allah muhafaza bunlar ancak ölünce uyanırlar. O zaman da onlar için acı bir azap gelir.
Son nefeste haham veya papaz kılığında gelen şeytanı kurtarıcı olarak zan eden kişi, yaşarken de kendi nefsini kurtarıcı sanır.
Oysa nefsi, kişinin en büyük düşmanıdır.
İnsanlara bütün kötülükleri yaptıran, şehveti ve azgınlığı teşvik eden nefs; nefs-i emmâredir.
Nefs en başta Allahü teala’ya düşmandır.
Allahü teala’ya düşman olduğu için nefs ile yapılması istenilen cihada; Cihad-ı ekber denilir.
Nitekim insana, kendi nefsine düşmanlık etmesini ve nefsi ile cihad etmesi istendi. Bu cihada da cihad-ı ekber ismi verildi.
Rasûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu “Mücâhid, nefsinin isteklerine karşı cihâd ederek günahlardan uzak durmak için mücadele eden kimsedir.”
Allahü teâlâ kullarına rızâsını ve yakınlığını bu cihada bağladı.
Nefs aynı zamanda, insanın en büyük düşmanıdır. İnsanın îmânını yok edip, kişi ateşe attırmak ister.
Bundan zevk alır.
İmanını yok ettiği insanın ateşe düşmesinden memnun kalır.
Nefsin bütün amacı, kişiyi cehenneme götürmektir. Onun varoluş nedeni budur.

İnsanı sonsuz azaba götüren nefs, kişinin de en büyük hasmı durumundadır.
O senin içindeki düşmandır.
Sonuçta nefs-i emmâreden hâsıl olan kötülükler, insanın kendi hastalığıdır. 
Nefs fenalıkları sadece kötülükle değil, dostun ve arkadaşınmış gibi görünerek yapar.

Nefsinin verdiği poh pohlamalar bu kişinin o kadar çok hoşuna gider ki; sürekli gururlanıp kibirlenme dönemine geçer.
Bir kul bir kez kibirlendiğinde tövbe etmezse Allahü Teâlâ’nın öfkesini üzerine çeker. O kibir sürerse, bu kez hışmını çeker.
Allahü teâla’nın hışmını çekene, gazap ve azap gelir.

İşte nefsin bir insana verip verebileceği en büyük felaket budur.
O yüzden bütün büyükler talebelerine hep bu tehlikeyi anlatıp, nefsin tuzaklarını anlatıp bu beladan sakınmayı öğrettiler.
İmanla nefs, yağ ile su gibidir. Hiçbir zaman karışmaz. Önemli olan imanı yağa, nefsi suya çekmektir. 
İmanı yağ eylersen, o suyun üstüne iman çıkar.
Nefsi yağ eylersen, bu kez nefs,  o suyun üstüne çıkar. Çıkmakla kalmaz o suyu tamamen kaplar. O suyun lezzeti biter.
Buradan anlaşılacağı üzere en mühim iş nefis ile mücadeledir.
Sözün kısası,  Her Müslümanın birinci vazîfesi nefsine uymamaktır. 

Hiçbir kişi; önünde bir rehber bir çalıştırıcı olmadan nefsini mağlup edemez.
Tek başına nefsini yenmek, bunu İslami kurallar ile yapmak çok zordur.
Hindistan gibi yerlerde Hint fakirleri vardır. Bunlar bir yıl ağaçlarda, mağaralarda yaşayıp, dünyevi zevklerden uzak durarak nefislerini terbiye ediyorlar.
Nefislerini terbiye eden kişi, normal insanlardan farklı olur. Bir takım ekstra özellikler gösterir. İşte bu Hint fakirleri nefslerini bu yöntemle ezdikleri için, onlarda bazı hususiyetler zuhur etmektedir. Ancak o yaptıkları işler dünyevidir. Ahireti değildir.
Dolaysıyla o nefis terbiyesinin onlara hiçbir faydası yoktur.
Oysa bizim nefis terbiyemiz onlardan çok farklıdır.
Bizler eziyet çekerek değil, Allahü Teâlâ’yı anarak ve ona teslim olarak nefsimizi ıslah ederiz.
Bizler kalbimizde Allah sevgisini taşıyarak nefsimizin oraya örtü çekmesine engel oluruz.
Kalbinde bu sevgi bulunan, büyüklerini seven, yönünü kalbini kendine döndüren bir kulunu,  Allahü Teâlâ de nefsin şerrinden korur.
Kendine aşık kulunun kalbini, habis nefsin ele geçirmesine mani olur.

Allahü Teâlâ, rehberleri aracığıyla Müminlerin kalbine sürekli bakım yaptırarak nefsin orayı ele geçirmesini engeller.
Bir kişinin kalbinin nefsi tarafından ele geçirildiğinin işareti kalp katılığıdır. Nefsin ele geçirdiği kalp katı olur.
Nefs cihadından galip çıkan müminin kalbi yumuşak olur. Allah dedikçe gözlerinden yaş gelir.
İşte Salih kimse olmanın delaleti uysal ve yumuşak başlı olmaktır. Hocasına PEKİ demektir. Nefs, ‘peki’ demez, dedirtmez.
Peki’ diyen hocasına, ‘Hayır’ diyen nefsine teslim olur.
Ölçü budur.
Neden? Çünkü nefis asidir, isyankârdır.
O âlemlerin rabbine isyan etmiştir. Onun vazifesi yoldan çıkarmaktır. Büyüklerin vazifesi ise, doğru yolda tutmaktır.
Büyükler ile nefis arasında sürekli siyah ile beyaz gibi fark buradan doğar.
Kamil bir talebe, yönünü nefsine değil rehberine dönen talebedir. 
İşte o döndüğü doğru yol onun sonsuz kurtuluşuna sebep olur.
Allahü Teâlâ hepinizi nefsinizin şerrinden koruyup, onun şirretliğinden muhafaza eylesin.
Bir kulun en büyük düşmanı nefsidir. Düşmanınızı bilip kendimizi buna ayarlamalıyız.
Düşman büyük, felaket ağırdır. Bu düşmandan savaşı kazanmanın yolu, rehberine tam teslimiyettir.
Teslimiyet ne kadar güçlü ve yüksek olursa, bu şerden kurtulma ihtimali o kadar yüksek olur.
Teslimiyet derecesi düştükçe riskte artar.

Büyüklere olan sevgi ve muhabbetimiz daim olsun. Bizi bu tehlikeden koruyacak yegâne şey bu muhabbettir.
Habib-i Hûda, Sultan-ı Enbiya Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu;
Her insan sabahleyin kalkıp nefsinin satıcısıdır. Ya ibadet ve kulluk yaparak kendisini Allah’a satmış olur. Veya Nefsine (arzu ve hevesine) veya şeytana uyarak kendisini helak etmiş olur.
Gerçekten zeki ve akıllı kişi, nefsinin kötü arzularına hâkim olup ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyarak hayatını devam ettirip, Allah’tan her şeyi ve Cenneti isteyen kişidir. 
Hadis-i şerifte geçen: “Nefsine hâkim olmak” demek, kıyamet gününde hesaba çekilmeden önce dünyada iken kendisini hesaba çekip hayatını ayarlayan kimsedir.
Nitekim Hazret-i Ömer (Radıyallahü anh) bu mübarek sözü şöyle tefsir etti;
- “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesa­ba çekin, büyük hesap günü için kendinizi donatın! Çünkü kıyamet gününde hesap, ancak dünyada iken kendisini hesaba çekenler için kolay olacaktır.”

*** ****
Rabbım; Nefsimizin şehvetinden, şeytanın şerrinden ve kötü arkadaşın şirretinden koruyup muhafaza buyursun.
Büyüklerimizi sebep kılıp bizi Salih kullardan eylesin.
Hak teala, cümlemizi nefsine tabi olanlardan değil, nefsini tabi eden kulu eylesin.
(AMİN)

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Güncellenme Tarihi : 26.4.2020 18:05

İLGİLİ HABERLER