Medya
  • 14.11.2004 11:44

REHA MUHTAR BALTAYI TAŞA ÇARPTI...

Kerem Türkman, 1994'ün 10 Kasım'ında Atatürk için bir yazı yazdı. Mizahi bir dille yazılan yazı, çeşitli gazetelerdeki köşe yazarlarının '10 Kasım anımsatmasına' döndü, internette efsane oldu. Efsaneye göre, bu yazı bir ortaokul öğrencisi tarafından okulunun duvar gazetesi için yazılmıştı. Yazıyı son olarak Reha Muhtar, Sabah gazetesindeki köşesinde bu yıl 'Minik bir yüreğin sesi' diye verince, Türkman ses verdi: ''Ben artık büyüdüm.'' Saat dokuzu beş geçe... Kerem Türkman, 1994'te liseyi bitirmiş, aynı yılın 10 Kasım'ını üniversite öğrencisi olarak, ilk kez okuldaki törene katılmadan anmıştı. O gün, babasının Haznedar' daki işyerindeydi. 'Saat dokuzu beş geçe' saygı duruşu için ayağa kalktı. Büronun penceresi caddeye bakıyordu. Dışarıda hayat durmamıştı. Türkman, şaşkındı: ''Bizi yıllarca okulda topladılar, tam o saatte İstiklal Marşı'nı okuttular, şiirler söylettiler, O'nu andık. Demek, tüm bunlar yalandı.'' Türkman, aldatıldığını düşündü. Oturdu ve yazdı. Yazısında, Atatürk'ün kurtuluş mücadelesi verirken sahip olduğu koşullarla bugünü mizahi bir dille karşılaştırdı. Yazı büyük ilgi çekti Türkman, o tarihte yayın hayatını sürdüren, 'Avni' adlı mizah dergisinde mizah yazıları yazıyordu. İş başvurusu için Hürriyet gazetesi dergi grubuna başvurmuş, 10 Kasım'da görüşmeye çağrılmıştı. Yazısını bitirince gazetedeki görüşmeye gitti. Görüşme sonucunda, o tarihte yayımlanan 'Top Pop' adlı dergiye kabul edildi. Gazeteden ayrılırken, yazısını bir muhabire vererek, 'Belki değerlendirirsiniz' deyip uzaklaştı. Altına, yalnızca adını yazdığı yazı, aynı yıl Hürriyet'te Yalçın Bayer'in köşesinde, 13 Kasım'da yayımlandı. Yazı öyle ilgi çekti ki, dönemin ANAP Milletvekili Bülent Akarcalı, Bayer'e, yazının sahibiyle görüşmek istediğini iletti. Yazara ulaşamayan Bayer, bu isteğe köşesinde yer verdi. Meçhul yazar, bunun üzerine ortaya çıktı. Türkman, çok uzakta değil, Bayer'le aynı binada, altıncı kattaydı. Bayer, yazıyı 1995'in 10 Kasım'ında da yayımladı. 1996'da Gözcü gazetesinin köşe yazarı Necmi Tanyolaç yazıya yer verdi. Bayer, 1997 ve 1998 yıllarının 10 Kasım' ında da Türkman'ın yeni yazılarını yayımlarken, yazı artık internette dolaşıyordu. Yazı, sanal ortamda 'anonimleşirken', Türkman da sanal efsaneye dönüştü. İnternetteki efsaneye göre, Türkman, bir ortaokul öğrencisiydi ve yazıyı okulunun duvar gazetesi için yazmıştı. Elden ele dolaşırken orijinali de bozulan yazının 'sanal versiyonu' ilk olarak Melih Aşık'ın Milliyet gazetesindeki köşesinde yayımlandı. Reha Muhtar klasiği... Beş yıl geçti. 2004'ün 10 Kasım'ı, Atatürk'ün ölümünün 66. Türkman'ın yazısının 10. yıldönümüydü. Reha Muhtar, Sabah gazetesindeki 11 Kasım tarihli köşesini, 'Minik bir yüreğin sesi'ne ayırdı. Reha Muhtar, köşesinde, 'bir ortaokul öğrencisinin okulunun duvar gazetesine yazdığı' bir yazıya yer verdiğini belirterek, ''Belki tek başına yazmadı bu satırları, annesi babası yardım etti'' diye de eklemişti. Türkman, yazıdan iki gün sonra ortaya çıktı. Bayer'in köşesine bir açıklama göndererek, hâlâ 'o minik yürek' olmadığını belirtti: ''Yıllardır internet sitelerinde dolaşır bu yazı. Yazdığımda liseyi yeni bitirmiştim. Şimdi üniversiteyi ve askerliğimi bitirdim. Muhtar'ın sandığı gibi, annem babam yardım etmedi, ben yazdım.'' 'Atatürk yazısı vardı ya' Yaşananlar, ancak dün düzeltilebildi. Türkman'ın yanıtını öğrenen Reha Muhtar, ''Hani önceki gün yayımladığım müthiş bir Atatürk yazısı vardı ya. İşte o yazının sahibi beni aradı'' diye başlayan dünkü yazısını, Türkman'ın şu cümleleriyle bitirdi: ''Eğer bizim yaşadığımızın adı hayatsa, Atatürk hiç yaşamadan ölmüş demektir...'' Kerem Türkman, şu an tam 29 yaşında. Bir halkla ilişkiler şirketinin Ankara temsilcisi olarak görev yapıyor. Mizah yazarlığını ve yazı yazmayı bıraktığı için üzgün. Sanal efsaneye dönüşerek, anonimleşen 'minik yürek' yazısından da büyük gurur duyuyor. Türkman, o günden beri hiç eksilmeyen Atatürk sevgisi ve hâlâ mizah dergileri okuyarak giderdiği mizaha olan bağlılığıyla yaşamına devam ediyor. Türkman'ın 10 Kasım yazısının orijinali ''Bu ülkede yaşayan herkesin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: Atatürk. Gençliğinde kot pantolon giyememiş. Sevgilisinin elinden tutup, hasılat rekorları kıran bir filme gidememiş... Trablusgarp Cephesi'ne, lüks uçak şirketinin 'First class' koltuğunda viskisini yudumlayarak gidememiş. Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için, kortej eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu... 19 Mayıs'ta Samsun'a basan ayağında, ışıklı spor ayakkabısı yokmuş. Kazandığı her savaştan sonra, savaş sahasına fırlayıp moral veren, mini etekli ponpon kızları da yokmuş. Tarihi kayıtlara bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar... Ülkesinde yapacağı devrimleri, inkılapları unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacaklarını da cep telefonundan öğrenememiş. Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Paşa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti... Vatanın bağımsızlığını müjdelediği Meclis kürsüsünde şöyle ağzına layık bir mercimek çorbası içip, kuru fasulyenin suyuna ekmek bandıramadı... 20. yüzyılın bu dehasının, çerçeveletip duvarına asacak bir ihalesi bile yoktu. Yazık ki, hayatta bir reposu veya hisse senedi de olmadı. Lozan zaferi veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp, sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı... Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı. Deşarj olamadan gitti Ulu Önder!.. Atatürk'e acıyorum... Sen, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel. Sonra değerini bilemeyip, tek kadınla evlilik sistemini getir. Sen kalk, bugün yine kapanmaya başlayan Türk kadınına sosyal haklarını ver, çağdaş yaşama kavuştur... Çılgın fasıllara katılmak, sabahlara kadar içki içip, vals yapmak, babasının faytonunu alıp şöyle bir Emirgan yapmak varken... Bunları yapamazdı Atatürk... Ne korna çalıp dolaşacak bir arabası vardı, ne balkonuna çıkıp silah atacak bir evi. Cumhuriyet'i ilan ettikten sonra, hayatını yaşayabilirdi değil mi? Bizim bu yaşadığımız hayatsa, Atatürk yaşamadan ölmüş demektir.'' (RADİKAL) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:16

İLGİLİ HABERLER