Şeytanı feryat ettiren Ayet-i Kerime
Şeytan ve Firavun
Bir rivayet…
Bir gün Firavun halvethanesinden otururken şeytan kapısını çaldı..
Firavun içeriden seslendi;
- Kim o
Firavunun sorusunu üzerine şeytan şöyle cevap verdi;
- Hem ülûhiyet davası güdersin. Hem de dışarıda kapıyı çalanın kim olduğunu bilmezsin. Senin halin ne olacak?
Firavun daha önce tanıdığı için dışarıdakinin şeytan olduğunu anladı ve “Gel” dedi.
Şeytan içeriye girince Firavun cevabı yapıştırdı;
- Yâ iblis; Sübhan olan Yüce Hak seni evvelce bu kadar nimetlerle muazzez kılıp melekler arasına katmışken, Yüce fermanına itaat etmeyip ebedi melun oldun.
Bana gelince; sayısız ve hesaba gelmez nimetler ve olağanüstü haller ihsan etti. Bu durumda daima şükür ve tam itaat, çokça kulluk edecekken kendimi ona ortak koşup ülûhiyet dava ettim.
İş böyle olunca şu asırda ikimizden dana da kötü kimse var mıdır?
Şeytan;
- Var
Firavun şaşkına dönerek sordu, “Kimdir o”
Şeytan anlattı;
- Bir kadın var. Ne zaman salih bir kimseyi azdırmakta aciz kalsam bu kadına niyaz ederim. Benim adıma o adamı azdırır.
Bu kadın çok fakir bir kadındır.
Hemen yanındaki komşusunun bol sütlü bir ineği vardı.
O komşusu bunun fakirliğini bildiğinden; her gün sağdığı sütün kendine yeteni kadarı alır arta kalanı getirip bu kadına verir.
Bu kadın o sütle geçinip gider.
Gene günlerden bir gün yine bir salih kimseyi azdırmakta yetersiz kalınca o kadından rica etti.
Kendisine bir şey vermeyi vaad ettim.
Vaadim karşılığında adım azdırıp günaha soktu.
Ben de sözüm olan vaadimi götürdüğümde kadın bana şöyle dedi;
- Şimdi beni senden bir isteğim vardır. Bugüne kadar hep ben senin isteğini yerine getirdim. Şimdi de sen benim ricamı yerine getir.
“Hacetin nedir?” diye sordum. Bana şöyle dedi;
- Komşumun ineğinin otladığı yeri zehirle. O inek orada otlarken ölsün.
Şöyle sordum;
- Kadın, sen o ineğin sütüyle geçiniyorsun. O olmazsa açlıktan ölürsün. İneğin sana ne zararı var da benden böyle bir şey istiyorsun.
Şöyle cevap verdi;
- Ben onların o ineğin bol sütünü sağarken gördüğüm zaman hasedimden ölüyorum. Artık dayanamıyorum. Sen o ineği öldür. Ben açlıktan ölürsem öleyim.
Hasetle her gün çatlaya çatlaya ölmektense açlıktan bir sefer ölür de kurtulurum.
Bu olayı anlatan şeytan firavuna şöyle dedi;
- Senin ve benim bu derde müptela olmamız, aldanmamızdandır.
O kadın ise hasedinden helakini istiyor.
Bu yüzden o kadın senden de benden de daha kötüdür.
Şeytan böyle dedi ama ilk ve en büyük hasetçi kendisiydi. İlk haset eden şeytandır. Hazret-i Âdem’i çekememesi, kendisini isyana sevk etmiştir.
ŞEYTAN VE BİDAT
Tabiîn devrinin tanınmış, hadîs ve tefsir âlimlerinden Atâ bin Meysere El Horasanî şöyle anlattı..
- Nisa suresi 110’ncu ayet mealen; “Kim bir kötülük yapıp veya nefsine zulmettikten sonra Allah’tan bağışlanmayı dilerse, Allahü Teâlâ’yı çok bağışlayıcı ve merhametli bulur ”
Manasına gelen Ayet-i Kerime nâzil olduğu vakit, şeytan korkunç bir seda ile öyle bir feryat eyledi ki, yer gök inledi.
Yeryüzünde ne kadar askeri ve avenesi varsa bu sesi işitip koşup geldiler.
Büyük bir merak içerisinde feryat eden şeytanın başında birikip, halinin sebebini sual ettiler.
- Ey şeytan nedir bu halin? Bu şiddetli feryadının sebebi ve hikmeti nedir?
Şeytan onlara şöyle dedi;
- Benim hile ile türlü iğva ( Azdırma, ayartma. Baştan çıkarma) ile zahmet çekip bu ümmete işlettiğim günahların af ve mağfireti hakkında Hazret-i Muhammed üzerine yeni bir ayet nâzil oldu.
Bu ayet bütün işimizi tehlikeye sokar. Bizi zora sokacak bundan büyük ayet nazil olmadı.
Şeytanın askerleri merakla o ayeti sordu.
Şeytan da baştaki; Nisa Suresi 110’uncu Ayet-i Kerime’yi okudu.
Şeytan devam etti;
- Allahü teala bu Ayet-i Kerimede, İstiğfar edenlere af ve mağfiretini tekidli vaad (Sağlamlaştırdığı vaad) ile anlattı.
Yüce Hakk’ın vaadinde dönme yoktur. Artık bu vaad kıyamete kadar uygulamadadır.
Şimdi hepiniz düşünün bakalım..
Buna karşı ne gibi bir hile yolu buluruz? İnsanları nasıl yoldan çıkartıp asi yaparız. Tövbelerine nasıl engel oluruz?
Şeytanın askerleri ve avenesi uzun uzun düşündükten sonra şöyle dediler;
- Biz buna karşı bir hile bulamıyoruz.
Şeytan şöyle dedi;
- Hele gidip işinize dönün bakalım. Biraz daha etraflıca düşünün. Bir yol bulacaksanız mutlaka.. Ben de düşünüp bir hile yolu arayacağım.
Hepsi birden dağılıp ayrıldılar..
Allahü teala’nın dilediği zaman kadar düşündüler.. Hiç birisi bir hal çaresi bulamamışken, Şeytanın feryadı yeri göğü kapladı.
Hepsi birden koşup toplandıkları yere geldi.
Şeytan tek tek sordu;
- Bir çare buldunuz mu?
Hepsi başını öne eğdi..
Şeytan, “Ben bir çare buldum” dedi.
“Öyle bir hile buldum ki” deyip şöyle anlattı;
- O şanlı Peygamber Dar-ı ukbaya teşrif ettikten sonra bunlara güzel amel suretinde çeşitli bidatler işletelim.
O ameller öyle ameller olsun ki; onlar ne Peygamberi, ne de halifeleri ve ne de Peygamberin ashabı yapmış olsun.
Bu gibi amelleri onlara bir güzel süsleyip güzel gösterin.
Böylece onlar o bid’at amelleri sünnetten sanıp ısrarla ve üzerine düşerek yapar. Severek isteyerek yaptığı bu bidati doğru bildiği için de tövbe etmeye ihtiyaç duymaz.
Tövbe ve istiğfar etmeden işledikleri bu bidatler onları cehennem azabına giriftar eder.
Biz de siz de muradımıza ereriz.
Cenab-ı Hak, cümlemizi şeytanın aldatmasından ve şerrinden muhafaza buyurup korusun.(ÂMİN)
Her Müslüman Allahü teala’dan yardım ummalıdır. Yardım olmayacağından korkmak doğru değildir.
Allahü teala’nın af ve mağfiretinden ümit kesmek doğru değildir
Necm-üd-din Ebu Hafs Ömer bin Muhammed, bilinen adıyla Ömer Nesefi, Akaidi Nesefi kitabında şöyle yazdı;
- Celâl ve ikram sahibi Allah’ın rahmetinden ümidi kesmek küfürdür.
O’nun azabından korkmayıp, emin olmak da küfürdür.
Bu durumda kula lazım olan odur ki; Yüce hakka karşı korku ve ümit arası buluna..
Daima azabından korka, bağışlanmasını ve sevabını da uma..
Yüce Allah’ın emriyle amil olmak, yasak ettiği şeylerden çekinmek gerekir.
Korkuyu bırakıp Yüce Allah’ın lütuflarına mağrur olmak , doğru yoldan sapmak sayılır.
Bil külliye korkuyu kalbe yerleştirmek ve af ve gufrandan ümit kesmek ise sırat-ı müstakimden sapmaktır.
Sırat-ı müstakimde olmak, korku ile ümit arasında olmaktır.
HASAN-I Basri’nin korkusu..
Yukarıda anlatılan manada, tabiinden Hasan-ı Basri (Rahmetullahi Aleyh) şöyle buyurdu.
- Yüce Hakka karşı korkum o kadardır ki; şayet muhbir-i sadık haber verip dese ki;
- Rahman ve Rahim olan Allah, müminlerin cümle asilerini af ve mağfiret edecek. Ancak birini cehenneme koyacak..
O cehenneme girecek bir kişinin ben olacağımdan korkarım.
Yüce Hakk’a ümidim o kadar çoktur ki; Muhbir-i sadık haber verip dese;
- Yüce Hak cümle asileri Cehenneme koyacak. Ancak onlardan birisini af edecek.
O bağışlanacak kulun ben olacağıma dair ümit ederim.
Ya Rabbi!.. Beni; isyan bela ve musibetlerden koru ki; onlar benim isyan, beliyye ve musibetime sevinip alaya ve maskaralığa almasın.
Onlardan gelecek böyle bir şey izin sana sığınırım.
İmam-ı Deylemi (Rahmetullahi Aleyh) Ebu Hüreyre’den (Radıyallahü anh) rivayet edildiğini çıkararak, Resûlullah Efendimizin (Aleyhisselatü vesselam) şöyle buyurduğunu anlattı;
Müminler için 4 düşman vardır…
1. Mümindir, nimetlerine hased eder.
2. Münafıktır, kendisine buğz eder.
3. Şeytandır; delalete, azgınlığa doğru vesvese verip iter.
4. Kafirdir; muharebe ve mukatele eder.
Peygamber Efendimiz başka bir Hadis-i şerifinde;” Düşmanın en kavisi iki yanının ortasında bulunan nefsindir.” Buyurdu.
Gafletle dünya lezzetlerine aldanıp, haris bir şekilde sevaptan mahrum kalarak gazabına uğramaktan yine sana sığınırım.
HABERVİTRİNİ/METİN ÖZER
Güncellenme Tarihi : 3.4.2021 22:21