İnsanın yaşamını direkt ilgilendiren konularda soğukkanlı değerlendirme yapması son derece zor oluyor.
Hele bir de soğukkanlı değerlendirme sonucunda varılan sonuçlar insanı tamamen panikletici olursa o zaman işiniz daha da zorlaşıyor.
Bu köşede uzunca bir süredir ABD'de neler olup bittiğini, bu ülkenin dünyaya ne yapmaya çalıştığını, hangi gerekçelerle hareket ettiğini soğukkanlı bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Bana göre ABD'de bir rejim değişikliğine gidilmişti. Bu ülke uluslararası meşruiyet ve hukuk kurallarını bir kenara bırakıp, gerekirse sadece tek başına ve sadece kaba güce dayanarak dünyada var olan düzeni değiştirmeye soyunuyordu.
Üstelik bunu yapacağını da gerek verilen resmi demeçlerde gerek de yazılı belgelerde açıkça ilan ediyordu.
Dolayısıyla sadece 'savaşa hayır' demek, ABD'nin yaptığını haklı olmadığını, meşru olmadığını söylemek, düşüncemizi temelde doğru bu kavramlarla sınırlayarak olan biteni anlayacağımızı hatta durduracak ortamı yaratacağımızı düşünmek anlamsızdı.
Bence yapılacak doğru iş olan biteni kavramaya çalışırken, dünya yepyeni bir karmaşaya itilirken olan biten arasında Türkiye'nin ne yapması gerektiğine 'ulusal çıkarlarımız' açısından bakmaya çalışmaktı.
Çok uzun zamandır, gerekçelerini de anlatarak bunları söylüyorum, anlatıyorum.(Tekrar okumak isteyenler AKŞAM Internet arşivinden 17 Şubat tarihinden başlayabilirler. www.aksam.com.tr)
* * *
Köşe yazarları son dönemde bu konuyla ilgili olarak kabaca üçe ayrılmış durumdalar.
'Her türlü savaşa karşıyız, dünyada barış istiyoruz' diyenler bir grubu oluşturuyor. Bu şekilde tavır alınınca olan biteni anlama ve Türkiye'yi olacak biteceğe hazırlama yolunda ne kadar düşünsen katkı yapılması mümkün değil.
Duygusal tatmini yoğun olan bu tavır ile gerçekte olan bitenler birbirine paralel gidiyor, aralarında çakışma noktası ne yazık ki yok.
İkinci grupta yine olan bitenin analizini yapıp, inceleyip sonuçta Türkiye'nin bu savaşa girmesinin yanlış olacağını söyleyenler var. Bu grubu diğerlerinden ayıran en önemli özellik sadece 'barış' talep etmekle kalmayıp,Türkiye'nin bu işe katılmasının neden yanlış olacağını detaylı bir
şekilde anlatmalarında.
Bu gruba ait yazarlara en tipik örnek Umur Talu. Star'daki yazılarında Talu neye neden karşı olduğunu net ve ayrıntılı bir şekilde ortaya koyuyor.
Üçüncü grupta ise yine analizini yapıp da bu işe Türkiye'nin çıkarları için girmesi gerektiğini söyleyenler var. Ben kendimi bu gruptan görüyorum.
Dikkat ettim de durum tespiti yaparken Talu ile benim dediklerim hemen hemen aynı. ABD ile ilişkili yorumlarımız aynı ama sonucumuz farklı.
Aramızdaki fark ulusal çıkar konusunda farklı düşüncelerimiz olmasında yatıyor olabilir.
* * *
'Ulusal çıkarlarımızın ne olduğu' konusunda Türkiye'de meseleleri düşünmeye çalışan insanlar arasında önemli yaklaşım farkları olması da son derece doğal.
Türkiye'nin ulusal çıkar stratejisi son derece gizli. Bunun ne olduğunu bilenlerin sayısı çok az.
Belki böyle olması da doğal.
Ancak durum böyle olunca bizler önemli bir süreç yaşanmaya başlandığında, son olayda olduğu üzere, el yordamıyla neyin doğru olduğunu bulmaya çalışıyoruz.
Bir de üstüne üstlük 'iç ve dış düşmanlar' söyleminin bu memleketin düşünen insanlarının başına yıllar boyunca ne dertler, acılar getirmiş olduğu da hatırlanırsa insanların 'bu yapılanlar ülkenin çıkarınadır' lafına çekinerek yaklaşmalarını, inanmakta zorlanmalarını da rahatlıkla anlayabiliriz.
* * *
Ben bu konuda kararımı verirken şöyle bir yöntem izledim. Meseleyi açıkça yazayım ki belki farklı düşünen insanlar da neden öyle düşündüklerini, hangi gerekçelerle öyle tavır aldıklarını daha net anlatırlar. Sadece sonuç söylemekle yetinmeyi bırakırlar.
Şu anda Osmanlı'nın mirası üzerinde bir oyun oynanıyor. 20'nci yüzyılın başında kapatılmak istenen ama kapatılamayan hesaplar tekrar masaya getirilmiş durumda.
Sadece bu nedenden dolayı Türkiye'nin olan biteni seyreden olarak kalmasının imkansız olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca ve daha da önemlisi bu memleketin ulusal çıkarını koruma görevini üstlenmiş kurumları da hükümete 'bu işin dışında kalmayalım' talebini iletiyorlar.
Devletin her dediğine güvenme gibi bir adetim olmadığı halde bu meselede atıf yapılacak başka bir merci de bulmak mümkün değil.
Dolayısıyla da MGK'nın ve askerlerin 'ulusal çıkar' kaygılarına katılmayanlar bunun gerekçelerini rasyonel bir şekilde açıklarlarsa, fikrimi değiştirmeye de hazırım. Ama ortada böyle bir çaba yok.
Ben olaya bu mercekten baktığımda örneğin Türkiye Cumhuriyeti'nin
Kuzey Irak'ta neden bir Kürt devleti veya oluşumu olmasına karşı olduğunu anlayabiliyorum.
Sevr Anlaşması'nın tekrar gündeme geleceğinden korkuluyor ve açıkça söylemek gerekirse dünyadaki Kürt kuruluşları bu korkuyu daha da ateşleyecek türde yayın yapıyorlar. Kıbrıs meselesinde de Türk devleti anlaşmaya gitmeme yolunda bir karar aldı, bunun da stratejik bir nedeni var, onun ne olduğu da Ada'da şu anda tek tartışılmayan meselenin İngiliz üssü olduğu hatırlanarak bulunabilir.
Yani İngilizler Ada'nın konumunun stratejik önemini tartışmasız kabul ediyorlarsa ve bu konuda geri adım atmıyorlarsa bizimkilerin de atmaması çok doğaldır diye düşünüyorum.
* * *
Bütün bu dediklerimden sonra mantıken şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya.
Nasıl ki ABD'de bir rejim değişikliğine gidildiyse yakında Türkiye'de de bir rejim değişikliği söz konusu olabilir.
Şöyle ki:
1- Dünyada hak, hukuk ve uluslararası meşruiyet arama ihtiyacı duymadan harekete geçen bir kaba gücün yanında bir tek Türkiye, o da objektif bazı nedenlerden dolayı fiilen durmak zorunda kaldı.
2- Kıbrıs konusunda taviz verilmeyecek, Kuzey Irak'taki oluşum konusunda taviz verilmeyecek. Bunlar resmi devlet tavrı. Ancak özellikle Kıbrıs meselesi bizi uluslararası arenada daha da tek başına bırakacak.
3- Görünen o ki, gelişmeler öyle işaret ediyor ki Türkiye önümüzdeki dönemde içine kapanma ve dış baskıları da sadece ABD ile yardımlaşarak çözme kararını almış durumda.
4- İçine kapanmaya hazırlanan Türkiye'de demokratik süreçlerin hayli yıpranması, yönetim krizi çıkması ihtimali çok büyüktür.
5- Dış siyaset krizi, ekonomik kriz ve iç yönetim krizi üst üste çakışınca demokratik süreçlere ara verilmesi mecburiyeti doğabilir. Ara rejimin ekonomik kriz ve iç yönetim krizini çözeceği kesindir. Diş siyaset krizinde ne olacağı meçhul olmakla birlikte ABD'nin 11 Eylül'den ve Pakistan'da yaşadıklarından sonra müttefiği
olan ülkelerde görünürde de olsa demokrasi ısrarından vazgeçmiş olduğu unutulmamalıdır.
Serdar Turgut/ Akşam)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:33