Gündem
  • 12.2.2003 11:46

TÜRK MİTOLOJİSİNİN UNUTULMAZ AŞKLARI...

DURSUN EKER İSTANBUL - Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ve Ferhat ile Şirin, tanımayan yoktur bu meşhur aşıkları... Onları unutulmaz kılan, aşk denen duyguyu en iyi yaşamaları, en iyi özümsemeleri, ama ne acıdır ki, bu dünyada vuslata erememeleriydi. İbret alınası sevdalılardan olan Leyla ile Mecnun'u hikaye eden, gerek nesir gerekse manzum şeklinde sayısız edebi eser yazıldı. Bu eserler Türk edebiyatına, Arapça ve de Farsça eserler ve şifahi rivayetler yoluyla girmiş, on beşinci asırda Ali Şir Nevai ve Şehidi tarafından manzum Türkçe olarak yazılmıştır. Bundan sonra 30 kadar şair de bu hikayeyi manzum olarak yazmışlardır. Bu eserlerden edebi değeri en çok olanı Fuzuli'nin 1535'te yazdığı Leyla ve Mecnun adlı mesnevisidir. Klasik Türk edebiyatının şaheseri olan bu mesnevi tarzı hikayede: ''Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir. Bu duruma kızan anne, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla'yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar. Mecnun'un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla'yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun'u çölde bulur. Halbuki o, çölde ahular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecazi aşktan ilahi aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leyla'yı tanımaz. Babası Mecnun'u iyileşmesi için Kabe'ye götürür. Duaların kabul olduğu bu yerde Mecnun, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahu Teala'ya dua eder: ''Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni.'' Duası neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leyla da aşk ıstırabı içindedir. O sırada Mecnun'un bu haline acıyan Nevfel isimli bir yiğit, Leyla'nın kabilesine savaş açarak, kızı zorla almayı ve Mecnun'a vermeyi düşünür. Fakat Mecnun, 'Leyla'nın kabilesi yenilmesin' diye dua eder. Her girdiği savaşı kazanan Nevfel, bu savaşta yenilir. Sonunda Leyla'yı zorla almaktan vazgeçer. Nevfel, sırf yiğitliğini kurtarmak için savaşı kazanır ve gider. Bir zaman sonra ailesi, Leyla'yı İbn-i Selam isimli zengin ve itibarlı birine verir. Ancak, Leyla kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selam'ı vuslatından uzak tutmayı başarır. Mecnun, çölde Leyla'nın evlendiğini arkadaşı Zeyd'den işitince çok üzülür. Leyla'ya acı bir sitem mektubu gönderir. Şu murabbayı söyler: ''Gayr ile her dem nedir seyr-i gülistan ettiğin; Bezm urup halvet kılıp yüz lütfu ihsan ettiğin, Ah bünyadın mürüvvet dir mi viran ettiğin, Hani a zalim bizimle ahd u peyman ettiğin.'' Leyla da durumunu bir mektupla Mecnun'a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Şu murabbayı da mektubuna ilave eder: ''Cüda senden, bela vü derd-i hicran ile duttum hu, Kılur her dem bana bidad, derd ayru, bela ayru. Bela vü derde düştüm, rüzgarım böyle, halim bu. Bu yetmez mi ki bir dert artırırsın derdime sen hem. Bir müddet sonra Mecnun'un ahı tutarak İbn-i Selam ölür. Leyla baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnun'u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnun, dünyadan elini eteğini çekmiş ilahi aşk yüzünden Leyla'nın maddi varlığını unutmuştur. Leyla, çölde Mecnun'u bulduğu halde, Mecnun onu tanımaz. Mecnun'un ilahi aşkta yükseliş makamını gösteren şu sözlerini, Leyla anlayışla karşılar: ''Ger, men men isem, nesin sen ey yar, Ger sen sen isen, neyem ben ey yar.'' Leyla onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnun, Leyla'nın ölüm haberini Zeyd'den öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler: ''Ya Rab mana cism ü can gerekmez Canansuz cihan gerekmez.'' der ve meşhur: ''Yandı canum hecr ile vasl-ı kuy-ı yar isterem Derd-mend-i furkatem derman-ı didar isterem.'' matlalı gazelini okur. Kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnun'un sadık arkadaşı Zeyd, rüyasında, cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. ''Bunlar kimdir?'' diye sorunca, derler ki: ''Bunlar Mecnun ile onun vefalı sevgilisi Leyla'dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.'' ASLI İLE KEREM Meşhur ''Kerem ile Aslı'' hikayesinin kahramanı olarak tanınan Kerem'in, 16. yüzyıl aşıklarından olduğu bilinmektedir. Hikayeye göre, Kerem İsfahan şahının oğludur. Şahın hazinedarı Ermeni keşişin kızı Aslı'ya aşık olur. Bir Müslüman kızını vermek istemeyen keşiş kızını alır, kaçar. Kerem peşlerine düşer, şehir şehir, köy köy onları takip eder. Nihayet bütün engeller ortadan kalkar. Evlendikleri gece, keşişin yaptığı sihirle Aslı'nın gerdek gömleği bir türlü açılmaz. Kerem sabaha kadar gömleği çıkarmaya çalışır, başaramaz. Sonunda içinden gelen bir ateşle tutuşup yanar, kül olur. Külleri süpürmeye uğraşan Aslı da tutuşarak yanar. ''Ala gözlerine kurban olduğum Hep senin derdinden yanar ağlarım Kime arzedeyim garip halimi Ellerin yanında giermeyi düşünür. Fakat Mecnun, 'Leyla'nın kabilesiörür ağlarım Benden kaçar sevdiğim, gayrden kaçmaz Dahi pek küçüktür, aşıkın bilmez Yalvarsam Mevla'ya dileğim geçmez Yüzümü yerlere sürer ağlarım Yine düştü ayrılık vücut şehrine Yürek mi dayanır dilber cevrine Sürülünce insan mahşer yerine Hak'kın divanına durur ağlarım Kerem der bu firkatla yanarsam Tükenir ömrümüz bir gün ölürsem Bu hasretle kıyamete kalırsam Kefenim boynuma sarar ağlarım Çiçekler İçinde Çiçekler İçinde Menevşe Baştır Güzeli Gösteren Göz İle Kaştır Gurbete Gidiyom Mektup Ulaştır Mektup İle Konuşalım Bir Zeman Şu Dünyada Üç Nesneden Korkarım Biri Gurbet Bir Ayrılık Bir Ölüm Hiç Birinden Hasta Gönül Şen Değil Biri Gurbet Bir Ayrılık Bir Ölüm Kerem Der ki Dağ Üstüne Dağ Olmaz Ah Çekenin Yüreğinde Yağ Olmaz Elin Kızı Gelip Sana Yar Olamaz Varıp Kapısına Kul Olmayınca FERHAT İLE ŞİRİN Doğuda Ferhat Dağı, batıda Kırklar Dağı, ikisinin arasından Yeşilırmak, yeşil yeşil süzülür, gider. Yamaçlarda Amasya'nın birbirinden güzel evleri. Buradaki dağa adını veren Ferhat, hepinizin bildiği ''Ferhat - Şirin'' hikayesinin kahramanıdır. Ferhat'ın da bir yüreği vardır. Bu yürek alev alev Şirin için yanmaktadır. Amasya beyinin güzel kızı Şirin, onun yüreğini ateşlemiş, bu ateş bir yangın olmuş. Gel gör ki beyin bir şartı var, kimseler yerine getiremez. Bey demiş bir kere: ''Dağın ötesindeki suyu şehre akıtacak yiğite vereceğim kızım Şirin'i...'' Tek başına koca bir dağ yarılır mı? Yarılır. Ferhat gibi aşık olan yarar bu dağı. Bu aşk dağı da yarar, göğü de yere indirir. Almış balyozu eline Ferhat, çıkmış Şahinkaya'ya. Vurdukça ferahlamış, taşlar bileklerinde erimiş. Kocaman kayalar küçülmüş, Yeşilırmak akmış, Kaynar Havuz akmış Amasya'ya. Ferhat'ın alın teri gibi akmış sular şehre. Böylece iş bitmiş, Şirin'ine kavuşmuş mu? Hayır. Kötülükler onu da bulmuş. Şirin'in öldüğü haberini vermişler, suların şehre doğru çağıldadığı gün. Bağrındaki yangını bu sular söndüremez. Atmış havaya elindeki kırk okkalık demir külüngü, düşürmüş başı üzerine. Hemen orada can vermiş Ferhatcık. Bu acıklı olay unutulur mu hiç? Amasyalılar bu dağa Ferhat demiş, onun dağ gibi derdiyle dertlenmişler yıllarca. ATÇALI KEL MEHMET Osmanlılar devrinde Aydın, sık sık eşkıya baskınlarına da sahne olur. Bu baskınlar, çeşitli söylentilerle süslenir, kahramanları halkın dilinde destanlaşır. 1660 yılındaki Sivribölük, 1738 yılında Sarıbeyoğlu, 1818 yılında Atçalı Kel Mehmed bunlar arasındadır. Sonuncusu olan Atçalı Kel Mehmed'in macerası, romanlara, tiyatro eserlerine konu olmuştur. Atçalı Kel Mehmed, Aydın'ın Arpaz beylerinin yanında kır bekçisidir. Hayatında, yaşlı bir anasından başka kimsesi olmayan, fakir, çelimsiz Mehmed'in de bir yüreği vardır. Bu yürek, bey kızının aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Bir gün bu ateşe dayanamayan Mehmed, anasını Arpaz Beyine göndererek kızgiermeyi düşünür. Fakat Mecnun, 'Leyla'nın kabilesiını istetir. 'Biz çobana kız vermeyiz' diyerek, yaşlı anayı kapıdan çevirirler. Mehmed, bunun üzerine, bir fırsatını bularak kızı dağa kaldırır. Çevresine, gözü pek kızanlar toplanır, bir süre dağlarda yaşar. Sonunda Aydın Hükümet konağını basar, ''Hademe-i devlet, Atçalı Kel Mehmed'' diye bir mühür kazdırarak, idareyi ele alır. Alır ama, bu saltanat çok sürmez, hükümet kuvvetleri gelir, Atçalı'yı yakalayarak idam ederler. KRALIN KIZINI SÜRDÜĞÜ YER: GİRESUN ADASI Doğu Karadeniz'in tek adası olan ve Kalebayır'dan 4 kilometre kadar kuzey doğuda bulunan, eskilerin Aretios dedikleri Giresun adası da aşk efsaneleriyle doludur. Dediklerine göre, binlerce yıl önce, Giresun'da yaşayan krallardan birinin, genç ve güzel bir kızı varmış. Kız, gelinlik çağına basınca, komşu krallardan dünür üstüne dünür gelmeye başlamış. Kız, kim olursa olsun, gelenlere ''hayır'' diyor, başka bir şey demiyormuş. Onun yüreği, Giresun Kal'asının eteğinde, koyunlarını otlatan yağız benizli bir çoban için çarpıyormuş. Gönül bu ya, ferman dinlemez, çoban, yamaçtan kavalını üflediği zaman, kızcağız pencereye koşar, hem dinler, hem ağlarmış, bu umutsuz aşkı için. Gel zaman, git zaman çobanın gönlü de kral kızına düşmüş. Bu yakıcı aşk, aylarca sürmüş. Kızın, gelen dünürlere ''Hayır'' cevabı üzerine, kral, sormuş, soruşturmuş, sonunda meseleyi anlamış. Küplere binen kral, kızını, Giresun'un karşısındaki bu adaya sürmüş, buradaki manastıra kapatmış. Çobanı da yakalatarak, manastırın karşısındaki yaşlı bir çınarın dallarına astırmış. Ertesi gün de, kızın cesedini, manastırın kulesinde sallanır bulmuşlar. BİR KÖPRÜYE BİR KIZ Cilo dağlarında yaban keçisi avına çıkan bir avcı, şu dağ senin, bu vadi benim derken, uçuruma yuvarlanmış. Onu, Zap suyunun kıyısında baygın bulmuş, bir zomaya getirip yaralarını sarmışlar. Avcı gözlerini açtığı zaman, karşısında saçları püskül püskül örgülü, gümüş tepelikli bir zoma güzeli bulmuş. Delikanlı bir gün, iki gün, beş gün derken gönlünü kaptırmış zoma güzeline. Sonunda, kızı babasından istemeye karar vermiş. Babası: ''Zap suyuna bir köprü yaptır, kızı al götür, deyip kesmiş.2 Delikanlı çaresiz boyun eğmiş. Başlamış köprüyü çatmaya. Aylar sonra köprü tamamlanmış. Delikanlı, kızın babasına haber salmış: ''Gelsin, köprüden geçsin. Beğenirse kızını versin.'' Tüm Zoma halkı köprünün başına gelmişler. Gerçekten de köprü iki vadiyi birbirine bağlıyor, altından şırıl şırıl Zap suyu akıyor. Önce şaşırmışlar: ''Bu iş şeytan işi. Biz bu köprüden geçmeyiz, diye diretecek olmuşlar.'' Bu sırada kız, köprünün öte başında bekleyen delikanlıya: Şeytan sandılar seni, Geliyorum götür beni. Diyerek, geçmiş köprüyü, atlamış yiğidinin terkisine. Onlar ermiş muradına... YÖRÜK KIZIN HİKAYESİ Bahar geldi mi Maraş yaylaları kekik kokar. Ahırdağı'nakın eteklerinde, yürük çadırları küme kümedir. Maraşlı bir genç, bir gün Ahırdaiermeyi düşünür. Fakat Mecnun, 'Leyla'nın kabilesiğı'nda avlanırken, nasılsa ayağı kayar, uçuruma yuvarlanır. Gözlerini, renk renk kilimlerle döşeli bir çadırda açar. Karşısında, büklüm büklüm saçları omuzlarına dökülmüş, kara gözlü, onbeşinde bir yürük dilberi durmaktadır. Genç, yaralandığını, baygın durumdayken bu kızın kendisini çadırına sürüklediğini öğrenir. Akşama doğru kızın babası gelir, gencin kırık bacağını sarar, çadıra yatırırlar. Beş gün, on gün derken, iyi olur, ayağa kalkar oğlan... Ne var ki dönemez Maraş'a. Gönülcüğü yürük kızının kara gözlerine çivilenip kalmıştır. Beş on adım atar, biraz ilerler, olmaz. Döner çadıra, kızın babasına açar derdini: ''Ben asıl şimdi yaralandım, bu yara başka yara... Gönül yarası bu. İlacı yok ama, çaresi sizin elinizde... N'olur, yaraların en ağırı, gönül yarama çare olun...'' Babası, oğlanı tepeden tırnağa şöyle bir süzer. Yakışıklı, güçlü, bir genç... Şöyle der: ''Bak oğlum, bizde yiğitlik şarttır. Seni denemeden kızımı veremem. Üstelik kızımı isteyen başka bir babayiğit daha var. Onunla karşı karşıya, erkekçe dövüşürsün. Yenersen, gelir, kızımı alır, gidersin. Yenilirsen, bir daha buralara yolun düşmesin. İstiyorsan, yarın şafakla birlik, Ahırdağı'nın öte yamacındaki pınarın başında hazır ol.'' Oğlan, yüreğinin tüm atışıyla ''Hazırım'' der. Ertesi sabah, şafakta, silahlarını kuşanır, atına atlar, pınarın başına gelir. Derken, karşıdan, dört-nal, karalara bürünmüş, yüzü maskeli yaman yiğit. Bir ara oğlanın üzerine kartal gibi atılır, ikisi birden yere yuvarlanırlar. Yerde, alt-alta üst- üste kıyasıya bir dövüş başlar. Oğlan bir fırsatını bulur, maskeli süvarinin kemerini yakalayarak havaya kaldırır, kaldırır ve yere çalar, üzerine çöker. Hançerini çıkarıp vuracağı sırada, alttaki maskesini sıyırıverir. Bir de ne görsün, deminden beri vuruştuğu yiğit, sevgilisi yürük kızıdır. Eli havada kalır, olduğu yere yığılıverir zavallı... Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:20

İLGİLİ HABERLER