UFUK GÜLDEMİR, MİNE G. KIRIKKANAT'A CEVAP HAKKI VERMEDİ
KAYNAK : Haber Vitrini
Radikal Yazarı Mine G. Kırıkkanat dünkü yazısında ( 31 Mart 2002 ) Haberturk TV'de Ufuk Güldemir'in kendisine uyguladığı sansür girişimini anlattı. "Türkiye'nin en özgür kanalı" diye kendini lanse eden Haberturk, diğer kanallarda bile kolay kolay görülmeyecek bir biçimde Kırıkkanat'a söz hakkı vermedi. Güldemir'le yaptığı telefon konuşmasını da aktaran Kırıkkanat, Güldemir'in kendisine "Sen benden nefret edersin, hakkımda ne düşündüğünü biliyorum. Dolayısıyla bu olayda, bu televizyona başından beri destek olan Fatih Altaylı'nın arkasındayım, sana cevap hakkı yok!" dediğini yazdı.
Geçtiğimiz hafta Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök "Türk Basını'nda Yakup Cemiller var mı?" şeklindeki sorusundan sonra çeşitli gazetelerde köşe sahibi olan çoğu gazeteci bu soruya balıklamasına atladı. Soruyu ortaya atan Özkök her zamanki yaptığını yaptı ve köşesine çekilip tartışmayı sessiz sedasız izledi.
Haberturk TV'ye konuk olarak çağrılan Fatih Altaylı'ya Özkök'ün bu sorusu soruldu. Altaylı ise Radikal Gazetesi yazarı Mine G. Kırıkkanat'ın ismini açıkça söyleyerek "Mine Kırıkkanat geçenlerde bir yazısında (tam olarak 20 Mart'ta) TSK'ya inanılmaz hakaretler etti, TSK'yı karaladı, aşağıladı, işte o Yakup Cemil'dir." dedi.
Bu itham üzerine söz hakkını kullanmak isteyen Kırıkkanat, Ufuk Güldemir'le bir telefon görüşmesi yaparak cevap hakkını kullanmak istedi. Ancak Güldemir'den red cevabı aldı. Kırıkkanat Radikal'de yayınlanan dünkü yazısında aralarında geçen telefon konuşmasının ayrıntılarını şöyle anlattı.
"Ben Yakup Cemil nedir, bilmem. Ama hemen anladım. Fatih Altaylı'yı tarif gerekmez. İhbar ediliyordum, asli bir Yakup Cemil tarafından, birilerine. Ama benim Susurluk'tan emekli generalleri hedef aldığım yazıya kurulan ve hiç hedef almadığım bir kurumu, TSK'yı içine çeken komplonun genişliğini kavramamıştım. Hani demokrasiyiz falan diyoruz ya, haberi veren televizyonun yöneticisini aradım: Ufuk Güldemir. 'Cevap hakkı istiyorum,' dedim. Güldü. 'Sen benden nefret edersin, hakkımda ne düşündüğünü biliyorum. Dolayısıyla bu olayda, bu televizyona başından beri destek olan Fatih Altaylı'nın arkasındayım, sana cevap hakkı yok!' Haklıydı. Kendisinden nefret ederim. Ve anlamakla yetinmeyip, yaratılan olay ve atılan iftiranın varacağı noktayı kavradım."
Mine G. Kırıkkanat'ın yazısının tamamı:
Bir fotoğrafı karşıma alıp konuştum dün gece. Daha doğrusu, cumartesi sabaha karşı. Siyah beyaz, güzel bir fotoğraf. Kayseri'de çekilmiş. Dört yaşımda, babamın kucağındayım.
O çok mutlu. Ben biraz tedirgin, şımartılmaya ve fotoğraf makinelerine alışık değilim. "Babacığım," dedim onun resmine ağlayarak, "Beni vatan haini ilan ettiler
bir televizyonda. Senin umutlarını ve ideallerini miras bıraktığın çocuğunu, kızı olmasından iftihar eden bir cumhuriyet subayının; 'erkek' egemen bir dünyada dişe diş göze göz ZEKÂ mücadelesinde yenildiler ve bildik ayak oyunlarıyla, yemeye çalışıyorlar. Kimi ERKEK'ler. Tuzak hazır, düşersem işim bitik. İstiyorlar ki, vatan haini olmadığımı yalvararak kanıtlayayım. Beni yanlış anladınız, diyen acınası bir tiradla başlayayım, sonra üstüme çullansınlar, öylesin, değilim, tartışmasında onların aşağılık düzeyine ineyim, muhatap olayım ve sırtıma binerek eğsinler. Başımı. Oysa sen o başı eğmemeyi öğrettin bana. Her şey, elbette ki bir yazıyla başladı. Silahım hiç olmadı ki çekeyim. Korumalarım yok. Şeriatçıların ve faşistlerin ölüm tehditlerine rağmen istemedim. Zaten arabam da yok ki, korumalarım olsun. Yaya gezecek değiller ya. Yalnızca sözüm var benim. Ve o çıplak ve korunaksız sözlerim yüzünden, nedense
kılıçtan keskinmişler galiba; korumaların
açtığı sivil araba kapılarından inerken
sağa sola bakınarak görünüşte sivil ceketlerini ilikleyen, tabanca taşıyarak konuşan sivil adamlar üstüme geldiler. Demiştim ki yazımda, 'Demek sizsiniz...' Ve tüm toplumun, daha doğrusu toplumdan arta kalan tüm sağduyulu insanların iğrendiği, çünkü adalet tarafından mahkûm olmuş Susurluk suçlularını 'kahraman' ilan ederek, kesinleşmiş adli bir karara karşı suç işleyen bir takım emekli generalleri, itiraf ederim ki yenilmez yutulmaz sözcüklerle eleştirmiştim. Eleştirmiştim diyorum, çünkü sözcükler dövmez, işkence etmez, öldürmez.
Ve bir Fatih Altaylı var, sen tanımazsın
yeni çıktı onun gibiler, habertürk mü, türkhaber mi, çok yakışıyor kendisine ismi, öyle bir televizyonda göründü, ana haber saati diğerlerinden daha önceydi, tesadüfen seyrediyordum; benimle hiç ilgisi olmayan bir konuda, Yakup Cemil mi Demirel'in şapkasından çıktı ya da tersi derken, lafı dolandırdı, bağlantı bile kuramadan: 'Örneğin,' dedi, 'Mine Kırıkkanat geçenlerde bir yazısında (tam olarak 20 Mart'ta) TSK'ya inanılmaz hakaretler etti, TSK'yı karaladı, aşağıladı, işte o Yakup Cemil'dir."
Ben Yakup Cemil nedir, bilmem. Ama
hemen anladım. Fatih Altaylı'yı tarif gerekmez. İhbar ediliyordum, asli bir Yakup Cemil tarafından, birilerine. Ama benim Susurluk'tan emekli generalleri hedef aldığım yazıya kurulan ve hiç hedef almadığım bir kurumu, TSK'yı içine çeken komplonun genişliğini kavramamıştım. Hani demokrasiyiz falan diyoruz ya, haberi veren televizyonun yöneticisini aradım: Ufuk Güldemir. 'Cevap hakkı istiyorum,' dedim. Güldü. 'Sen benden nefret edersin, hakkımda ne düşündüğünü biliyorum. Dolayısıyla bu olayda, bu televizyona başından beri destek olan Fatih Altaylı'nın arkasındayım, sana cevap hakkı yok!'
Haklıydı. Kendisinden nefret ederim.
Ve anlamakla yetinmeyip, yaratılan olay ve atılan iftiranın varacağı noktayı kavradım.
Onun bunun köpekbalıklarıyla dövüşmeyeceğim, babacığım. Ben de senin gibi, köpekbalıklarına yenilmeyecek bir yunus,
belki ileride senin olamadığın balina olacağım. Beni çekmek istedikleri bulanık sulardan çekiliyorum. Onların kan, irin ve ihanet sularında çırpınmayacağım onlarla.
Çünkü beni sevenleri korumak zorundayım.
Beni okurlarımla buluşturan Mehmet Y. Yılmaz'a; sevdiğim gazeteyi ve dürüst ve ahlaklı desteğini asla ardımdan eksik etmeyen İsmet Berkan'a minnet borcum var.
İftiralara sırtımı dönüp, yoluma devam edeceğim. Silahsız, korumasız, tek başına, bir kadın kararlılığıyla. Beni karalayanların asla karar veremeyeceği bir yalnızlıkta aldım devam kararını. Ama gerçekten yalnız mıyım? İşte artık, bunu görmek istiyorum, bunu görmeye ihtiyacım var, babacığım. Belki de...
Belki de Adnan Menderes'in, Deniz Gezmiş
ve arkadaşlarının asılmasına seyirci kalan;
Uğur Mumcu'ya diriyken değil, öldükten sonra sahip çıkan bu halkın içinden, okurlarım sahip çıkarlar bana, henüz işim bitirilmemişken.
Bir kez, ilk kez onlar belirleyici olurlar
belki de.
Boynum kıldan ince ya da... Bu ölünesi
ülkenin namusu kadar kalın.
Aydınlık ve dürüst yarınlara ya onlarla varamayacaklar, ya da ince, ama dik
başlara sahip çıkacaklar ve belki bir gün... Değişecek Türkiye.
Biliyor musun babacığım, aksi olursa, zaten değmez bulanık sularda bunca mücadeleye.
İstanbul'a geldim, yazıyorum ve Radikal okurlarının desteğini bekliyorum.
Eğer köpekbalıkları kazanırsa...
Ben ekmeğimi dünya denizlerinden de çıkarırım, onları ER GEÇ berrak sularda avlarım, merak etme."
(Dorduncukuvvetmedya)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 16:08