YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI OK: SİYASAL GÜCÜN SONSUZ YETKİSİ YOKTUR
Başsavcı Ok, ''Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Onur Günü'' dolayısıyla Yargıtay Konferans Salonu'nda düzenlenen ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya, eski Yargıtay Cumhuriyet başsavcıları, Danıştay Başsavcısı Harun Çetintemel, Yargıtay üyeleri ve Yargıtay Cumhuriyet savcılarının katıldığı törende konuşma yaptı.
Yüklendiği görevlerin Yargıtay'la sınırlı olmayıp, tüm ülke ve insanları ilgilendirmesi karşısında, ifa etmekte olduğu görevlerle isminin uyumunu sağlamak için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın adındaki ''Yargıtay'' sözcüğünün yerine ''Türkiye Cumhuriyeti'' sözcüklerine yer verilmesinin zorunlu hale geldiğini kaydeden Ok, gerçekte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, ülke başsavcılığı işlevini yerine getirdiğini belirtti.
Hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde ve çoğu devletlerde ülke başsavcılıkları mevcut olduğu gibi, AB Başsavcılığı kurulması çalışmalarının hızla ilerlediğini ifade eden Ok, ''Bu başsavcılıklara muhatap olacak ülke başsavcılığı boşluğu, ancak başsavcılığımızın, Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı olarak Anayasa'da bağımsız bir kuruluş olarak yer verilmesiyle doldurulabilir'' dedi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın anayasal bağımsız bir kuruluş olarak ''ülke başsavcılığı'' kimliğine dönüştürülmesini zorunlu kılan çok önemli adli görevler ve gelişmelerin de mevcut olduğunu anlatan Ok, DGM'lerin kaldırılmasıyla, devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlar ve örgütlü suçlar ile ülkenin bütünü veya birkaç bölgesini ilgilendiren terör suçlarında eşgüdüm sağlama ihtiyacının daha da arttığını ve acil hale geldiğini bildirdi.
Ok, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğunu, bunun, hukukun üstünlüğünün kabul gördüğü çağdaş ve uygar bir yapı ve anlayış olduğunu kaydetti.
''SİYASAL GÜCÜN YETKİ VE HAKİMİYETİ''
''Cumhuriyetimizin temel nitelikleri arasında gösterilen bu yapının değiştirilmesi şöyle dursun, teklifi dahi yapılamaz'' diyen Başsavcı Ok, ''Siyasal gücün, ülke yönetiminde sonsuz yetki ve hakimiyeti olmayıp, birey gibi, ulusal ve evrensel hukuk kurallarına uyma zorunlulukları vardır. Siyasal gücün iktidarının, hukuk kurallarıyla sınırlandırılması anlayışının kabulü, hukuk devleti ilkesinin temel koşuludur. Bu ilkenin en önemli ve belirgin özelliğini, hukukun üstünlüğünün göstergesi olan yargı bağımsızlığı ve denetimi oluşturmaktadır'' dedi.
Türkiye'de yargı bağımsızlığı ve hakim güvencesi, bunlarla bağlantılı hakimlerin özlük haklarının hiç gündemden düşmediğini ifade eden Ok, şunları kaydetti:
''Artık bu konuların gündemden düşürülmesinde zorunluluk vardır. Her adli yıl konuşmasında, yargı ve adaletin konuşulduğu her toplantıda, bunlara yankı uyandıracak önem ve ağırlıkta değinilmesine, öneriler sunulmasına, bunların haklılığı siyasal iktidarlar dahil herkes tarafından kabul edilmesine rağmen, bugüne kadar gereği tam olarak yerine getirilmemiştir.
Yargı bağımsızlığı; Cumhuriyet, demokratik rejim, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler yanında, siyasal güç ve iktidarların da en önemli güvencesidir. Hatta, devleti oluşturan diğer iki temel erkin, bir yönüyle meşruluk kaynağı olduğu da söylenebilir.'' Yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanabilmesi için Anayasa'nın 140, 144 ve 159. maddelerinde değişiklik yapılmasını isteyen Ok, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK), hakim güvencesinin, bir yere kadar da yargı bağımsızlığının teminatı olduğunu kaydetti. Ok, şöyle devam etti:
''Öyle de olması gerekir. Yüklendiği ağır ve çok önemli, o derece de saygın ve onurlu görev, bunları sağlamaya yöneliktir. Yüksek kurulun hakim güvencesi ve yargı bağımsızlığını sağlamada başarısının derecesi hep tartışma konusu olmuştur. Ortak kanı, yüksek kurulun hakim güvencesini tam ve beklenen düzeyde sağlayabilmesi için konuya daha fazla duyarlılıkla yaklaşması gereğidir. Sistem ve işleyişinden kaynaklanan nedenler yanında, kişisel zaaf ve duyarsızlıklar bunda en önemli etkendir.
Yüksek kurulun oluşumunda Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı'na yer verilmesi eleştirilebilir, eleştirilmektedir de. Ama tek neden olarak görmek yanıltıcıdır. Yedi kişiden oluşan ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar alan yüksek kurulun Yargıtay ve Danıştay'dan seçilen, tam bağımsız ve güvenceli beş yüksek yargıcının olumsuz etkilemelere karşı ortak tavır alamama ve dirençte yetersiz kalması düşünülemez.'' HSYK'nın başarısının derecesinin, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay dahil tüm yargının başarısının göstergesi olacağını ifade eden Ok, HSYK'ya üye olmak için asgari yaş sınırının 60 olması ve üyelikten sonra 5 yıl başka bir göreve aday olma yasağı gibi öneriler bulunduğunu kaydetti.
NEŞTER SORUŞTURMASI
''Adı bile bizi derinden üzen ''2. Neşter Soruşturması''nda sayıları çok az da olsa, yargı mensuplarına yönelik suçlamaların, saygın bir kurum olan yargıyı lekelemediği düşünülemez'' diyen Ok, şunları kaydetti:
''Yargının, hak etmediği bu lekeden kısa zamanda arınması gerekmektedir. Soruşturma ve yargılama, zaman alıcı bir süreçtir. Bu yönüyle olayın gündemden düşmesi, en azından kamuoyunun ilgisinin azalması tehlikesi mevcuttur. Ancak bu olay, basın tarafından dikkat ve merakla izlendiği gibi, bizzat yargı mensupları tarafından da takip edilmektedir. Zihinlerde oluşan soruşturmanın üzerinin örtüleceğine yönelik kuşkuların yersiz olduğu görülecektir.
Eminim, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nda, bir üyenin bile dava açılması yönündeki görüşü değerlendirilecek ve karşı çıkılmayacaktır. Kaldı ki, iddia ve suçlamaların odağında bulunan ve bunların altında ezilenlerden bile haklarında dava açılması taleplerini saygın davranış örnekleri olarak görüyorum. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, bu saygın davranışlara soylu bir yanıt vermeli; suçlamaların hedefinde olan, adları geçip kendilerini zan altında hissedenlerin hepsine, adil ve açık yargılamada aklanma ve onurlu yargı mensubu olduklarını belgeleme olanağını vermelidir.
Ancak şu hususa önemle işaret etmek isterim: Yargılamadan ne mahkum etmeli, ne de beraat ettirilmelidir. Kişilerin; aykırı, hoş görülmeyecek söz ve eylemlerinden dolayı kurumlar suçlanmamalı, kötü gösterilmemelidir. Kurumlar, bir veya daha fazla kişilerle özdeş değildir. Ancak, yargı mensubu olmanın özel konumu ve sorumluluğu hiç unutulmamalıdır. Hakim kimliği, mesleki belli düşünce ve etiğe bağlı davranış kalıpları ve karakterin bütünü; sonuçta onurudur. Bu kimliği onurlu bir şekilde taşımak, kıskançlıkla korumak ve geliştirmek her kademedeki yargı mensubunun görevidir.'' Hakimlerin isteyen, dileyen olmaktan çıkarılması gerektiğine de işaret eden Ok, ''Hakim, (nasıl geçinirim)i değil, sadece adaleti düşünmelidir'' dedi.
''DEMOKRASİ, UZLAŞMA REJİMİDİR''
Anayasa'nın başlangıç ve değiştirilemeyecek hükümlerini anımsatan Ok, şöyle devam etti:
''Milli iradeyi temsil eden TBMM, ulusal Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne meşruiyetin temel kaynağı olmuştur. Özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı demokrasimizin yüce ve saygın bir kurumudur; ulus adına yasama yetkisini kullanır. Bu yetki mutlak olarak yüce meclise aittir. Bunun anayasal sınırları olduğu gibi, demokratik anlayış ve gelenekler, toplumsal barış ve denge, uzlaşı gibi etmenler olumlu yönde gözetilmelidir. Demokratik toplum yaşamı da bunu zorunlu kılar. İç barış ortamını yaşatmada, toplumsal uzlaşmanın önemine değinmeye gerek görmüyorum. Demokrasinin uzlaşma rejimi olduğu bilinmektedir. Bu rejimde, tartışma ve eleştiriden vazgeçilemez. Her kurum ve kişi buna katkı yapmalıdır. Kavga ise sistemin doğasında yer almamıştır. İstekler makul ve haklı ise mutlaka gereği yapılmalıdır. Toplumun geleceğini tehlikeye düşürecek, çağı takipten alıkoyacak isteklere ve eğilimlere karşı da demokratik tepki konulması, her kişi ve kurumun görevidir. Sorunların çözümünde, gerginliklerin aşılmasında, demokratik tavır asıldır. Kavga etsek de, demokratik rejime dokunulamaz. Milli iradenin, her istediğini yapma, her şeyi kontrol etme yetkisini vermediği de kabul edilmelidir.
Demokraside bildiğini yapmak değil, genel kabul görmüş doğruları yapmak esastır. Demokrasi, özgür düşünce ve özgür tartışma ortamını sağlayan yegane sistemdir, üstünlüğü de buradan gelmektedir.''
''ÜLKEMİZDE REJİM SORUNU YOKTUR''
''Ülkemizde rejim sorunu yoktur. Güçlenme ortamı bulan kökten dinci küçük bir radikal kesimin hevesleri görmezlikten gelinemez'' diyen Başsavcı Ok, şunları kaydetti:
''Bu kesime cesaret verilmemeli, etkilerinin en aza indirilmesinin tedbirleri alınmalı, Arap ve İran toplum ve rejimi yapıları hayranlığına karşı demokrasinin cazibesi, insanlık idealleri ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliği öne çıkarılmalıdır. Demokrasinin yegane politik model olduğu işlenmelidir. Yakın gelecekte devlete ve topluma tek bir düşünce ve zihniyetin hakim olmasını sağlayacak kadroların yetiştirilmesi amacına yönelik olduğu herkes tarafından bilinen girişimde ısrar edilmemelidir. Aydınlık Türkiye ve çağdaş uygarlık hedefinden vazgeçilemez. İnsanımızın asıl sorunu; işsizlik, yoksulluk, radikal kesimi de besleyen bağnazlık ve cehalet ve her alanda sorumsuzluktur.
Demokrasi standardında çağdaş çizgiyi yakalayan ülkemizde tüm enerji, bu sorunları çözmeye yöneltilmelidir. Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti, toplumun her kesimi için güvencedir. Rejime sahip çıkmak, bugün ve ileride karşılaşabileceği tehlikeleri şimdiden görmek, tedbirlerini almak hepimizin görevidir.''
YARGININ SİYASALLAŞMASI
Ok, yargının siyasallaşmasına yönelik gerek içeriden, gerek dışarıdan ve gerekse ortak her türlü girişimlere bugün de yarın da karşı çıkılması gerektiğini vurgulayarak, ''Siyaset ve adalet ayrı alanlar ve değerlerdir. Bir arada bulunamazlar. Bulunursa adaleti desteğine, hatta yönetimine alan siyasi gücün totaliter eğilimi kaçınılmaz sonuç olur. Dahası adalet yok olur'' diye konuştu. Anayasa Mahkemesi'nin yapısında değişiklik öngören ve mahkeme tarafından hazırlanan Anayasa değişikliği taslağına ilişkin endişelerini yineleyen Ok, ''Anayasa Mahkemesi'ne ilişkin Anayasa değişikliği önerisinin yüce mahkemeyi siyasallaştıracağı ortak kanısının, Anayasa Mahkemesi tarafından da kabul görmesi bizce beklenen isabetli bir yaklaşım olmuştur'' dedi.
Bireysel başvuru, diğer adıyla Anayasa şikayeti hakkının tanınması projesiyle gündeme gelen Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapılandırılmasında önerilen modelin, daha uzun bir süre tartışılmaya ihtiyacı bulunduğunu kaydeden Ok, Anayasa Mahkemesi'ne 2002 yılında 171, 2003 yılında 113 iş geldiğini, Türkiye'de bu yolun açılması halinde başvuru sayısında patlama olacağının kesin olduğunu ifade etti.
Ok, Anayasa Mahkemesi'nin öz görevine sahip çıkması, yüksek mahkemeler arasında sıkıntı yaşanmaması için bireysel başvuru ile ilgili öneri de bulundu. Ok'un bu konuya ilişkin önerisi şöyle:
''Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile Anayasa Mahkemesi yedek üyelerinden yeterli sayıda yüksek yargıcın yan görevli olarak görev alacağı, karma bünyeli özgün bir mahkeme oluşturulması düşünülmelidir. Böylece hukukun değişik alanlarındaki zengin bilgi ve deney birikiminin çok yararlı biçimde organizesi sağlanmış, yüksek mahkemeler arasında sıkıntı yanında, bahsettiğimiz sakıncalar giderilmiş, öngörülen amaca uygun düşen birey ve kamu vicdanında onay, yargı mercilerinde saygı gören isabetli kararlara ulaşılmış olacaktır. Bu önerimizin kamuoyunda ve parlamentoda ciddiyetle tartışılacağını umuyorum.'' Ok, yasama dokunulmazlığının Anayasa'nın 76. maddesinde sayılan suçlarla sınırlandırılmasını isteyerek, bu konuda yapılacak Anayasa değişikliğinde yürürlük tarihinin ayrıca belirlenmesi halinde uzlaşma sağlanabileceğini söyledi.
Yüce Divan'ın, Anayasa Mahkemesi bünyesinde kalması veya Yargıtay'a verilmesi konusunun dün olduğu gibi bugün de tartışıldığını anlatan Ok, şunları kaydetti:
''Bu tartışmaların sona erdirilmesi gerekmektedir. Yüce Divan'ın Anayasa Mahkemesi'nden alınıp Yargıtay'a verilmesini savunanların, Anayasa Mahkemesi'ne ceza hukukçusunun hiç, ya da yeterli sayıda seçilmemesi olasılığına yönelik kaygı ve eleştirilerinin haklılığının kabulü gerekir. Önerimiz: Yüce Divan'ın Anayasa Mahkemesi çatısı altında kalmasının tercih edilmesi halinde, ceza hukukçusu açığının giderilmesi için yeterli sayıda, en az altı Yargıtay Ceza Dairesi Başkanı'nın Yüce Divan'a katılmasının sağlanmasıdır. Bu öneriye karşı çıkılacağını sanmıyorum. Mahkeme oluşturulmasında önemli olan yargılanacaklara hukukun güvenini vermektir. Ceza yargılaması yapacak Yüce Divan'da bu, ancak ceza hukukçularının çoğunluğu oluşturmasıyla sağlanabilir.''
YOLSUZLUKLAR
Türkiye'nin önünü tıkayan, geleceğini karartan, insanları yoksul ve mutsuz yapan, devletine karşı güvensizliğe yol açan olumsuzlukların başında organize yolsuzlukların yer aldığını vurgulayan Ok, ''Temiz toplum için yolsuzlukları önleme öncelikli alandır. Bu alanda ilk tedbir hesap sormanın yasal temelini oluşturmaktır. Hesap sorma yetkiniz yoksa, hesap almanız da mümkün değildir. Yolsuzluklara karşı siyasetçinin konumu, bakışı ve duruşu son derece önemlidir. Zira yasal tedbir tekeli onlardadır'' diye konuştu.
Yolsuzluklara karşı siyasetçinin konumu, bakışı ve duruşunun son derece önemli olduğunu ifade eden Ok, ''Zira yasal tedbir tekeli onlardadır'' dedi.
Ok, ''Yolsuzlukların ve bu amaca yönelik organizasyonların içinde olunmasa da kamu kurumlarının, bu kapsamda yargının yolsuzlukların üzerine etkin bir şekilde gitmesini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılmaması siyasetçiyi töhmet altında tutmaktadır'' diye konuştu.
Yolsuzlukları önleme yolunda önemli mesafeler alındığını, ancak yeterli olmadığını belirten Ok, adaletin hesap sorma gücü ve alanının genişletilmesine yönelik yeni düzenlemelere acilen ihtiyaç bulunduğunu söyledi.
Yolsuzlukların önemli bir ayağını oluşturan bürokrasinin gereksiz bir koruma altında olduğunu ifade eden Ok, bu korumayı sağlayan Anayasa'nın 129. maddesinin son fıkrasının kaldırılmasını istedi.
Yolsuzlukları önleme kararlılığını göstermek yolunda topluma verilecek en önemli mesaj ve moralin, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması olacağının hem siyasetçi hem de kamuoyu tarafından kabul edildiğini belirten Ok, bunun, yolsuzlukla savaşımda başarının kalıcılığı açısından öncelikle ele alınması gerekli konulardan birisi olduğunu söyledi.
OK'TAN DOKUNULMAZLIK FORMÜLÜ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Ok, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda da öneride bulundu. Ok'un önerisi şöyle:
''Yasama dokunulmazlığının şu şekilde sınırlandırılmasını gerektiğini düşünmekteyiz: Anayasa'nın 76. maddesinde milletvekili seçilmeye engel hürriyeti bağlayıcı cezalar ile suçlar gösterilmiştir. Milletvekili olmaya engel teşkil edenlerin, devama da engel teşkil etmesi gerektiği düşüncesinden hareketle, maddede tek tek sayılmak suretiyle sınırlı olarak gösterilen suçlar ile türleri ve alt sınırları belirlenen suçlarda dokunulmazlık tanınmamalı, bununla bağlantılı olarak Anayasa'nın 83. maddesinin 2. fıkrasındaki 'sorguya çekilemez' ve 'yargılanamaz' sözcükleri metinden çıkarılmalı, 'tutulamaz' ve 'tutuklanamaz' sözcükleri yerinde bırakılmalı, dokunulmazlık 76. maddede gösterilenlerin dışındaki suçlar ile tür ve alt sınırları gösterilenler dışındaki cezalara hasredilmelidir.
Elbette sınırlamayı yapma yetkisi TBMM'ye aittir. Yüce mecliste bu yönde oluşan iradenin yaşama geçirilmesinin engelleri bilinmektedir. Bu engelleri aşmak için yapılacak düzenlemenin yürürlük tarihinin ayrıca belirlenmesi, uzlaşı noktasını teşkil edebilir düşüncesindeyim. Belirlenen tarihten öncekiler için eski düzenlemenin geçerli kılınması, yasama dokunulmazlığını sınırlamayı yaşama geçirme olanağını verecek böylece tüm kesimlerin ısrarlı beklentileri karşılanmış olacaktır.
Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, bugünkü koşullarda yasama dokunulmazlığını sınırlama mümkün olmayacaktır. Yürürlük tarihi, örneğin yayınlama tarihi olarak belirlenmiş olsa da, yapılacak sınırlamanın çok önemli bir kazanım olduğu, milletvekilinin onur ve saygınlığını artıracağı, yüce meclise olan güven ve itibarı yükselteceği bilinmelidir.''
''AMAÇ KAPATMAK DEĞİL, YAŞATMAK''
Ok, siyasi partilerin sicil dosyalarının tutulması, örgütlenmeleri, tüzük ve programlarının Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'na uygunluğunun kontrolü ve faaliyetlerinin takibinin bilgisayar ortamında yapıldığını anlattı.
Siyasi partilerin, demokratik sistem ve yapının vazgeçilmez kurumları olduğunu belirten Ok, şunları kaydetti:
''Bundan dolayıdır ki, siyasi partileri yaşatmak, demokrasiyi yaşatmanın asgari koşuludur. Demokrasilerde amaç, siyasi partileri kapatmak değil, yaşatmak olmalıdır. Ancak, siyasi partiler de öncelikli amacın, Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, değerleri ve hedeflerini, demokrasiyi, hukuk devleti ilkesini, insan haklarını yaşatmak ve geliştirmek, üniter devlet yapısı, ulus birliği ve toprak bütünlüğünü korumak olduğunu unutmamalıdır. Bu anlayış anayasamıza yansımış, bu yönde sıkı ve ayrık kurallar getirilmiştir.''
SİYASİ PARTİLERE DEVLET YARDIMI
Nuri Ok, siyasi partinin devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılması yaptırımı, bu yardıma hak kazanmayan siyasi partiler için duraksamalara yol açan, eşitlik ilkesine aykırı, uygulanamaz bir yaptırım olduğuna işaret etti. Ok, ''Bu yüzden devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılması yaptırımı ya kaldırılmalı ya da yardıma hak kazanan partilere ödenen veya ödenmesi gereken miktarın ortalaması ölçü alınarak uygulanabilir yaptırıma dönüştürülmelidir'' diye konuştu.
Ok, yargının etkinliğini olumsuz yönde etkileyen temel faktörleri; yasaların yetersizliği, kimilerinin yeni ve değişen koşullara uyum sağlama esnekliğine sahip olmaması ve bu yönde değişiklikte geç kalınması yanında davaların sonuçlandırılmasında makul sürenin aşılması, aflar ve infaz rejimi olarak sıraladı.
Yargının yavaş işleyişi, kararların gecikmeli verilmesi zafiyetinde kusurun tümüyle yargıya yüklenemeyeceğini belirten Ok, şöyle konuştu:
''Hatta, objektif değerlendirmede bu olumsuzluğun nedeninin çok azı yargıya atfedilebilir. Yargılama yapan, hüküm veren hakimdir. Yargılama sürecinde hakim, her şeye hakim değildir. Hüküm, çeşitli ve değişik unsurların olumlu etki ve yardımına muhtaçtır. Davada tarafların ve vekillerinin kolluk güçlerinin, resmi ve özel bilirkişilerin, tapu ve nüfus idarelerinin, noter ve diğer ilgili kurumların, tebligat idaresi ve yurttaşların tutum ve davranışları son derece önemlidir. Bunların olumlu ve yararlı katkıları, adalete sürat ve isabet kazandıracaktır.''
''AF, DEVLETE GÜVENİ ZEDELER''
Nuri Ok, afların, özellikle kişilere karşı işlenen suçların affedilmesi, adalete dolayısıyla devlete güveni zedelediğini belirtti.
Af kurumunun tamamıyla dışlanamayacağını ifade eden Ok, toplumun çok önemli bunalımlı dönemlerinden çıkış sonrası; geçmişi unutmak, barış ortamını sağlamak için devlete karşı işlenen suçlar yönünden varlığının sürdürülebileceğini söyledi.
Adli kolluğun adalete önemli katkı yapacağını, bu nedenle adlı kurulmasında daha fazla geç kalınmaması gerektiğini ifade eden Ok, yasal temelleri oluşturulacak olan bölge adliye mahkemelerinin bir an önce yaşama geçirilmesinin yargının genel arzusu olduğunu kaydetti.
Ok, ihtisas mahkemelerinin kurulmasıyla Yargıtay'ın içtihat yoluyla hukuk yaratma ve geliştirme asli işlevine dönmesinin sağlanacağını anlattı.
''Ne kadar gayretli olsak da yargıya, bütçeden ayrılan binde 80 pay ile yarım asırdır ihmal edilen adliye binaları ve donanımlarını iyileştirme ve yenileme, Adalet Bakanlığı'nın ek imkanlarına rağmen kısa zamanda mümkün olmayacaktır'' diyen Ok, bu nedenle bütçeden yargıya ayrılan payın önemli oranda yükseltilmesi gerektiğini söyledi.
AVUKATLARIN KONUMU
Avukatların, yargının kurucu unsurlarından olan savunmayı temsil ettiklerini belirten Ok, ''Bu yüzden avukatlar ve barolar ve Türkiye Barolar Birliği yargının dışında değillerdir. Baroların ve Türkiye Barolar Birliği'nin insan hakları ve özgürlükleriyle, hukuku iyileştirmeye yönelik etkinliklerini takdirle izliyor ve destek veriyoruz'' diye konuştu.
Avukatların, müvekkilleri yanında adalete karşı da sorumluluk taşıdıklarını belirten Ok, ağır iş yükü altındaki hakimin işini kolaylaştırmada avukatın hukuksal yardımı ve usul ekonomisi anlayışının büyük önem taşıdığını söyledi.
Ok, avukatların, özellikle davaların makul sürede sonuçlanmasında etkin rol ve sorumluluk taşıdıklarını ifade ederek, ''Yargıya güvende çok önemli payları ve güvensizlikte ise sorumlu olmadıkları söylenemez'' dedi.
IRAK'TA YAPILAN İŞKENCE
İşkence görmeme hakkının ayrım yapılmaksızın herkesin sahip olduğu mutlak hak olduğunu vurgulayan Ok, şunları kaydetti:
''Bugün en vahim insan hakları ihlalleri, bu kapsamda işkence Irak'ta yapılmaktadır. Buna ilişkin haber ve resimler; insanı ürperten, dehşete düşüren, kaygıdan öte insanlığın yıllarca unutamayacağı utanç belgeleridir. Üzüntümüzü daha da artıran, bu işkencelerin, yıllarca demokrasi ve insan hakları öncülüğünü yapanlardan gelmesidir. Bir ülkenin kaynaklarına sahip olmak için silah kullanmak suretiyle o ülkenin kaderine hükmetmek, dünya barışı ve insanlık için tehlikeli bir eğilim ve gidiştir. İşgale karşı koyan insanlara yapılan kolonyalizmin vahşetini elbette tarih kaydedecektir. Ama ülkemizde ve dünyada insan hakları örgütleri ve savunucularının hareketsizliği ve seslerini güçlü olarak yükseltmemeleri, insani müdahalenin düşünülmemesi, üçüncü bin yılın ilk vahim ayıbıdır; son olmasını diliyorum.'' Ok'un konuşmasının ardından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan emeklilik, seçim ve atama nedeniyle ayrılanlara plaket ve hediyeler verildi.
Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'na plaket ve hediyesini Yargıtay Başkanı Eraslan özkaya, Yargıtay Üyesi Orhan Koçak'a da Adalet Bakanı Cemil Çiçek sundu.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:15