Sedat Bozkurt'un Birgün Gazetesi'nde yayınlanan yazısı...
Gazetecilik
Bizimle ilgili bir konuyu, ''bebeklerin patik parasıyla'' çıkarılan bir gazetede yazmak gerçekten keyif vermiyor insana. Ama, bu sorun sadece ''basın emekçilerinin'' sorunu olmaktan çıkmış, bir mesleğe, o mesleğin sahip olduğu ilkelere ve etik değerlere kadar varan bir saldırı halini almış vaziyette.
Patronunun elemanı, kesinlikle gazeteci değil, Ergun Babahan, öğretmenler gününde, binlerce öğretmenin derdine tercüman olmuyor, ekonomik sıkıntılarını dile getirmiyor da yöneticisi olduğu kurumla ilgili davaların görülmesi nedeniyle gazetecilerin belki de tek güvencesi olan bir yasaya saldırıyor. Saldırıyı öyle abartıyor ki, mahkeme kapılarında yasal haklarını arayan basın emekçilerini, yani bizleri ''organize suç örgütleri'' olarak nitelendiriyor. Bununla da kalmıyor, hükümeti kolayca etkiledikleri hissiyle hareket ederek, yargıya ve onun vereceği karara etki etmeye çalışıyor. Yazdığı yasayla ilgili olarak onlarca dava görülüyor. Hukuk devletlerine özgü en temel kuralı çiğneyip, ''yargıya intikal etmiş bir konu'' ile ilgili hüküm kuruyor.
Bu bakış açısı çok yabancı değil, çünkü holding medyasına göre, yargı da hukuk da yalnız ''güçlüler'' için var. Bunun böyle olmadığı biraz geç ortaya çıkıyor. Herkes biliyor ki, Babahan'ın ve medya patronlarının itiraz ettikleri 212 sayılı yasadaki günlük yüzde 5'lik fazlalığın bugün pratikteki uygulaması binde 5'tir. Yani yüzde 1 bile değildir. Kaldı ki bu bir cezai yaptırımdır, yani işveren basın çalışanlarına hak ettikleri, emeklerinin karşılığı olan parayı ödemezse böyle bir yaptırımla yüz yüze kalır. Yasaya uymamanın yaptırımı ne zamandan beri ''kötü'' bir şey oldu!
Yasa koyucunun amacı bu düzenlemeyi yaparkan basın çalışanlarını bir biçimde zengin etmek değildi. Tam tersine, böyle bir medya ortamı öngörülerek, basın çalışanlarını patronlar karşısında korumak için yapıldı bu düzenlemeler. Çünkü, 45 yıl önce de biliniyordu, ''basının özgürleşmesi, basın çalışanının özgürleşmesinden geçer''.
Alkollü araç kullandığınız zaman size kesilen cezayı 10 gün içinde ödemezseniz bir katını, 20 gün içinde ödemezseniz iki katını ödemek zorundasınız. Buna niye itiraz edilmiyor? Çünkü ortada işlenmiş bir suç var. 212 sayılı yasa da suç işlemeyi alışkanlık haline getirip sürdürenlere karşı yaptırım getiriyor.
''Yüzde 5 zenginleri'' diye bir tanımı var Babahan'ın. Eğer bir biçimde oluşan zenginliklere itiraz edeceksek, ''organize'' olarak bakanların çocuklarının sünnet düğünlerine gelerek altın takan medya yöneticilerinden başlamak lazım. Yıllarca emeklerini verdikleri kurumlardan yasayla belirlenen haklarını almaya çalışanlardan başlamak haksızlık olur.
Uzanlar'ın korku imparatorluğunun nasıl doğduğuna bakın. Medya gücü ile. Karamehmet'lere hala niye dokunulamıyor? Dinç Bilgin'in Sabah'ı, ATV'si ne oldu? Bu memlekette hala Ziraat Bankası'ndan aldığı krediyi ödeyemediği için hapse giren köylüler var. Kredi miktarları da 100 milyonla ifade ediliyor.
Turgay Ciner niye bir gecede bir medya grubuna sahip oldu? Basın özgürlüğüne katkı mı? Ergun Babahan'ı genel yayın yönetmeni yapmak için mi? Doğan grubu gücünü sizce nereden alıyor?
Bu soruların yanıtları belli. Peki siyasal iktidarları teslim alan bu güçler karşısında basın emekçileri hem kendilerini hem de meslek ilkelerini ve etik değerleri nasıl koruyacaklar? 212 olarak anılan, 5953 sayılı yasa ve bunu uygulayacak gerçekten bağımsız yargı ile. Bu yasanın neden istenmediği burada gizli.
Basın çalışanlarını birer köle haline getirmek için bir süredir her grup kendi içinde ''köle sözleşmeleri'' hazırlatıp çalışanlarına imzalatıyor. İmzalamayanlar sürgüne gönderiliyor. Hem de görevlendirme adı altında. Bu uygulamaların hepsi yargı tarafından ''görevlendirme değil, sürgün'' olarak hüküm altına alındı. Şimdi bu kararları veren yargı ''tu-kaka'' ilan ediliyor. Çünkü, güçleri özelleştirmeye, borç ertelemeye, hatta bazen yasa çıkarmaya bile yetiyor ama yargıya istedikleri gibi hükmedemiyorlar. Adalet Bakanı'nı ikna edemiyorlar, gruplarıyla ilgili yolsuzluk iddiaların araştıran Meclis Yolsuzluk Araştırma Komisyonu'nu, yani bizzat meclisin kendisini, milli iradeyi tehdit edebiliyorlar. Ama yargı karşısında çaresizler.
Şimdi bazı medya grupları AKP'yi çok beğeniyor. Oysa seçimler öncesinde AKP'lilerin sahip oldukları kurumların kapısından içeri girmesini istemiyorlardı. Buldukları zaman da hemen ''geçiren'' haberler yapıyorlardı. Hükümeti kurmuş olmak, AKP'lilerin sevilmeleri için yeterli neden oldu.
ANAP'la, DYP ile, DSP ile kurulan ''iyi'' ilişkiler, AKP ile de kuruluyor. Hükümet de, eski hassasiyetlerini unutup, medya ile iyi geçinmeye özen gösteriyor. Haydi bakalım AKP hükümeti! Patronların, ''gazete yöneticileri''nin talebini siz yerine getirin. Değiştirin bu yasayı patronların istediği gibi. Yarın, siz tekrar hedef haline geldiğinizde üzerinize daha rahat saldırtacak ''gazeteciler''i bulmakta zorluk çekmesinler.
Ergun Babahan'ın Sabah Gazetesi'nde yayınlanan yazısı:
Saatli bir bomba!
Gazetecilik ciddi bir tehditle karşı karşıya. Acil bir önlem alınmazsa, kadrolarında 212 Sayılı Yasa'dan yararlanan çalışanlara yer veren veya çalışanların aldığı ücreti olduğu gibi bordrolarında gösteren kurumlar ya olmayacak veya bunu yapan kurumlar ayakta kalamayacak.
212 Sayılı Yasa, daha doğrusu bu yasanın çalışanlara tanıdığı hakkı kötüye kullananlar yüzünden gazetecilik mesleğinin geleceği çok parlak görülmüyor.
Biz gazeteciler, kendi dışımızdaki ticari ilişkiler, kazançlar veya taleplerle ilgili haber verirken veya yorum yaparken çoğu zaman keskin yargılar ileri süreriz. Bu yargılarımız çoğunlukla acımasızdır. Çünkü bu yargı ve yorumları kamu yararını korumak amacıyla yaptığımıza inanırız.
Ticari ilişkiler ve kazançlardaki fahiş rakamlar basındaki keskin tavırlar yüzünden kamuoyunun da büyük tepkisini çeker. Bu tepki, fahiş kazanç yollarının önündeki en büyük engeldir. Mesela herhangi bir alacaklının (banka, ticari firma gibi) bir alacak talebine günlük yüzde 5, bir yıllık yüzde 1825 gibi inanılmaz bir faiz işleterek 1 milyar Türk Liralık bir alacağını 1 trilyon Türk Lirası olarak talep etmesi durumunda, atacağımız başlıklar en iyimser tahminle ''Ballı Faiz'', ''Faiz mi, zulüm mü?'' gibi mahkum edici başlıklar olacaktır.
Çünkü faizin ülkenin ekonomik gerçekleriyle uyumlu olması gerekir.
Peki, enflasyonun yıllık yüzde 10'un altında seyrettiği bir ortamda dünyada eşi görülmeyen günlük yüzde 5 gibi bir faiz oranını talep edenlerin kendi meslektaşlarımız; gazeteciler olması durumunda bunu normal mi kabul edeceğiz? Okuyanların gözlerine, duyanların kulaklarına inanamayacağı bu faiz oranı,
''Basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetlerin tanzimi hakkındaki kanun''un 14'üncü maddesi ile gazeteci ücretlerinde ödenecek faiz olarak düzenlenmiş.
27 Mayıs rejiminin gazetecilere tanıdığı bir imtiyaz olarak 1961 yılında 212 sayılı kanunla düzenlenen bu inanılmaz, akıl dışı faiz oranı bugüne kadar yürürlükte kalmış durumda.
Maalesef inanılmaz bu faiz oranı, şimdi mesleğimizde ''Yüzde 5 zenginleri'' sınıfı doğmasına yol açacak şekilde istismar edilmeye başlandı.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin bazı kararlarından istifade etmek isteyen mesleğimizdeki bazı kişiler, organize şekilde hareket ederek, yüzde 5 faiz hesabıyla trilyonlarca liralık fazla mesai ücreti davaları açmaya başladılar.
Mahkemelerin bu yönde karar vermesi durumunda; mesleğimizde ''belki yasal ama haksızlığı açık'' olan servetlere sahip olmayı hedefleyen istismarcıların doğması kaçınılmazdır.
Bu akıl dışı, hak ve adalet dışı durumlara yol açılmaması, gazeteciliğin, haksız servet peşinde koşan istismarcı bir meslek olmaması açısından ya yargının yüzde 5 organizasyonlarına dur demesi ya da Meclis'in bu mantıksız ve eşitsiz yasa maddesini acilen değiştirmesi gerekmektedir.
Ancak bu sayede basın ve yayın kuruluşlarının ayakta kalabilmesi ve gazetecilik mesleğinin onurlu bir şekilde icra edilebilmesi mümkün olabilecektir.
Bu yazının başta SABAH olmak üzere birçok kurumdaki arkadaşlarımı kızdıracağını, rahatsız edeceğini biliyorum. Ancak, 212 Sayılı Yasa'nın bugünkü uygulaması, bu arkadaşlarımızın haklı yasal taleplerinden bile faydalanamayacağı bir ortama doğru sürüklüyor Türk Basını'nı.
Çalışanların yasal haklarını, emeklerini koruyacak, ancak kurumları iflasın eşiğine sürüklemeyecek bir ortak nokta bulunmazsa, korkarım kaybeden yine çalışanlar olacak.
(SESONLİNE.NET)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:20