Gündem
  • 11.6.2024 12:26

Bahçeli : İnsana benzeyen bu canlı sanırım biraz fazla yürek yemiş

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM grup toplantısında açıklamalarda bulundu.

Suriye’nin kuzeydoğusunda terör devletinin provaları yapılıyorken, Türkiye’de de iç işgal cephesi boş durmuyor, tahammülleri zorlayan söz ve eylemlerden vazgeçmiyor.

DEM Partili Hakkari Belediye Başkanı’nın hukuk sınırları kapsamında görevden el çektirilmesi, ardından geçtiğimiz çarşamba günü, silahlı terör örgütünü yönetmek suçundan 19 yıl 6 ay hüküm alarak tutuklanması Türk devlet ve hukuk onurunun şaşmaz hükmüdür.

31 Mart 2024 Mahalli İdareler Seçimlerinde, bölücü terör örgütüyle iltisak, irtibat ve ilişki içinde olan teröristleri bilinçli ve sonuçları hesaplanmış şekilde aday gösterenlerin Türkiye’yi siyasi ve toplumsal çalkantıya mahkum etmek istedikleri açık bir gerçektir.

Yalnızca Hakkari Belediye Başkanı değil, haklarında yargısal süreçlerin devam ettiği 30’a yakın örgüt üyesinin belediye başkanı koltuğunda oturuyor olması demokrasiyle izah edilemeyecek despotluk ve düşmanlık alametidir.

DEM’in hedefi yöre insanımıza hizmet değildir.

DEM’in hedefi yöre insanımızın derdine deva, ihtiyaçlarına çare olmak hiç değildir.

DEM’li belediyelerin hemen hemen hepsinde paralel yönetim, PKK’nın sözde komiserleri vasıtasıyla ağırlığı ve gölgesi hakimdir.

Ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde bazı belediye başkanları talimatı bölücü terör örgütü PKK’dan alırken, devletin hazinesinden aktarılan paraları da teröristlere yağmalattırmaktadır.

Dünyanın neresine giderseniz gidiniz, hangi ülkenin hukuk sistemini incelerseniz inceleyiniz böylesi bir tablonun suç olduğunu, hatta devlete ve millete ihanetle eşanlamlı olduğunu görürsünüz.

Kayyum edebiyatını ağızlarında sakız gibi çiğneyenler unutmasın ki, teröristlerin görevden alınması hukuk devletinin şerefidir, hukuk devletinin onurudur, hukuk devletinin ruhudur.

İhanete göz yummak demokrasi değildir.

Buna karşılık kayyum atanmasına karşı çıkmak ise demokratlık hiç değildir.

DEM’lenmiş CHP’nin başındaki zat kayyum ezberini seslendirip halkın iradesinin tanınmadığını söyleyerek kendi kalesine gol üstüne gol atmaktadır.

PKK’ya gıkını çıkaramayan, bölücü belediye başkanlarına en küçük tepki gösteremeyen, Suriye’nin kuzeydoğusundaki hain teşebbüsleri kuzuların sessizliğiyle izleyen bir şahsın, CHP’nin genel başkanı olması başlı başına bir trajedidir.

CHP, DEM’lenmiş, gemlenmiş, yemlenmiş, ele geçirilmiş ve sonuçta şarampole devrilmiş, Atatürk’le yollarını çoktan ayırmıştır.

Özgür Bey kavga istediğimizi söyleyip duruyor.

Bizim böyle bir niyetimiz yoktur.

Böyle bir düşüncemiz hiç olmamıştır.

Şayet kavga edeceksek, şayet kavgaya gireceksek, Özgür bey rahat olsun, korkmasın, tırsmasın, baksın işine, o bizim klasmanımızda da, kalibremizde de, ağırlığımızda da değildir.

Az evvel söylediğim gibi, bizim meselemiz maşalarla değil, tutan ellerledir.

Kayyum atanmasını demagojiye bağlayarak toplumsal infiali teşvik etmek arzusuyla yanıp tutuşanlar devletin hükümranlık haklarına ve hukuk güvenliğine kast eden ahlaksızlardır.

Ne yapılsaydı, teröristlerin belediyelerde cirit atmalarına göz mü yumulsaydı?

Ne olmalıydı, Türkiye fiilen özerkliğin fırtınalı dalgalarına mı sürüklenseydi?

Ne bekleniyordu, terör devletinin Türkiye ayağı yozlaşmış demokrasi hezeyanlarıyla teessüs mü etseydi?

Gazi Meclis’te her kepazeliği sahneleyen, olay çıkarmak için her fırsattan istifade eden CHP destekli DEM’li milletvekillerinin zehir saçan konuşmalarını demokrasiyle nasıl bağdaştıralım?

Sizlerden ve ekranları başında bizleri takip eden aziz vatandaşlarımdan istirhamım şu kurşun gibi sözlere azami ölçüde dikkat edilmesi ve üzerinde düşünülmesidir:

DEM’in Mardin Milletvekili, 6 Haziran 2024 tarihinde, şehadet ve gazilikle harcı karılan TBMM’de açıkça dedi ki:

“Kürdistan’da işgalcisiniz. Düşmanlığınızın altında kalacaksınız. Kürt’e reva gördüğünüz sömürge hukukudur. Kürtleri vatandaş saymıyorsunuz. Seçilme ve seçme haklarını ellerinden alıyorsunuz. Kürtleri bölücülükle suçluyorsunuz. Halkımızı direnişe davet ediyoruz.”

DEM’in Hakkari Milletvekili, belediye başkanlığı görevinin asil sahibine geçmesinden sonra şerefli valimizi şöyle tehdit etmişti:

“Bu kentin valisini bu sokaklarda dolaştırırsak namerdiz. Kendisi bir adım atamayacak bu sokaklarda. Binlerce polis ordusuyla gezecek.”

Sanıyorum bu insana benzeyen canlı fazla yürek yemiş, kanat takmadan yüksekten uçmaya tevessül etmiş.

Türkiye Cumhuriyeti’nin şehit kanlarıyla sulanan, kahramanlıklarla nurlanan, fedakarlıklarla tapulanan vatan topraklarında;

Bir vatandaşımızın, bir polisimizin, bir askerimizin, bir kaymakamımızın, bir valimizin sokakta önünü kesecek, dolaşmasını engelleyecek dahili ve harici bir bedhahtı henüz güneş görmemiş ve görmeyecek, böylesi bir alçağın varlığına hiç kimse şahit olamayacaktır.

Bu sözde milletvekilinin Ankara’da dolaşması, Gazi Meclisi’mize gelip fitne saçması sadece sabrımızın ve kör talihinin yaver gitmesinden dolayıdır.

Türkiye’de Kürdistan diye bir yer olmadığını, olamayacağını anlamakta zorlanan hayasız ve hastalıklı ruhlara daha ne diyelim?

Bu hakikati daha nasıl anlatalım?

Bu milletvekili müsveddelerinin TBMM’de olmasına, devletten maaş almalarına, keyif sürmelerine, ihaneti meslek edinmelerine nereye kadar katlanalım?

Kürt kökenli kardeşlerimizin vatandaş sayılmadığını iddia etmek sadece soysuz bir iftira değil, aynı zamanda düşman dilidir.

Türkiye’yi barbarlığın mümessili İsrail ile aynı kefeye koymak ifade hürriyeti değil, izansızlığın ve ihanetin hüviyetidir.

Bu milletvekillerinin dokunulmazlığının derhal kaldırılarak adaletin önünde hesap vermeleri çok acil ve milli bir ihtiyaçtır.

Ne DEM’in ne PKK’nın Kürt kökenli kardeşlerimizle hiçbir ilişkisi yoktur.

Kürt kanı dökenlerin, Kürt çocuklarına kıyanların, kendileri sefa içinde yaşarken Kürtleri eziyete ve çileye mahkum edenlerin Kürt kökenli kardeşlerimizin sözde haklarını savunuyor görünmeleri bile dehşet verici bir aldatmadır.

Demokrasi ihanete kılıf olamaz.

Demokrasi terörizmin saklanacağı kisve olamaz.

Özgürlük ve insan hakları şiddetin sığınağı görülemez.

Demokrasi, bir ülkeyi düşürmenin, bir ülkeyi düşkün göstermenin gerekçesi olarak tavzih ve tevil edilemez.

Siyaset ve demokrasi mücadelesinde nihai karar mercii millettir.

Fakat vatan bir demokrasi konusu değildir.

Millet bir demokrasi konusu değildir.

Bağımsızlık ve beka demokrasi konusu gösterilemez.

Terörist belediye başkanlarının görevden alınması demokrasinin değil, hukukun ve devlet varlığının ilgi alanındadır.

Demokrasi ile demagojiyi ayırt etmeden, demokrasinin despotizme prim verme eğilimini hesaba katmadan, her şeyin başına demokrasiyi iliştirmek, bu değerin içinin boşaltılmasından başka bir şeye hizmet etmez.

Demokrasinin işleyebilmesi için sadece siyasal hakların kullanılması yetmez.

Aynı zamanda demokrasinin kural ve prensiplerine uyulması, bu kural ve prensiplerin işleyip işlemediğinin kontrol edilmesi de gerekmektedir.

Yasalara saygı gösterilmesi ve her türlü şiddetin reddedilmesi gerçekçi, genel geçer ve kucaklayıcı demokrasinin olmazsa olmaz icabıdır.

Demokrasi ya da özgürlük, dileyenin dilediğini yapma hakkını vaaz eden veya yakıp yıkmayı, sövüp saymayı, ihanet ve melaneti meşru hak arayışı olarak sivrilten kaotik değerler değildir.

Böylesi bir demokrasi anlayışı teorik ve pratik manada yok hükmündedir.

Böylesi bir özgürlük iddiası bizatihi özgürlüğün ölüm fermanıdır.

Buna karşılık demokrasi ancak uyum içerisinde herkesin dilediği her şeyi toplumun diğer kesimlerinin çıkarlarıyla örtüştüğü ve kimsenin haklarını ihlal etmediği sürece elde edebileceği bir sistemdir.

Ne var ki bebeklere kurşun sıkmakla demokrasi mücadelesinin bağı kurulamaz.

Sandıktan çıkan oylar ihanetin barınağı ve korunağı sayılamaz.

Eşkıyanın fermanını dağda yırttık, aynısını TBMM’de de yapmak demokrasi ve hukuk vazifesidir.

Hiçbir siyasi mülahaza Türkiye’nin istikbalinden daha öncelikli değildir.

Hiçbir siyasi düşünce istiklal haklarımızdan, milli birlik ve beka kararlılığımızdan üstün görülemez.

Demokrasinin hakim olduğu ülkelerde, muhalefet partileri, birbiriyle çelişir gibi görünen iki ayrı tavır ve davranışı aynı anda göstermekle sorumludur.

Bir yanda iktidarı eleştirirken, diğer yanda da rejime ve ülkeye muhalefetten muhakkak kaçınmak durumundadırlar.

Demokrasinin yüksek standartlara ulaşması iki ucu keskin bıçak gibi parlayan bu hassasiyete riayetle yakından ilişkilidir.

Biz bu hassasiyete milli, ahlaki, ilkeli ve sorumlu muhalefet anlayışı diyoruz ve muhataplarını buna uymaya davet ediyoruz.

Türk milleti müsterih olsun.

Gönlünü geniş tutsun.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı çatışmak için değil, kardeşliği yaşatmak için vardır.

Ancak, milli varlık tehlikeye düşerse gereğini yapmaya hazır olduğumuz çok iyi bilinmelidir.

Bayrağın gönderden indiği yerde,

Bin yıllık kardeşliğin katledilmek istendiği anda;

Maldan, mülkten ve candan vazgeçmeye yeminli olduğumuzu hain odaklar hiç unutmamalıdır.

Bugünün tarihi bir gün yazıldığında, geleceğin Türk nesilleri, kimin dürüst kimin dalavereci, kimin vatansatar kimin vatansever, kimin demokrasi yanlısı kimin demokrasi karşıtı olduğunu elbette idrak ve tescil edecek, hak ile batılın bir kez daha tefriki somutlaşmış olacaktır.

Bölücü terör örgütü PKK’nın arka bahçesi, asıl sütunu, iradesini ve varlığını Kandil’e bağlamış bir sözde partinin aldığı oy oranının, oy sayısının demokrasiyle bağdaşması, insanlıkla anılması; herkes bilmelidir ki, şehitle caninin bir görülmesi, kahraman ile hainin bir tutulması kadar korkunçtur.

İnsanımızı yaşatacağız, bu sayede devlet yaşayacak.

Milletimizi ilelebet var edeceğiz, devleti ilanihaye koruyacağız.

Diyorum ki, devletimiz yaşasın, milletimiz var olsun, Tanrı Türk’e yar olsun, Türk ve Türkiye Yüzyılı hakim olsun.

Bu vesileyle terörle mücadelede şehit düşen kahramanlarımızı hürmet, rahmet, minnetle yad ediyor, Allah hepsinden razı olsun diyor, yolumuzdan asla dönmeyeceğimizi inançla haykırıyorum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Avrupa Parlamentosu’nda görev alacak 720 milletvekilinin seçimi münasebetiyle 27 Avrupa Birliği ülkesinde yapılan seçimler önemli siyasi sonuçları ortaya çıkarmıştır.

Bu kapsamda Belçika Başbakanı’nın istifasıyla birlikte Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından alınan erken seçim kararı Avrupa’nın siyasal yapısında ciddi değişimlerin habercisidir.

Yükselen ve inişe geçen partilerin veya ittifakların yol açtığı sancılı tartışmaların, bu doğrultuda Avrupa Parlamentosu’na havi yeni sandalye dağılımlarının bizi ilgilendiren yanı Türkiye-AB ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceği konusudur.

Çünkü Türkiye-AB arasındaki ilişkilerin istikrarlı, iyi niyetli ve önyargılardan uzak şekilde ilerlemediği ortadadır.

Kaldı ki, Avrupa Parlamentosu’nun son yıllarda Türkiye’ye sübjektif bakışı, özellikle terörle mücadeleye sakat yaklaşımı fazla söze yer ve gerek bırakmamaktadır.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanan milyonlarca seçmenin; daha korumacı, daha içe kapanmış, çağımızın en temel sorunlarının başında gelen göç ve sığınmacı meselesine karşı kapıları örten bir Avrupa siyasetine destek verdiği anlaşılmaktadır.

Elbette bu kendilerinin bileceği bir şeydir.

Ancak aşırı sağın tırmanışı olarak yorumlanan son seçimin ortaya çıkardığı gerçek, en başta sosyal ve ekonomik itirazların toplumsallaşıp siyasallaştığını göstermektedir.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yaygın riskleri, 3’üncü Dünya Savaşı’nın dillendirilmesi, KOVİD-19 salgınının neden olduğu hasarlar, medeniyetler ve milletler arasındaki diyalogların zayıflaması, sınır aşan göçlerin ağırlığı şüphesiz demokratik tercihlere yansımaktadır.

Demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk, adalet gibi kavramların çarpıtılması, yalnızca sözde hatırlanmaları beşeriyeti anlam ve değer bunalımına sürüklemiştir.

Bunun sonucunda istikrarsızlıklar kökleşmiş, katliamlar seriye bağlanmış, siyasal, sosyal ve ekonomik adaletsizlikler çıta yükseltmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya nizamı çatırdamaktadır.

Bunun yanında Avrupa Birliği’ne itirazlar da gittikçe yoğunlaşmaktadır.

Haklının güçsüz, güçlünün haksız olduğu uluslararası sistem her yerinden yaralıdır.

İsrail, Gazze’de soykırım yaparken, etkisiz ve cılız açıklamalarla günü geçiren, daha kötüsü İsrail’e destek sağlayan sözde medeni ve gelişmiş ülkelerin ikiyüzlülüğü artık taşınamayacak bir yüke dönüşmüştür.

9 Haziran’da Gazze’deki Nuseyrat Mülteci Kampı’na sözde 4 rehineyi kurtarmak adına saldıran İsrail 67’si çocuk, 57’si kadın olmak üzere 274 masum Filistinliyi katletmiştir.

Böylece İsrail soykırım suçuna bir yenisini daha eklemiştir.

Bu insanlık dışı saldırıyı lanetliyor, hayatlarını kaybeden Filistinli kardeşlerimize Allah’tan rahmetler diliyorum.

İsrail, Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan yargılansa da, buna aldırış etmeden mazlumları canice öldürmektedir.

Uluslararası barış, huzur, istikrar ve güvenliği sağlamakla görevli kurum ve kurullar iflas etmiştir.

Geldiğimiz bu aşamada Avrupa Birliği’nin ve yeniden seçimi yapılan Avrupa Parlamentosu’nun bir vicdan, adalet ve insani muhasebe yapması mecburiyettir.

Çünkü yangın sadece Gazze’yi yakmakla kalmayacak, Avrupa ülkelerini de doğrudan doğruya etkileyip, insani felaketlerin sonuçlarıyla yüzleştirecektir.

Tekrar ifade etmem gerekirse, göç ve sığınmacı akını yalnızca Türkiye’nin değil, çağımızın ve tüm dünyanın en çarpıcı, en yakıcı sorunlarından birisidir.

Hiç kimse bu ağırlaşmış mesele üzerinde kafa yormazken, parti olarak aralarında uzman ve akademisyenlerimizin bulunduğu nitelikli bir komisyon marifetince ve dört başı mamur şekilde hazırlığı yapılan “Sınır Aşan Göçler” çalışmamızı gündeme taşıdık.

Demografik istiklalimizi, demografik istikbalimizi zedeleyecek tehlikeli akımlara karşıyız; nüfus dengemizi, milli yapımızı, bu coğrafyadaki varlığımızı melezleştirecek insan akınlarının sonuna kadar karşısındayız.

Ülkemizde geçici koruma statüsüyle bulunan Suriyeli sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüşleri kademe kademe sağlanmalı, düzensiz göçün beli kırılmalı, Geri Kabul Anlaşması sonlandırılmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu mühim konuya bakışı milletimizin bakışıyla bir ve aynıdır.

Ayrıca Milliyetçi Hareket Partisi Avrupa Birliği’yle inişli çıkışlı üyelik sürecine kategorik bir reddiye içinde değildir.

Bilakis üyelik müzakerelerinde ipe un seren ve reddiyeci tavır takınan Avrupa Birliği’dir.

Dünya sadece Avrupa Birliği’nden de ibaret sayılamaz.

Onurlu, eşit hak ve sorumluluk içeren, milli ve manevi değerlere hürmet gösteren, başkent Ankara’yı Brüksel’in kapı kulu haline getirmeyen bir üyelik statüsüne itirazımız elbette olmaz, olamaz.

Ne var ki aksi politik adımlar Türkiye’yi hiçe saymaktır ki, buna sessiz kalmamız eşyanın tabiatına aykırıdır ve AB’yle üyelik sürecini bu şartlarda ilerletmenin veya bu uğurda emek harcamanın hiçbir manasından bahsedilemeyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsız bir devlettir, bağımsızlık milletimizin şeref ve namus sancağıdır.

Sancak yere düşmeyecek, Türkiye kör labirentlerde yolunu kaybetmeyecektir.

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye ekonomisinde güven veren kararların, istikrar vaat eden tedbirlerin, halkımızın refahını gözeten vizyoner atılımların farkındayız ve destekçisiyiz.

Bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 5,7; üst üste 45 aydır da büyüme başarısı gösteren Türkiye ekonomisi inanıyorum ki, enflasyonda da en kötüyü geride bırakmıştır.

Merkez Bankası rezervlerindeki yükseliş umut vericidir.

Ekonomi yönetiminin doğru ve kararlı politikaları, güven ortamının kökleşmesi, hayat pahalılığının düşüşe geçmesi memnuniyet düzeyini artırmaktadır.

Dar ve orta gelirli insanımızı enflasyona ezdirmemeliyiz.

Emeklilerimizin şikayetlerini kademeli şekilde dindirmeliyiz.

Büyüyen, güçlenen ve gelişen Türkiye ekonomisinden her kesimin, her insanımızın adil ve hakkaniyetli pay alması için elimizden geleni yapmak durumundayız.

Fiyat ve finansal istikrarın ivmesi; ihracat, üretim, istihdam, yatırım seferberliğiyle Türkiye ekonomisi zincirlerini tamamıyla kıracaktır.

Çiftçimizden memurumuza, işçimizden esnafımıza, emeklimizden sanayicimize kadar herkesin yanındayız, haklı taleplerinin takipçisiyiz.

Taşeron firmalarda çalışan kardeşlerimizin kadroya alınması,

Staj ve çıraklık mağduru kardeşlerimize el uzatılması,

Terörle mücadelede yaralanan, ancak gazi sayılmayan 20 bine yakın kardeşimize gazilik unvanının verilerek şeref aylığının bağlanması,

Uzman çavuşlarımızın kadroya alınmalarıyla mesleki güvenceye kavuşturulmaları,

Yardımcı hizmetler sınıfındaki kardeşlerimizin sorunlarının çözülmesi,

Her insanımızın onurlu ve hiç kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdüreceği bir gelir düzeyine ulaşması hedeflerimiz arasındadır.

Sözlerimin sonunda, Fransa’da yapılan 2024 Avrupa Ampüte Futbol Şampiyonası’nda üçüncü kez şampiyonluğa ulaşan can parçası evlatlarımızı yürekten kutluyor, teknik kadroyla birlikte hepsinin gözlerinden öpüyorum.

Sizlerin, aziz milletimizin ve Türk-İslam aleminin bu hafta sonu karşılayacağımız Mübarek Kurban Bayramı’nı şimdiden tebrik ediyorum.

Bayram tatili münasebetiyle yollara düşen vatandaşlarımızın trafik kurallarına uymalarını, kazadan beladan uzak bir şekilde tatillerini geçirmelerini, sevdiklerine ve sevenlerine selametle kavuşmalarını diliyorum.

“Hac Farizası” için kutsal topraklarda bulunan tüm kardeşlerimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, ibadetlerinin makbul olmasını, dualarında olabilmeyi, sağlıcakla dönmelerini içtenlikle temenni ediyorum.

Muhterem arkadaşlarım; Milliyetçi Hareket Partisi değerli bir çalışmaya, değerli dava arkadaşlarımız ve uzmanlarımızla katkı sağlayarak, aynen diğer konularda olduğu gibi bir proje hazırlığı içine girmiştir. Bu proje asgari refah seviyesinin endeks üzerinden hesaplanması ve ailelere gelir desteği projesidir. Bu projenin hayata geçmesi için parti olarak üzerimize düşen çalışmayı, diğer partilerle olan diyaloğu ve hangi kesimden olursa olsun; aç, susuz, fukara, kim varsa hepsiyle kucaklaşmayı hedef alan bir çalışmadır. Allah hayırlı, uğurlu etsin.

Kurban Bayramı’mız mübarek, Cenab-ı Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Sağ olun, var olun."

Güncellenme Tarihi : 11.6.2024 12:33

İLGİLİ HABERLER