Elbette herkesin canı tatlıdır. Elbette yaşamak çok alıştığımız, en alıştığımız şeydir, ne denli batarsa batsın bize. Elbette, o yüzden o an çok zordur.
Video kameralara konuşurken, haklılığını usul usul savunurken, sırtın sıvazlanırken, sırtına vurula vurula ölümün düğün odasına, olay yerine gidene kadar hala hayattasındır, o yüzden yola çıkmak kolaydır da ama işte o an.
Yolda bile belki bir mucize bekliyorsundur. Yeniden anneni, yeniden sevgilini, hem de bu dünyada, bir kez daha görme ihtimalini bile taşıyorsundur içinde. Son anda, her şeyi göze alıp, hain, korkak yaftasıyla yeniden insan içine çıkmayı göze alıp, son anda fünyeyi patlatmaktan vazgeçme, pimi çekmekten el çekme alternatifi içinde işliyordur belki de hala tıkır tıkır. İşletiyorsundur. Sessizce.
Ama işte yine de çekiyorsun pimi, patlatıyorsun fünyeyi.
Güzelim bedenini, sevişmelere, hazlara aç bedenini, hikayelerini, anılarını, sevinçlerini, ilkokula götürülüşünü elinden tutulup, ilk öpülüşünü ellerinden tutulup çekilerek birine ve inançlarını ve inançlarının gururunu patlatıveriyorsun.
Hala hayat dolu zihnin, bedeninden çok zihnin, şimdi ölümle yüklü, ölümün ağzına sürüldüğü bir silah olarak ateş alıyor, infilak ediyor.
Bazen yalnız ama çoklukla başkalarını da katarak yanına, pırlanta gibi sivilleri de savaş ganimeti alarak, ölüme yolluk alarak yanına, gidiyorsun buradan.
Tamam, seni bir bombaya dönüştüren, sana başka bir yol yokmuş gibi hissetiren adaletsiz savaşları, halkına uygulanan katliamları, dindaşlarına ya da yoldaşlarına yapılan zulmü, işkenceyi ben de tanıyorum. Biz de tanıyoruz. Hepimizi çileden çıkarıyor bütün bunlar. Ben hepinizle empati kurmaya çalışıyorum ama en çok seni anlamak istiyorum içinizden yine de. Yola çıkanı.
Bir İslamcı radikalsen, bir dindar savaşçı, direnişçiysen eğer, sen de sevmeyi, sevilmeyi, ana kucağını, yar yatağını, mavi gök ve denizi, çağıldayan ırmakları, dingin nehirleri, sıcak dağları, sigaranın ilk nefesini tanımış olsan da, seni daha kolay anlıyorum. Ya da açıklayabiliyorum o pimi çekerkenki, fünyeyi patlatırkenki ruh halini, kararlılığını kendime.
Nihayetinde sana göre bu dünya zaten bir imtihan, hak edilecek ebedi mutluluğa giden bir yol. Şimdiye kadar bu yoldan başka bir yol tanımamış olsan da. Bu yoldan her çıktığını sandığında bu yolun kenarındaki meyvelerin tadı damağında seni kendinden utandıracak kadar taze kalmış olsa da. Senin için yine de bir yol, cennete bilet almak için sıranı beklediğin bir duraktır bu dünya.
O yüzden seni anlamak da zor olsa da anlayabiliyorum seni. Bu zorluğu aşabiliyorum.
Ama bir solcuysan, bir komünist, işte seni anlamam iyice zorlaşıyor, imkansızlaşıyor.
Senin cennetin bu dünyada inşa edilecekti, bu dünya olacaktı hani. Senin, bizim ellerimizle, hani.
O ellerine ne yapıyorsun, o ellerinle ne yapıyorsun, bunu nasıl yapıyorsun şimdi?
Bir daha olmayacağını, geriye kalmayacağını, öteye geçmeyeceğini bile bile nasıl gidiyorsun oraya?
Beyin yıkanmaz, beyin öğrenir. Beyninin yıkandığını iddia edenlere, bu kolaycı açıklamalara katlanamıyorum.
Keşke sen anlatsaydın, anlatabilseydin bana, neler öğrendin bu yaşına kadar. Son yaşına kadar.
Merakımızı cezbetmemiş, sesini duyurmak istediğinde, bize aktarmak istediğinde dinlemek için zaman, başkalarına anlatmak için cesaret bulamadığımız bu deneyimlerin mi dağarcığındaydı ölüm yolculuğuna çıkarken, bu muydu azığın?
Neler öğrendin, bilmek isterdim. Belki de biliyorum da bilmek istemiyorum.
Keşke biraz daha kalıp burada, bir kez daha anlatmayı deneseydin. Birkaç kez daha.
Seni yaşatacak, seni yaşlandıracak kadar çok, vaktini alacak kadar çok, defalarca anlatsaydın.
Seni anlamıyorum ya da anlamamazlıktan geliyorum.
Sana da yazık, bize de yazık.
Bir cuma günü bize intihar, katliam, infaz, şehadet, cinayet, hepsini hatırlattın bu dünyada, ölümün bütün versiyonlarını.
Sana da yansa içimiz şimdi, yine de hayatı unutturman mümkün değil bize.
Hayatını da, hayattaki o güzel halini de anana, babana, kardeşlerine, yoldaşlarına, sevgiline.
Keşke bize de, onlara da bunu yapmasaydın.
Deneseydin bıkmadan, bize kendini, arkadaşlarını anlatmayı.