DERİN ÖLÜM... GAZETECİ ŞAMİL TAYYAR İLE RANDEVULEŞEN PROFESÖR ALİ İHSAN BAĞIŞ DA TRAFİK KAZASINDA ÖLDÜ. TAYYAR CİNAYETTEN KUŞKULU...
Derin ölüm
Temmuz sonuydu. Prof. Dr. Ali İhsan Bağış aradı. Hocayla 1 yıl önce ortak bir arkadaşımız kanalıyla tanışmıştık. Uzun süredir görüşmüyorduk. Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı olan hoca, Milli Güvenlik Akademisi'nde de ders veriyordu. Söze, ''Yeni görevin hayırlı olsun, daha önce aramak istedim ama kısmet bugüneymiş'' diye başladı. Daha sonra 5 Temmuz tarihli ''Bush, kanlı 500 tankı Türkiye'ye satmak istiyor'' başlıklı yazım hakkında bilgi almak istediğini söyledi. Yazıda anlattıklarımın ötesinde farklı bir bilgiye sahip olmadığımı söyleyince hoca, ''İyi bir noktadan yakalamışsın, devam et'' dedi. ''Hocam, sizde farklı bilgiler var herhalde'' diyerek ısrar ettiysem de hoca, bu konuda konuşmak istemedi. Israrım karşısında, ''bir gün ayarlayalım konuşalım, telefonda olmaz'' dedi.
Hocayla 10 Ağustos günü 17.00 sularında görüşmeyi kararlaştırdık. Yer olarak da Bahçelievler'de bir kafeyi seçtik. Konuştuğumuz saatte kafeye gittiğimde hoca yoktu. Telefon edip özür diledi, yoğun trafik nedeniyle gecikeceğini söyledi. Kafede tek başıma otururken bu kez bürodan telefon geldi; ''Tavşancıl'da yeni bir tren kazası oldu, çok sayıda ölü olabileceği söyleniyor.'' Hemen kalkıp büroya doğru koştum, hocayı da arayıp randevuyu iptal ettim.
19 Ağustos günü Ali İhsan Hoca tekrar aradı. Bu kez uzun (yaklaşık 1.5 saat) bir telefon görüşmesi yaptık. Bu görüşmemizde, ''Bush, kanlı tankı Türkiye'ye satmak istiyor'' başlıklı yazımın yanısıra, MHP'li Mehmet Şandır'ın generallere gönderdiği mektupla ilgili ''Demokrasi yaz, karşısına 1 koy'' başlıklı yazıyı neden kaleme alma ihtiyacı hissettiğimi sordu. Aktüel bir tartışmayı yorumlamaktan öte hiçbir özel nedeninin olmadığını söyledim. Hoca, yanıt aradığı başka sorular da yöneltti. Ama kendisi benim sorularımı ''telefonda olmaz'' diyerek yanıtsız bırakıyordu.
Hoca, o uzun sohbette ''derin'' mevzulara girmek yerine minderin dışına kaçıyordu. Mesela hoca, tüm gazeteleri yakından takip ettiğini, ilk iki sırada Yeni Şafak ile Radikal'in yer aldığını söylüyor, kızdığı, çok beğendiği veya zaman zaman yazılarından faydalandığı yazarları anlatıyordu. Bu arada gazetemiz yazarı Hüsnü Mahalli'nin Irak'la ilgili birkaç yazısından övgüyle söz ettiğini de not düşmek isterim.
Sohbetin sonuna doğru Ali İhsan Hoca, ''Şamil Bey, her şeyi telefonda konuşmak doğru olmaz. Vaktiniz olursa ofisimde görüşelim. Sizinle bazı özel konuları paylaşmamız lazım'' dedi. Hoca, bana daha sonra Gaziosmanpaşa Kuşkondu sokaktaki ofisinin adresini verdi. ''Ne zaman görüşürüz?'' diye sorduğumda hoca, ''Yarın Urfa'ya gidiyorum, dönüşte ben sizi ararım'' dedi.
22 Ağustos günü öğle saatlerinden ortak arkadaşımızdan telefon geldi: ''Şamil, Ali İhsan Hoca'yı kaybettik.''
Ali İhsan Hoca, konuşmamızdan sonra Urfa'ya gitmiş, 21 Ağustos günü Ankara'ya dönerken gece yarısı 01.00 sularında hayatını kaybetmiş, ölüm nedeni, olay yerine giden jandarmanın raporuna ''trafik kazası'' olarak geçmişti.
Ancak, nedendir bilmiyorum ''kaza'' sözcüğü bana biraz ''tuhaf'' geldi. Cinayet olabilir miydi? Bu soruya yanıt aramaya çalıştım. Ulaştığım bazı özel notları kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
Hoca, son dönemde çok kapsamlı bir ''Su Raporu'' üzerinde çalışıyordu. Fırat ve Dicle sularının paylaşımı konusunun ileride Türkiye'nin başını ağrıtacağını, ABD ve İsrail'in Irak'ın işgalinden sonra sadece petrol değil suyu da ''stratejik bir enstrüman'' olarak gördüğünü düşünüyordu. Nitekim, Aksiyon Dergisi'ne yaptığı bir açıklamada, Ortadoğu'da su savaşının çıkması ya da Türkiye'den daha fazla su talebinin neden olacağı sorunların tamamen Amerika'nın geliştireceği politikalara bağlı olduğunu belirtmişti.
Hocanın üzerinde çalıştığı diğer önemli projeler ise savunma ihaleleri ve GAP bölgesinde yabancılara mülk satışıydı. Kendisi de Urfalı olduğu için bölgeyi yakından tanıyordu. Ölüm yolculuğuna çıktığı Urfa gezisinde yabancıların satın aldıkları arazilerin genişliğinden çok su kaynaklarına yakınlığını araştırmış. Hoca, yabancıların su kaynaklarının etrafında kümelenmeye çalıştığını düşünüyormuş.
Hoca, son 1 yılda İsrail, Irak, Ürdün, Suriye ve İran vatandaşı çok sayıda ''derin'' isimlerle görüşmüş. Ankara'daki ''gizli'' görüşmelerini, Gaziosmanpaşa'daki ofisinde değil askeri lojmanların yoğun olduğu gözden ırak bir semtte yaparmış. Bu ''ikinci adreste'' yakın tarihte İsrail Büyükelçiliği'den üst düzey bir yöneticiyle görüşmüş, görüşmede hakarete varan karşılıklı ''ağır'' konuşmalar geçmiş. Hoca, elindeki viski bardağını yere fırlatırken, şöyle bağırıyormuş: ''Ben Türkiye'nin hakkını size yedirmem.''
Burada hocanın başka ilginç konukları da olmuş. Bir gün iki genç subay, ellerinde kalın dosyalarla bu evde Ali İhsan Bey'le uzun süre sohbet etmişler. Hoca bu arada Suriye ve Ürdün'den iki kişiyi telefonla arayarak ''Arapça'' konuşmuş. Bu konuşmalarda hocanın tansiyonu yükselmiş. Hoca, ABD ve İsrail karşıtı bir tavır sergiliyormuş. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesinde, hükümet içinde etkili bazı sivil ve askeri yöneticilerin ABD ve İsrail'in Ortadoğu'daki stratejilerine karşı ''zayıf'' kaldığını düşünüyormuş, bu nedenle de onlara (isimleri bizde saklı) kızgınmış.
Hoca, özel otomobiliyle Urfa'ya gideceğini söylediği bir yakın dostunun ''Yol çok uzun, neden uçakla gitmiyorsun?'' sorusu karşısında, ''Uçaklar da çok güvenli değil. Artık çağımızda 'yok etme' teknikleri çok değişti'' demiş.
Hoca, yaşasaydı bize neler anlatacaktı? Neler anlatacaktı bilmiyorum ama ortak dostumuz hocayı bu konuda uyarmış: ''Şamil'in iki çocuğu var. Çok gizli bilgileri aktararak hayatını tehlikeye atma.''
Şimdi gelin bu soruya hep birlikte yanıt arayalım: Kaza mı cinayet mi?
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:14