Esad Türk uçağını düşürdüklerini öğrenince ne hissetti?
Cumhuriyet Gazetesi’ne konuşan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Suriye'nin düşürdüğü jet için ''Düşman hariç hiçbir uçak için arzu etmem. Hele bir Türk uçağına yüzde yüz 'keşke olmasaydı' diyorum'' dedi. Esad, pilotlarımız, sınıra yığınak ve çatışma olasılığıyla ilgili soruları yanıtladı.
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer Suriye'de Beşar Esad ile görüştü.
Esad, Çakırözer'in silahsız bir uçağı neden düşürdünüz sorusuna "Uçak İsrail uçaklarının sürekli kullandığı koridoru kullanıyordu. Radarlarımızda göremediğimiz ve bilgi de verilmediği için askerler düşürdü. Türkiye'ye ait olduğunu sonra öğrendik" şeklinde yanıt verdi.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, silahsız Türk RF4 keşif uçağını Suriye ulusal hava sahasında uçaksavar bataryası ile düşürdüklerini açıkladı. Düşürene kadar uçağın kime ait olduğunu bilmediklerini söyleyen Esad “Uçak İsrail uçaklarının daha önce 3 kez kullandığı koridoru kullanıyordu. Radarlarımızda görmediğimiz ve bilgi de verilmediği için askerler düşürdü. Türkiye’ye ait olduğunu düşürdükten sonra öğrendik. Yüzde yüz ‘Keşke düşürmeseydik’ diyorum” diye konuştu.
Uçağı Türkiye’nin iddia ettiği gibi uluslararası hava sahasında düşürmüş olsalar “özür dilemekten” çekinmeyeceklerini belirten Esad, “Türk hükümeti iki ordu arasındaki ilişkileri kesmemiş olsa konuyu yine askeri makamlar arasında ele alır, bu kadar büyümeden çözerdik. Ama son aylarda artık acil durumda arayacak bir Türk komutanın telefonu bile yok elimizde” dedi.
İşte o röportajın tam metni:
Çalışma ofisi olarak kullandığı Eşşaab Sarayı’nda iki buçuk saat süren röportajın ilk bölümünde iki ülke arasında yaşanan gerginlik ve son uçak düşürme hadisesini detaylı olarak ele aldık. Esad’ın sorularımıza yanıtları şöyle:
‘Halklar savaşa izin vermez’
- İki ülke arasında ciddi gerginlik var. Bu sıcak bir çatışmaya, savaşa dönüşür mü?
Bölgede tüm haritanın değişeceği bir dönem yaşıyoruz. Yüz yıl önce Osmanlı’nın dağılma sürecine benziyor. O süreçten sonra Araplarla Türkler arasında gelinen noktayı biliyoruz. Biz Sayın Ahmet Necdet Sezer’in ilk defa Suriye’ye geldiği ziyarette, 100 yıl önceki olayın izlerinin giderilmesini hedeflemiştik. Yani anlaşmazlıkların yaşandığı dönemlerde çok şey öğrendik. Gereken dersleri çıkardık. Şimdi tekrar hem sizin hem de bizim kaybedeceğimiz döneme tekrar mı dönmek istiyoruz?
Suriye’de olayların başladığı 15 aydır birçok alanda bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Birincisi iç sorunu çözmek ve teröristlerle mücadele etmek. İkincisi Türkiye ile geliştirdiğimiz ve doruğa çıkardığımız ilişkileri korumayı hedefliyorduk. Ne yazık ki bu süreçte Türk hükümetinin attığı her adım bu yapıyı yok etmeye yönelik gelişti. Ve yaptığımız her şeyi yıkmayı başardılar. Ama bence ilişkinin temeli iki halk arasında duruyor.
Sorunuzun yanıtına gelince, bu temel ışığında, iki ülke arasında ikisinin de zarar göreceği bir sıcak çatışmaya dönüşmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü bu hem Suriye hem Türkiye’nin zararına olur. Bu eğilimin yalnız ve yalnız Türk hükümetinde olduğuna ve Türk halkının asla savaş istemediğine inanıyoruz.
‘Uluslararası sahada vursak özür dilerdik’
- Türk jetinin vurulması talimatını siz ya da yönetiminiz mi verdi? Uçak nasıl vuruldu?
Burada mantıklı sorular sorulması lazım. İki seçenek var. Ya iddia ettikleri gibi biz bilerek düşürdük. Ya da Suriye hava sahasının dışında yanlışlıkla düşürdük. Eğer dedikleri gibi Suriye dışında yanlışlıkla düşürüldüyse bunda bir sorun yok. Bunu söyler ve Türkiye’den resmi anlamda özür dilerdik. Türk halkı da bunu anlayışla karşılardı.
Yok eğer kasıtlı olarak vurmamız söz konusuysa, burada da şunun sorulması lazım. Suriye’nin bir Türk uçağını düşürmekten ne tür bir çıkarı olabilir? Biz Türkiye’yi ve Türk uçağını düşman algılasak net söylerdik. Geldi, düşürdük derdik, ama düşman kabul etmiyoruz. Türk halkından 10 yıl boyunca gördüğüm dostluğu başka kimseden görmedim ben. Şimdi niye onların nefretini kazanacak bir adım atayım ki?
Ya da ikinci şık olarak biz Türk ordusuna yönelik bir eylem için düşürdük bu uçağı? O da anlamlı değil. Çünkü Türk ordusu tüm bu kriz boyunca bize hiçbir şey yapmadı.
‘Radar göstermedi, uçaksavarla düşürdük’
Gerçek olan şudur: Bu uçak küçücük bir uçaksavar bataryası tarafından düşürüldü. Bu sistemler asla 2.5 km’den fazla uzaklıktaki bir hedefi vuramaz. Normalde uçak düşüremezler. Tek bir koşulu vardır. O da, çok alçaktan yaklaşıyorsa. Bu uçak çok alçakta uçuyordu ve sahile yaklaştığı anda düşürülmüştür.
Barış zamanında dost bir ülkeden gelirse onu düşürmeye gerek yoktur. Hele Türkiye’den geliyorsa düşürme mantığı hiç yoktur. Ancak herkesin bildiği bir gerçek var: Biz savaş durumundayız. Dolayısıyla kimliğini bilmediğim her uçak düşman uçağıdır. Bu durumda da asla merkezi bir kararla olmamıştır. Çünkü uçak çok alçak uçtuğu için ne bölge ne de merkez radarlar bunu görebildi.
‘Biz arayıp haber verdik’
Biz bu uçağın düştüğü haberini aldığımız anda Türkiye bir uçağının kaybolduğunu söyledi. Türkiye bu açıklamayı yaptıktan sonra yani uçağın kaybolduğu bilgisi geldikten sonra “Bu Türk uçağıdır” dedik. Hiçbir Türk yetkili bizi aramadı. Biz onları aradık. Türk hükümetinin kararıyla bir süredir Türk ordusu ile ilişkilerimiz kesik. Bu yüzden Dışişleri Bakanlığınızı aradık. Saatler sonra bize dönerek cevap verdiler. Arama kurtarma botlarının gönderildiğini söylediler. Bir kez daha belirteyim: Biz uçağı düşürürken kimliği konusunda en ufak bilgimiz yoktu.
‘İsrail’in vurduğu rotadan geldi’
Burada çok bilinmeyen önemli bir nokta var. O da şu: Türk uçağının geldiği güzergâh İsrail uçaklarının daha önce 3 kez hava sahamıza girmeye yeltendiği güzergâhtır. Dolayısıyla o taraftan gelen bir uçak, Suriye askeri açısından İsrail uçağı olarak algılanıyor. Düşman uçağı olarak kabul edildi ve hızlı biçimde tepki gösterildi, ateş edildi.
- Uçağın hiçbir ön uyarı yapılmadan vurulması, hangi uluslararası hukuk kuralıyla bağdaşır?
Merkezi radarda görünseydi uyarılırdı. Ancak uçaksavar bataryasında oturan askerin önünde radar yoktur. Kural olarak tersi talimat yoksa gördüğü uçağı düşürür mutlaka. Çünkü gördüğü ile vurduğu arasındaki süre üç beş saniyelik çok kısa bir süredir. Yetki de oradaki askerdedir.
- Silahsız bir keşif uçağıydı. Buna rağmen neden vurdunuz?
Böyle durumlarda askeri kurallar uçağın modeli, yapısı, görevi, silahlı olup olmadığıyla sınırlı değildir. Uçaksavar bataryasındaki askerin bu uçağın ne taşıdığını, füzesi olup olmadığını, keşif amacı olup olmadığını görmesine imkân yok. Bileceği tek şey var. O uçağın Suriye hava sahasına girdiği ve kendisine doğru yaklaştığı. Bunu görerek tepki göstermiştir. Eğer askeri makamlarımız arasında ilişki olsaydı, Türk tarafı bize uçacağını önceden bildirir ve biz de ona göre davranırdık. Türk tarafının açıklaması gereken temel gerçek, bu uçağın özellikle o bölgede ne yaptığıdır? Biz fazla sorgulamak istemiyoruz ve konuya gelip geçti gözüyle bakmak istiyoruz.
- Hava sahanıza girişi radarlarınızda nasıl göremezsiniz?
Yükseklerde bizim hava sahamız dışında görmüş olabilirler. Ancak girdiği andan itibaren görülmemiştir. Konuştuğumuz alan 20 km’lik bir uzaklık. Bu mesafe bir iki dakikalık bir süredir uçak için. Sonrasında görülmüyor çünkü çok alçaktan uçuyor. Nitekim 2007’de İsrail gelip o binayı vurduğunda ve aynı güzergâhtan çıkış yaptığında radarlarımız o uçakları görmemiştir. Son olarak o bölgede Suriye ulusal hava sahasının dışına erişebilecek füze sistemlerimiz yok. Dolayısıyla konuyla ilgili Türkiye tarafınca söylenenler gerçekleri yansıtmamaktadır.
- Türkiye elinde Suriyelilerin telsiz ve radar görüşmelerinin olduğunu ileri sürüyor? Diğer ülkelerden de bilgi istiyor...
Bölgedeki diğer ülkelere de çağrı yaptı ellerindeki radar ve telsiz bilgileri için. Tamam doğru. Herkes açıklasın elindekileri. Ama kimsenin açıklayacağı bir şeyi yok. Israrla bizi suçlayanlar şunu yanıtlamalı? Bizim bir Türk uçağını düşürmekten ne çıkarımız olabilir? Biz hâlâ iyi niyetle şunu düşünüyoruz: Bu uçağın hava sahamıza bilinçli ve kasıtlı gönderildiğini düşünmek bile istemiyoruz. Keşif amacıyla değil, pilotun yanlışlıkla girdiğini düşünmek istiyoruz. Ve Suriye olarak geçici bir olay olarak görüyor, büyütülmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
‘Sanki kardeşim öldü’
- Keşke olmasaydı diyor musunuz?
Kesinlikle. Düşman hariç hiçbir uçak için arzu etmem. Hele bir Türk uçağına yüzde yüz “keşke olmasaydı” diyorum. Böyle bir ortamda, böyle bir uçağın gelmesi doğal olarak düşman uçağı gibi algılanıyor. Askeri konulardan birazcık anlayan biri bunları bilir. Savaş halinde bir ülke dünyanın her yerinde böyle davranır. Bu kesinlikle siyasi bir karar değildir. Ancak ne yazık ki Erdoğan hükümeti bu olayı kullanarak dar hesaplar peşinde. 15 aydır Suriye politikası konusunda Türk halkının desteğini alamamıştı. Şimdi bu olayı fırsat bilerek hükümetler arasındaki düşmanlığı halklar arası düşmanlığa çevirmek istiyor. Bu çok tehlikelidir.
- Uçakta biri astronot adayı iki başarılı pilot vardı. Bilerek düşürmedik dediğinize göre, onların ailelerine bir mesajınız olacak mı?
Erdoğan’ın politikaları Suriye halkına gözyaşı, kan ve yıkımdan başka bir şey getirmiyor, ama biz Türk halkı için yine de en iyisini düşünmeye devam ediyoruz. Tartışmasız gerçek, Türk halkının bizim kardeşimiz olduğudur. Dolayısıyla bir vatandaşınızın ölmesi benim kardeşimin ölmesi demektir. Ailelerine en içten ve en sıcak duygularla başsağlığı diliyorum. Pilotlardan birisinin babasının, “Benim oğlum öldü, ama ben savaş istemiyorum” sözlerinden çok etkilendim. Onun duygularını paylaşıyor, bu onurlu tavrının önünde saygıyla eğiliyorum.
‘Arayacak Türk komutan yok’
- Pilotların ailelerinden ve Türk halkından özür dilemeyi düşünmüyor musunuz?
Bu iki pilot bir askeri uçağın içindeydi. İki askeri kurum arasında ilişki olsaydı belki bunlar doğrudan konuşulabilirdi. Ancak ordular arasında her türlü ilişki Türkiye tarafından yasaklanmış durumda.
- Bu olay sırasında mı yasaklandı?
Hayır, bir süreden beri. Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı değişiminden bu yana hükümet Türk ordusunun bizimle her türlü ilişkisini kestirmiş durumda. Oysa komşu ülkeler arasında her zaman bu tür olaylar yaşanır ve bu nedenle de silahlı kuvvetler arasında diyalog olması gerekirdi. Ama ne yazık ki şu anda bizim Türk ordusundan acil bir durumda arayabileceğimiz tek bir komutan telefonu bile yok. Olağanüstü durumlarda konuşmamız gerektiğinde kimseye ulaşamayacağız. Nitekim bu olayda Türkiye’nin askeri ataşesine ulaşalım dedik. Ona gelen talimat gereği “Dışişleri Bakanlığı ile konuşun” şeklinde yanıt verdi. Bu konuyu kapatırken şunu da hatırlatayım. Türk tarafı olayın başlangıcında bizim, “Gelin komisyon kuralım” teklifimizi kabul etmiş olsaydı, belki de tüm bu sorunlar yaşanmamış olacaktı. Ama ne ilginçtir ki biz, “Gelin Lazkiye’de yani uçağın düşürüldüğü yerde toplanalım” deyince Türk hükümeti Ankara’da toplanması konusunda ısrar etti ve toplanamadı. O komisyon toplanabilse belki de bu kadar büyümeyecekti bu mesele.
‘Sınıra yığınak yapmayacağız’
- Türkiye askeri angajman kurallarını değiştirdi. Artık ülkenizi düşman olarak görüyor. Füzelerin yönü Suriye’ye çevrildi. Ne yapacaksınız?
Türkiye ile ilişkilerde iki çok kötü dönem yaşadık. Birincisi 50’lerin ortasında Bağdat Paktı döneminde yine Türkiye sınırımızda yığınak yapmış, mayınlar döşemişti. İkinci ise Öcalan krizi dönemiydi. Her iki olayda da Türkiye’ye düşman gibi bakmadık. Ne yığınak yaptık ne karşılık verdik. Şimdi de Erdoğan hükümeti ne yaparsa yapsın Türkiye sınırına yığınak yapmadık ve yapmayacağız. Türk halkı dostumuzdur ve bizi anlayacaktır. Türkiye hükümetinin Suriye’ye düşman olmasının bir önemi yok. Eğer Türk halkı düşmanlık beslemeye başlarsa işte o zaman sorun var demektir.
‘Kendi ülkemde beni vuramazsın’
- Yeni angajman kurallarına göre Türkiye sınırına yaklaşan askeri unsurlarınız vurulacak. Böyle bir hareketin karşılığı ne olur?
Hiçbir devlet kendi sınırlarına tecavüz olmadığı sürece başka bir devletin silahlı gücüne o ülkenin sınırları içinde ateş edemez.
- Ya ederse?
Bizim topraklarımızda bize yapılacak bir eylem Suriye’ye yönelik bir saldırı olarak algılanır. Öyle bir şey olduğunda değerlendiririz, ama öyle bir noktaya gelmesini hiç arzu etmem.
Cenevre kararları
‘İstediğim cümle metinde’
Esad ile görüşmemizden bir gün önce BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan başkanlığında Cenevre’de yapılan görüşmelerde ilk kez BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, Suriye’de bir “Geçiş Hükümeti” kurulması konsunda ortak bir metinde uzlaşı sağladı. Görüşmede Esad’a toplantıyı ve alınan karaları da sorma fırsatı bulduk. Şu yanıtları verdi:
- Cenevre’de Kofi Annan liderliğinde yapılan toplantıdan ‘Suriye’de geçiş hükümeti’ kararı çıktı. Varılan mutabakatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Henüz ne Annan ne de Rusya tarafıyla konuştum. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile Annan’ın konuşmasında çok net ifadeler vardı. Birincisi her şeye Suriye halkı karar verecek. İkincisi, her tür şiddetin durması şart.
Silahlı grupların silahsızlandırılması isteniyor. Bu işin içinde kanlı eller var. Dışarıda da bazı güçler sorumlu diyor Annan. Biz de bunların hepsini savunuyoruz zaten. Dışarıda söylenen sözler ve alınan kararlar ilgilendirmez. Biz kendi halkımızın ne diyeceğine bakarız.
- Metinde sizi rahatsız eden unsurlar var mı?
Suriye’nin egemenliğinin korunduğu çatı altında her şeyi konuşuruz. Kimsenin egemenliğimize müdahalesine izin vermeyiz. İçişlerimize karışan herhangi bir davranışı kabul etmeyiz. Suriye halkının karar vereceğinin söylenmesi, beni memnun etti. Benim de söylemim bu zaten.
- Siz Lavrov’un açıklamalarından memnunsunuz, ama Clinton da “Esad gitmeli” diyor. Hangisini daha çok dinliyorsunuz?
Ben genel olarak Amerikan yöneticilerinin hiçbir sözünü ciddiye almam. Çünkü ABD başından beri bize düşman. Her söylemleri ve davranışlarında belli. Onlar teröristlerden yana.
- Cenevre belgesinde sizin gitmenizi ima eden bir madde var mı?
Beni ilgilendiren tek şey, o metinde yer alıyor. O cümle de şu: Suriye’nin geleceğine Suriye halkı karar verecek. O cümle oldu mu, bize yeter. Dış müdahale mi istiyorsunuz? Yoksa Suriye halkının egemenlik haklarına saygı mı göstereceksiniz? Belge dış müdahaleden söz etmiyor. Suriye halkının kararına saygı vurgusu var. O da benim için yeterli.
- Geçici hükümetin Esad’la mı Esad’sız mı olacağı tartışması var. Siz bu tartışmaya nasıl bakıyorsunuz?
Uluslararası ve bölgesel söylemler beni ilgilendirmez. Yok Esad’lıymış, yok Esad’sızmış. Dışarıdan empoze edilen hiçbir şeyi kabul etmeyiz. Her şeyi kendi iç dinamiklerimizle belirleriz. Ben kişisel olarak koltuğu düşünmüş olsaydım Amerikan telkin ve talimatlarını yerine getirirdim. Petro-dolarların peşinde koşardım ve kendi ilkelerim ve ulusal tutumumdan vazgeçerdim. Ama daha önemlisi ülkemde füze kalkanı kurmasına izin verirdim.
‘Ülkem kurtulacaksa bir gün bile durmam’
- Görevi hangi koşulda bırakırsınız? “Bu süreç yeter ki işlesin, gerekirse ben görevi bırakırım. Ben olmasam da olur” diyebiliyor musunuz?
Evet tabii ki. Benim kalmam ve gitmemle halkım ve ülkem kurtuluyorsa niye tutunayım ki. Bir gün bile kalmam. Tersi doğruysa yani halk beni istemiyorsa o zaman da zaten seçim var. Halk istiyorsa beni gönderir.
- Ölene kadar bu koltukta oturacak mısınız?
Asla koltuk merakım olmadı. Benim yaşam biçimim bir şeyler yapabilmek, üretmek üzerinedir. Kişisel olarak da bir odada insanlar benden rahatsız oluyorsa çeker giderim de. Ülkemde de milyonlarca insan beni istemediğinde tabii ki giderim. İstenmediğim yerde niye oturayım?