KAYNAK : Haber Vitrini
Cesaret edilemeyen manşetler..
Farklı olmaya bir türlü cesaret edemiyoruz.. Gazetecilikte ilke "Farklı ve özel olmak"tan çıktı.. Sürüden ayrılmamaya döndü..
"Aman herkeste olan bende de olsun" diye yönetiliyor, gazeteler, ana haberler..
Çünkü hesap, herkeste olan sende olmadı mı soruluyor..
"Bu resim bizde niye yok" diyor artık şefler silsile-i meratip halinde, genel yayın müdürüne kadar.. "Bu bizde niye yok.."
Gazeteciliği öldüren soru işte bu..
RTE, İtalya'ya gazeteci ordusu ile gitti. Anca beraber, kanca beraber.. Açın, okuyun, dinleyin, seyredin, hepsi ayni şeyi anlatıyor, farklı olmalarına imkan da yok zaten..
O zaman niye manşet, hepsi tıpkısının aynisi haberler her yerde?..
Çünkü farklı olma cesareti kimsede kalmamış..
"Yarın bütün gazeteler bu haberle çıkacak. Ben farklı çıkmalıyım.. Bu gece tüm ana haberler bununla başlayacak, ben farklı olmalıyım" demek, bir yürek ister, bir de yerine koyacak haber..
Bakın ikincisi var.. Bu ülkede hergün, fena halde var..
İşte size iki haber.. Öylesine derin ki ikisi de.. Günler sürecek diziler, dosyalar yapılır, yer yerinden oynatılır, kıyamet koparılır, halk, kamuoyu, okur da öylesine yanına alınır..
Bizim medya bu haberleri içerden verdi geçti, ertesi güne yansıtmadan unuttu..
İşte birisi..
Adamın bir gözü kör. Eski bir cinayet hükümlüsü.. Yani adam öldürmekten içeri girmiş çıkmış.. Ehliyeti yok.. Taşımacılık yapma yetkisi de yok.. 15 kişilik minibüse 28 kişi doldurmuş.. Hız yapıyor. Uçurumda uçuyor. Dört ölü 28 yaralı..
Hız yaptığı, otobüs değil.. Öğrenci servisi.. Ölenler çocuklar.. En kıymetli varlıklarımız.. Geleceğimiz..
Şu girmeye uğraştığımız Avrupa'da olmaz ya, kimse aklına dahi getirmez ya, diyelim oldu, yer yerinden oynardı..
Bizde ne oldu?..
Ne oldu, utanmaz, sıkılmaz, sorumsuz medya.. Ne oldu, aldırmaz, unutkan yöneticiler..
Bir ülkede bir katil, hem de kör, hem de ehliyetsiz, hem de ruhsatsız, hem de öğrenci servisine nasıl şöför olur, 15 kişilik yere nasıl 28 kişi doldurur?.. Okullar açılalı üç ay oldu. Üç aydır böyle.. Kaza olmasa haberimiz olmayacak. Daha kimbilir kaç servis var böyle bu ülkede..
Bu ülkede devletin, devlet otoritesinin sıfır olduğunu gösteren daha iyi örnek olur mu?. İnsan bu kadar suçu üç aydır nasıl korkusuz işler?.. Hiç mi aklına gelmez, denetlenmek, yakalanmak..
Gelmez.. Çünkü devlet yok.. Gelmez çünkü denetleyen medya yok..
Ey medya yöneticileri..
Servis işinin nasıl bir rant olduğunu, nasıl mafyalaştığını bilmez misiniz?..
Bu kaçımncı servis rezalet, olayı?..
Peki niye gitmezsiniz üzerine.. Niye çocuklarımızı tertemiz ellere emanet edene kadar savaşmazsınız?.. Ne biçim gazetecisiniz siz?..
Bu rezillik kör katilin suçu günahı değil.. Onun bu kadar pervasız, bu kadar rahat direksiyona oturmasına izin veren devletin ve medyanındır..
Şimdi bu kazayı manşet yapıp, yüreğinin yettiği yere kadar gittin mi, servis mafyasına dalmaktan korkmadın mı bak iş nerelere varır..
Boş ver, ver içerden haberi, geç git, sana ne?..
"Forza Türkiye" demişler ya RTE ile Berlusconi, hep beraber onu bağırırız, biter gider..
Forza Türkiye.. Hadi git bakalım, gidebilirsen..
****
Bir yargıç intihar etti.. İç sayfalardan tek sütun.. Oysa muhteşem bir manşet.. Türkiye'de yargı gücünün hal-i pür melalini anlatmak için bundan iyi manşet olur mu?.. Başla bu manşetle.. Ondan sonra bu ülkede adaletin nasıl yaşanması mümkün olmayan, nasıl en rezil hapishanelerden daha rezil mekanlarda, nasıl çağ dışı metodlarla, nasıl, toz, küf içinde, nasıl güneş görmeden, nasıl, bir yanda tehditler şantajlar öte yanda akıl almaz rüşvet teklifleri arasında, nasıl iki dakikada bir dosya geçmeye zorlanarak tecelli ettirilmeye çalışıldığına dikkati çek ve..
"Bu koşullarda intihar eden değil, etmeyen haberdir" de bakalım..
Adalet mülkün, yani devletin temeli.. Sen adaleti bu kadar horlarsan devlet kalır mı ortada..
İstanbul Beşinci Ticaret Mahkemesi Hakimi Hüseyin Deveci'nin intiharı, kendini yakan terörist kadar ilgi uyandırmadı bu ülkede..
Yazıklar olsun..
Bir gazeteci, bir tek gazeteci peşine düşse, bu ülkenin aslında en büyük sorununu deşer, enaz 10 gün sürecek bir dizi ortaya çıkarır ve hergün insanlara "Vay anasını" dedirtirdi.. "Vay anasını.."
Hani nerde o gazeteci?.. Hani nerde o medya..
RTE ile Berlusconi,ile el ele tutuşmuş.. "Forza Türkiye" demişler.. Her gazete, her ana haberde o..
Bu medya ile Forza değil, Forsa Türkiye oluruz biz..
Yani kürek mahkumu..
****
Bir kişi çıksın bir gün.. Bir tek kişi.. Hergün birinci sayfayı hazırlarken "Yarın ben farklı olacağım" desin.. "Ben yarın farklı olacağım.. Çünkü.. Olmalıyım" desin..
Ellerinden öpeceğim..
Bir bilene, iki soru..
Rona Aybay Hocam'ın köşemde yer alan yazıları tam beklediğim ilgiyi uyandırdı. Hukuku, herkesin anlayacağı ve hoşlanacağı dille yazan Hocamı, bu köşede tutabileceğimi sanmıyorum. Yakında kaparlar..
İşleri yoğun, yazması kolay değil. Bu defa ben aradım.. İki soru için..
Son günlerin iki önemli sorusu..
Birisi, Cumhurbaşkanı Sezer başlattığı hukuk tartışması. Sezer bir kişi için kural değişikliği yapılmasının hukuku zedeleyeceğini söylemişti. Biz tam tersini yazdık. "Hukuk, hak ve adalet düzenidir. Kurallar dizisi değil. Kural amaç değil amaçtır" diye anlatmıştık. Yasal bir seçimle halkın seçtiği lider RTE'nin başbakanlık yolunun açılması gerektiğini savunmuştuk.
"İnsan Hakları Hukukçusu" Rona Hocam "Herşeyi hem de nasıl bir hukuk dili ile anlatmışsın. Ekleyecek tek kelimem yok" dedi.. "Sen gene de 'De' Hocam dedim.. Rona Aybay'ın demesi ile benim demem farklı etki yapar.."
"Diyecek bir şey bırakmamışsın" diye ısrar etti.
Hocam da ayni fikirde.. Hukuk RTE'nin başbakanlık yolunun açılmasını gerektiriyor. Hem de mümkün olan en büyük hızla. Geciken hukuk değildir bir, ülkenin, emanetçi, kukla, ya da ikisi birden kişiler tarafından yönetilmesinin, hem de bugünkü ülke ve dünya ortamında büyük mahzurları vardır.
İkinci sorum, RTE'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) baş vurusu üzerine oldu.
"Şimdi bir yanda davacı RTE var. Bir yanda da davalı hükumet.. Bugün hükumet de RTE.. Davalı, davacı sıfatları ayni kişide birleşiyor, ne olacak?.."
Hukukta bu iki sıfat ayni kişide birleşirse, dava düşer. Burada durum nasıl..
Bosna İnsan Hakları Mahkemesi üyesi Rona Hocam anlattı..
"Bir defa AİHM'de davacı ve davalı taraflar yoktur. Kurallarda bu deyimlerin kullanılmasından dikkatle kaçınılmıştır. Burada 'Başvuran ve yanıt veren' vardır. Başvuran Recep Tayyip Erdoğan'dır. Yanıt veren de Türkiye Cumhuriyeti.. TC adına bu cevap hakkını kimin kullanacağı bizim ülkede hala tartışmalı. Adalet Bakanlığı 'Bizim işimiz' der.. Dışişleri Bakanlığı 'Bunlar uluslararası işlerdir. Sizin aklınız ermez, ben yanıtlayacağım' diye karşı çıkar.. Her neyse.. Yanıt veren devlettir. Hükumet devlet adına bu yetkiyi kullanır. Yani nerden bakarsan bak, burada davacı davalı sıfatlarının ayni kişi, ya da kurumda toplanması mümkün değil.."
"Değil de hocam, gene de zor.. RTE, Türkiye'yi şikayet ediyor. Savunmayı Türkiye adına RTE veya onun adamları yapacak. Bu nasıl iş.. RTE başvurusunu geri alamaz mı işi uzatmamak, polemik konusu yapmamak için?.."
"Alabilir tabii.. Ama 'Aldım' demesi yetmez. Çünkü ülkesinde baskı altında kalarak da geri almış olabilir. Kararı mahkeme verir. İnanırsa samimi olduğuna kabul eder.. Bir çözüm daha var. AİHM Hukukunda bunun adı, dostça uzlaşma.. Taraflar 'Biz aramızda anlaştık' diye başvuru yapabilirler. Mesela konumuzu örnek alırsak 'Biz RTE'nin Meclis'e girmesini engelleyen yasaları en kısa zamanda değiştirme kararı aldık' diyebilirler. Yalnız bu durumda da, dostça uzlaşmayı gene mahkemenin kabul etmesi gerekiyor. Uzlaşmanın samimi ve gerçekçi olduğuna inanacaklar.. Ben çözümün bu yolda bulunacağına inanıyorum."
Van Kilimleri
e-maili görünce ne sevinmiştim.. O eşsiz Van Kilimleri sergisi gene açılıyor diye.. Ne harika iki kilim almıştım üç yıl önce.. Okuyunca anladım ki, bu defa şansım yok. Sergi Ankara'da imiş, meğer bu kez.. Zafer Çarşısı'nda.. Sıhhiye'de..
Türkiye Eğitim Kültür ve Sosyal Hizmetler Vakfı'nın çabaları ile ortaya çıkıyor kilimler ve sergiler.. Pazar akşamına kadar Ankaralılar.. Pazar akşamına kadar.. Almanız şart değil.. Gidin, gezin, güzellikleri görün, içiniz açılsın..
Devlet tribünde..
Ali Kırca ile İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir'i keyifle izledim.. Ali, vehametin farkında olan ve üzerine cesaretle giden belki de yegane medya sorumlusu..
Kutsal ittifak medyası geleceği belli olan cezayı ucuzlatmak için, akıl almaz çirkin iftiralar ve komplo teorileri ile, Galatasaraylı futbolculara maç boyu saldıranların tribünlere Fener formaları ile sızan tahrikçiler olduğunu manşetlere çeker, kulüplerine seyircisiz oynama, hatta hükmen mağlubiyet cezası verilmesin diye vahşeti bir kez daha sulandırır ve federasyon ve kurullarını eyyama zorlarken, Kırca "1.5 milyar para ve maçı Ankara'ya taşıma, ceza değil, ödüldür" diyen tek cesur yürek oldu.
İsmet Arzuman'ın anonslarına saldıran, verilen cezayı etkisiz hale getiren medya ve bu medyadan korkan hakemler, gözlemciler, federasyon ve kurulları bundan böyle doğacak kanlı olayların tüm sorumluluğunu alırken, İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, gürledi..
"Devlet tribün terörünü önleyecektir."
Özdemir, fitneyi kaynağında basma, daha maça gelmeden önleme yolunda en cesur ve en kararlı adımların atılacağını, gene de sızan olursa, her ne pahasına olursa olsun, bunların tribünden alınacağını söyledi.
"Mahkemeler serbest bıraksın, beni ilgilendirmez. Bunlar organize suç örgütleridir. DGM Savcımızla da konuştum. Bundan böyle bunları DGM'ye göndereceğiz. Her maçtan önce, sırasında, sonrasında suçluları yakalayacağız.. Organize tribün terörünü önleyeceğiz" derken, jestleri, mimikleri ve ses tonu ne kadar kararlı olduğunu da gösterdi.
Özdemir, bir Kayseri-Sivas faciasının İstanbul'da tezgahlanmasını önlemek üzere yola çıkmış. Ne Fenerli medya, ne popülist kulüp yöneticileri, araya girip sulandırmaya kalkmasın sakın. Kurunun yanında yaş da yanacaktır belki.. Yansın varsın..
Tribünlerde ölüm, tribün dışında şiddet, tehdit ve şantaj istemiyoruz artık..,
Bu kararlılıkla tribün hainlerinin üzerine gittiği sürece Hasan Özdemir'in yanında, ona engel olmaya çalışan herkesin de karşısında olacağız.
Programlama sanatı..
Bir reyting savaşı var, acımasız, kanlı.. Peki nasıl yapılıyor bu savaş.. Kimse kızmasın, al birini vur ötekine.. Hepsi birbirinin ayni.. Kimse düşünmüyor ki..
Programcılık bir sanattır.. Sadece kafa kullanılarak pek çok şey başarılabilir.. Elinde ille de "Aman Çocuklar Duymasın" dizisi olması şart değil..
Şimdi bakın..
Cuma, cumartesi ve pazar geceleri bu ülkede, bir hayli büyük bir seyirci kitlesini ekranlar önünde toplayan maç yayınları var..
Bu maçlar cuma günleri 21.45, diğer günler 20.45'de sona eriyor.. 15 dakika da maç sonrası yorum ve röportajlara koyun.. Cuma 22.15, cumartesi, pazar 21.15'te ekran önünde toplanmış, ne yapacağını bilmeyen milyonlarca insan var. Hazır seyirci.. Tam bu günler ve bu saatlerde başlayacak mesela filmler koysanız, bu filmleri de, maç seyircisini, yani, enerjik, dinamik ve kafası genç insanları düşünerek seçseniz, hazıra konar mısınız, konmaz mısınız?..
Bakın, maçları yayınlayan DigiTürk bile, sinema salonlarının seanslarını maç günleri maça göre ayarlama gereği duymuyor.. Maçlar, yorumlar bitiyor.. Elinizde uzaktan kumanda, yeni başlayan bir şey aramaya çıkıyorsunuz.. Yok.. Yok oğlu yok..
Hepsi maçları yok farzetmiş.. Bütün kanallarda yarısına gelmiş programlar, diziler, filmler.. "Allah kahretsin" diyor ve televizyonun önünden ayrılıyorsunuz..
Hazıra konmayı bilmeyenler, düşünemeyenler, nasıl TV programlaması yapıyorlar peki..
Çelebi bizde böyle olur işler.. Herkes ne yapıyorsa, sen de onu yapar, geçer gidersin..
(Hıncal Uluç/Sabah)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:40