Nur-u Muhammedi - 26!.. Kahin'i sarsan Peygamber Efendimizin dedesinin rüyası
NUR-U MUHAMMEDİ (26)
KAHİNİ SARSAN ABDÜLMUTTALİB’İN ‘RADIYALLÜHÜ ANH) RÜYASI
Haşim’in “Rahmetullahi teâlâ aleyh” Selma Hatundan bir oğlu oldu. Adını da, “ŞEYBE” koydular.
Şeybe’nin lakabı sonradan Abdülmuttalib oldu.
Abdülmuttalib ’in “Rahmetullahi teâlâ aleyh ”gözleri kudretten sürmeli idi.
Son derece güzeldi ve cemal sahibiydi.
Kahraman ve heybetli bir kimse idi.
Babası Haşim; Beniâmir Bin Sa’saa kabilesinden Safiyye bnt. Cündeb namındaki hanımı Abdülmuttalib’e nikâh aldı.
Abdülmuttalib ‘in “Rahmetullahi teâlâ aleyh” bu hanımdan Haris namında bir oğlu oldu. Sonradan onun künyesine; EBÜLHARİS denildi.
Abdülmuttalib 25 yaşına geldiği zaman, babası Haşim “Rahmetullahi teâlâ aleyh ”rahatsızlandı.
Oğlu Abdülmuttalibe’e şöyle dedi;
- Ey oğul. Benînadr kabilelerinin Benîmahzumu’nu, Benilüey’ini, Benifehd’ini ve Benigalib’ini cümleten davet edip çağır.
Çağırdıklarının hepsi toplanınca Haşim onlara şöyle hitab etti;
- Ey Kureyş topluluğu. Siz İsmail’in çocukları ve seçmelerisiniz.
Allahü teala sizleri, harem-i muhterem’i için seçti.
Bugün ben cümlenizin reisiyim.
Nezar’ın sancağını, İsmail’in yayını, Sikaye-i Hüccac’ı (Hacılara su verme işini) Kâbe’nin anahtarını. Bütün bunları oğlum Abdülmuttalib’e verdim.
Bu benim vasiyetimdir. Kabul edip itaat edin.
Orada olanların hepsi birden, “Can baş üstünedir. Vasiyetine ve sözlerine itaat ettik” dediler.
Haşim “Rahmetullahi teâlâ aleyh” kısa bir süre sonra vefat etti.
Oğlu Abdülmuttalib, babasının vasiyeti icabı yerine geçti ve Mekke’ye hakim cümleye reis oldu.
Tam bir izzet ve yücelik buldu. O kadar ki; Kisra bin Hürmüz hariç çevredeki bütün sultanlar hac mevsiminde türlü türlü hediyeler gönderip Abdülmuttalib’e “Rahmetullahi teâlâ aleyh” tazimlerini arz ederlerdi.
Yağmur yağmadığı veya kıtlık olduğunda Kureyş, Abdülmuttalib ile yağmur duasına çıktıklarında Allahü teala’nın izni ile vücudunda bulunan Nur-u Muhammedi hürmetine yağmur yağar ve bolluk olurdu.
Taşıdığı o şanlı nur dolayısıyla Abdülmuttalib’de“Rahmetullahi teâlâ aleyh” tam bir heybet hasıl olmuştu.
Onu görenler bu heybetinden etkilenir, saygı gösterip ikramda bulunurlardı.
Bir gün Abdülmuttalib’e “Rahmetullahi teâlâ aleyh” rüya aleminde şu tembih edildi;
- İsmail’in çocuklarından birisi Zemzem kuyusuna, kızıl altından yapılmış iki geyik heykeli, 100 adet Süleyman’a ait kılıç, 100 tane Davut’a ait zırh bıraktı. Onları çıkartıp al.
Abdülmuttalib bunları çıkartıp almaya teşebbüs etti ama Kureyş Kabilesi buna müsaade etmedi.
Karşı çıkıp engellediler.
Abdülmuttalib’in o zamanlarda Oğlu Haris ’den başka oğlu yoktu. Bu yüzden itiraz edenlere karşı koyamadı.
Bunun üzerine doğruca Beyt-i Mükerrem’e geldi.
Hak teala’ya tazarru ile niyaz etti.
Alnında bulunan Nur-u Muhammedi’yi şefaatçi bilip dua ederek niyazda bulundu.
En sonunda da şöyle bir adakta bulundu,
-Eğer 10 tane oğlum olursa. Onu da erkeklik çağına gelip bana yardımcı olursa. Kureyş’in Zemzem kuyusunu almama engel olmalarını def ederse.. Zemzem kuyusunun suyu çekilmeden o şeyleri elde edersem Kâbe-i Mükerremede Allah rızası için oğlumun birisini kurban edeceğim.
Bundan sonra Abdülmuttalib, Hale bnt Vüheyb bin Adbimenaf isimli bir hanımı nikâhına aldı.
Bu hanımından Hazret-i Hamza ve kardeşi doğdu.
Arkasından Lübba bnt. Hacer’i helali yaptı.
Bundan da Ebu Leheb doğdu.
Arkasından Ebile bnt. Hübab isimli hanımla nikâhlandı.
Bu hanımından Hazret-i Abbas ile birlikte ikiz kardeşi doğdu.
Hazret-i Abbas ( Radıyallahü anh) şöyle anlattı:
- Bir gün babam Abdülmuttalib hücrede uyuyordu. Aniden titreyerek uyandı. Tezce yerinden kalktı. İzarını sürükleyerek acele ile giderken gördüm kendisini.
Kendi kendime, “Babam böyle aceleyle nereye giriyor?” diye sordum.
Sonra arkasından gittim.
Babamın Kehene isimli rüya tabircisine gittiğini gördüm.
Kehene babamdaki korku halini görünce sordu, Abdülmuttalib “Rahmetullahi teâlâ aleyh ”şöyle anlattı;
- Görülmemiş bir rüya gördüm. Arkamdan beyaz bir zincir çıktı dörde bölündü.
Bir tarafı maşrık vardı.
Bir tarafı Mağribe vardı.
Bir tarafı göklere yükseldi.
Bir tarafı her yere girdi.
Bunlara bakarken; Bir yeşil ağaç peydah oldu. Gayet güzeldi.
Dünyada ne kadar yemiş varsa hepsi onda mevcuttu.
Hiç kimse öyle güzel ve öyle nurlu bir ağaç görmemiştir.
Bütün dünya ehli, Arab’ı ve diğerleri O’na secde ediyorlardı. Onun nuru her an artmakta idi.
Kureyş ’den bir bölük cemaat onun dallarına yapıştılar.
Yine Kureyş ‘den bir bölük cemaat o ağacı kesmeye toplandılar.
O sırada bir güzel yüzlü kimse zuhur etti. Ondan daha güzelini hiç görmedim.
Geldi; o ağacı onların elinden kurtardı.
O ağacın nurundan biraz almak için elimi uzattım.
O güzel yüzlü kimseye sordum;
- Bu nur kime nasib olacak?
Şöyle buyurdu;
-Bu ağacın dallarına yapışanlara nasib olacak.
O nurlu kimsenin güzelliğini (Yahut ağacın güzelliğini) seyredip dururken, ağacın altında iki ihtiyar gördüm.
Son derece güzel ve heybetli duruyorlardı.
Bu ihtiyarlara “Siz kimsiniz? Diye sordum.
Onlardan biri, “Ben Nuh Peygamberim” öteki ise , “Ben İbrahim Peygamberim” diye cevap verdi.
Babam rüyasını böyle tafsilatıyla anlatınca; Tabirci Kehene’nin rengi değişti.
Kehene babama şöyle dedi;
Rüyan doğru ise. Senden ahir zaman peygamberi vücuda gelir.
Cümle yer ve cümle gök ehli maşrıktan mağribe kadar onun nübüvvetini tasdik edip O’na ümmet olmayı kabul eder.
Semaya Miraç için çıkar.
Sonunda Beka alemine teşrif eder.
Bir bölük onu inkâra yeltenir ve helak etmeye kalkışırlar.
O kimse İslam dininin münevveridir. Helakine kastedenleri kahreder. O’na düşmanlık edenlerin hepsi İslam saltanatı altında kahra uğrar.
Nuh’un (Aleyhisselam) o ağacın altında bulunması şuna delalet eder; O’nu helak etmeye kalkışanlar tıpkı Nuh’un( Aleyhisselam) kavmi gibi gazaba uğrar.
İbrahim’in ( Aleyhisselam) o ağacın altından görünmesi. Bu da şuna delalet eder;
O’na tabi olanlar Haliliyet milleti ile müşerref olup Muradlarına vasıl olurlar.
O’nun şeriatı; Nesh olmaktan, tedbilden ve tegayyürden beri olup şeriatın ve ümmeti devamlı ve sebatlı olur.
O’nun dini; doğru, hayırlı ve kolay olur.