Medya
  • 18.9.2023 09:00

Sohbet : 15.. Talebeliğin alameti

SOHBET
TALEBELİĞİN ALAMETİ
Gözyaşı gözden değil, kalpten çıkar. 
Bedende diğer his organları akla bağlı iken, sadece göz kalbe bağlıdır. 
Göz, kalbi ve kalbin halini yansıtır. 
Göz gülüyorsa kalp gülüyor demektir. Göz ağlıyorsa kalp ağlıyor demektir. 
Gözden gelen her damla kalpten çıkar. 
En kıymetli gözyaşı, Allah korkusuyla akıtılan gözyaşıdır.
Korku sevgiden gelir.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu;
- Allah’ın azabından korkarak gözyaşı döken bir kimseyi, süt memeye tekrar girinceye kadar (Süt memeye asla girmeyeceğine göre) Cehennem ateşi yakmaz.
‘Mahşerin Seyyid’i Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmetinin üzerine gelen cehennemi bu gözyaşlarını üzerine serperek sakinleştirdi. (Bu konuyu sonra yazacağım nasib olursa)
Dikkat ederseniz büyükler talebelerinin gözlerine bakarak sohbet ederler. 
Büyükler onların gözlerine bakarak, aslında talebelerinin kalbine dokunur. 
Sonuç olarak; göz, mümin içinde kâfir içinde kalbin durumunu gösterir
Müminin nuru da göze, kâfirin zulmeti de göze vurur. 
Gözün hususiyetini Cenabı Hak vermiştir. 
Diğer his organları, içinde bulundukları durumu olduğundan farklı gösterebilir. 
Kulak duymak istemediğini işitmez. Dil yalan söyler. Ancak göz yalan söylemez.  
Allahü teala göze, yalan söylemesini yasaklamıştır. 
Kişinin; huyu, karakteri, davranış biçimi ve tüm bulgularını anlamak için gözüne bakmanız yeterlidir. Az-çok fikir sahibi olursunuz.
Göz öyle masum organdır ki; kalbin bağlı olduğu vücut yalan söylediğinde bile göz yalan söyleyemez. 
Kişi bu durumda gözlerine bakıldığı anda hicap duyar
Bu yüzden yalancılar insanın gözüne bakamazlar. Çünkü göz edeplidir. Onun edebi et parçası olduğundan değil, kalpten gelir. 
Gözünü haramdan sakın sözü de buradan gelir. 
Göz harama bakarsa, kalp bundan etkilenir. Kalp etkilenince nefs şehvetle kandırır. Sonuçta günah işlenir.
Kalp; yumuşaklık ve doğrulukla Allahü teala’ya açılan kapı gibidir. 
Bu yüzden gözde hayâ olur. 
Suç işleyenin gözü, mutlak utanç ile bakar. O nedenle de başkasıyla göz göze gelmek istemez. 
Onun bu utancı bedenden değil kalpten gelir. 
Büyükler bunu bildiğinden, talebeleriyle göz teması kurarlar. 
Bu kişi sohbete geldiğinde, hocası onunla göz teması kurarak kalbini temizler. 
Kalp kararıp ziftleştiğinde, göz de akla bağlanır. Bir kişi gözünü kaçırarak konuşuyorsa, onda hayat belirtisi vardır. 
O işlenebilir. 
Açık açık, gözüne bakarak yalan söylüyorsa, o kalp kaymıştır. Kalbi kokmuş ve çürümüştür. Ona bir şey tesir etmez. Çünkü artık kalbi kömürleşmiştir. 
O kömürleşme nedeniyle gözü ile kalbi arasındaki irtibat da kopmuştur.
Maliki mezhebi âlimlerinden ve büyük evliya Dâvûd-i İskenderî Hazretleri şöyle buyurdu; 
Bir kimse birini severse, onun bu sevgisi, bu sevgiye kavuşmasına sebep olanı da sevmeyi gerektirir.
Bir talebe, kendisine ilim ve edeb öğreten ve hakîkî âlim olan hocasına edeb ve muhabbetle nazar edince (bakınca), Hak yoluna girmiş olur.
Bakış durumlarına göre gözler dört kısımdır. 
Birincisi; peygamberlerin gözleridir ki, görüşü kuvvetli ve keskindir. Tesirini ilk bakışta gösterir. Bu gözlerin sıhhati tamdır. 
İkincisi; veli zatların gözü olup, bunların da sıhhatleri tam olmakla beraber görüşleri birinci kısımdakiler kadar kuvvetli değildir. 
Üçüncüsü; Mü’minlerden gâfil olanların gözüdür ki, görünüşte var olduğu hissedilir ve görülür. Fakat görüşü zayıftır, tesir etmez. Yani perdelidir. 
Dördüncüsü ise; kâfirlerin gözü olup, kördür ve hiçbir hakikati göremezler. Dünyaya gelip, kâmil bir mürşidin (yol göstericinin) manevi terbiyesi ile yetişmeden ölen bir kimse, mülevves, yani kirli ve pis olarak ölür. İsterse, insanların ve cinlerin sayısı kadar ibâdet yapmış olsun.
Kendisinden ilim ve edeb öğrendiğin üstada hizmet, babaya hizmetten önce gelir. Çünkü baba; senin, bu birkaç günlük keder ve sıkıntı âlemine gelmene vesile oldu. 
O kıymetli üstad ise; seni safa âlemine, yüce âleme yükseltmekte, ebedî saadetine vesile olmaktadır.
Müslüman daima hocasının sözünden çıkmayacak ki, bir hata yapmaya. Eğer bir Müslüman hocasının sözünden çıkarsa, işte o zaman felaket kaçınılmaz olur.
İnsanın hata yapmamasının, insanın yanlış yapmamasının, insanın yoldan çıkmamasının ilk şartı hocasının sözünden çıkmamaktır. 
İşin aslı, esası, hülasası budur. 
Hocasını takip etmeyenin yolunu şaşırması ve yönünü kaybedip ortada kalması kaçınılmazdır.
Büyükler, bu geniş derya ve denizde yol bilmeyenin rehberidir. O deryada kendi başına doğru yolu bulman ve hep doğru yol üzeri olman imkânsıza yakındır.
Büyükler; Körlerin gözü, sağırların kulağıdır
Onun için, büyüklere yapışabildiğiniz kadar yapışın. Hocanıza yapışabildiğiniz kadar yapışın. Hocana yapışmak; onun kitaplarına yapışmaktır, hocana yapışmak onun anlattıklarına yapışmaktır, hocana yapışmak onun söylediklerine yapışmaktır. Ve dahi hocana yapışmak hocanla kalbin arasında bir bağ kurup o bağ ile ona sevgi ve muhabbetini sürekli parlatmaktır. 
Bunlar olmadan talebe olunmaz. Bunlar olmadan talebelik de yapılmaz.
Doğru bir yola ve doğru bir büyüğe bağlı olan, talebe olan bir kimseden beklenilen şey; pamuktan daha yumuşak olmasıdır. 
Hakiki bir talebe için pamuk bile daha serttir. 
Bir müminden, bir gerçek talebeden beklenen şudur; Hocasına karşı pamuk, hocasının düşmanlarına, onların yoluna ve din düşmanlarına karşı da çelik gibi olmasıdır. 
Bu ikisi olmayı aynı anda başaran kimseye "Salih talebe “denir. 
Talebe ilmini hocasından alır.
Kamil bir talebe hocasından 3 yolla ilim alır.
1- Yazdıklarını okuyarak
2- Söylediklerini dinleyerek
3- Kalbindeki aşkı kuvvetlendirip feyz alarak.
En iyi talebe; “Ben bilmem hocam bilir diyen talebedir.
Mürşid (yol gösterici, rehber);  ilâcı, tedavi olmak yolunu gösteren değil, bizzat tedavi eden, manevi olarak terbiye edip, yetiştiren ve kişiyi salih bir mümine çeviren zattır. 
Davud-i İskenderî Hazretleri insanları iki kısma ayırdı;
Birinci kısım, dünyâ ile uğraşanlar olup, onu imar etmeye çalışır. Onun yolunun esası dünyâ ile uğraşmaktır, 
ikinci kısım insanlar ise, mana âlemi ile manevi işlerle uğraşan kimseler olup, bunlar, matlûba (Allahü teâlâya) kavuşmak, O’nu talep etmek arzusuyla yanarlar. Bütün gayretleri bunun içindir.
İşte bir büyüğün yanında bulunan ikinci kısım talebeler, hakiki talebelerdir.
Seçilmiş talebe olmanın emareleri nedir? 
Hocasından aldığı ilmi kendi hayatında tatbik ediyor ise…
Hocasına daima ‘Peki’ diyor ise…
Hocasının sohbetinde dünya aklından çıkıp, manevi dünyaya giriyorsa…
Hocasının yanından ayrıldığın anda bile hocasını özlüyor ise…
Hocasına kalbinde çok yüksek muhabbet ve sadakat duyuyor ise...
Hocasını; çıkarsız, hesapsız ve sebepsiz seviyorsa…
Hocasını gördüğünde ve andığında yüzünde gülücükler açıyorsa…
Hocasını her gün anıp dua ediyor ise…
Kalbinde hocası önüne hiç kimseyi koymadı ise…
Bu haller talebenin hocası tarafından seçilmiş talebe olduğu delalet eder. 
Bu şartların hepsini sağlayan vilayet makamına yükselmiş talebedir.
Bir kısmını sağlıyor ise bile muhtemel seçilmiş talebe olduğunu gösterir.
Bu şartlardan hocasını bir dünya çıkarı için sevenler gerçek talebe olmadığı gibi talebe de olamazlar. Talebe ahireti talep edendir. Dünyayı talep edenlerin akibeti felakettir.
Rabbim cümlemizi seçilmiş talebe kılsın (ÂMİN)
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Güncellenme Tarihi : 4.1.2024 00:55

İLGİLİ HABERLER