Zaman yazarlarından Erdoğan'a küçükseyici lakap
Zaman yazarları Erdoğan'a lakap taktı
Zaman gazetesinin yazarları Abdülhamit Bilici ve İhsan Dağı hükümetin dış politikasını eleştirdiği gibi bir de lakap taktı.
Son dönemlerde Zaman gazetesi yazarlarının hükümete yönelik yaptığı sert eleştiriler dikkat çekiyor. Ancak bugün hükümetin dış politikası eleştirilmekle kalmadı Erdoğan'ın 3. dönemi için ifade edilen "ustalık" kelimesi de alaya alınarak yeni bir lakap takıldı ve "acemi torun" denildi.
TÜRKİYE'YE ORTADOĞU DERSLERİ
Zaman gazetesi yazarı Abdülhamit Bilici, "Türkiye'ye Ortadoğu dersleri" başlığı attığı yazısında hükümetin dünya siyasetine Osmanlı'daki dedelerini örnek alarak "Ben de yaparım" deyip atlayarak her şeyi karıştırmasının acemi torun hali olduğunu söyledi.
400 yıllık Osmanlı döneminin 1. Dünya Savaşı ile sona ermesinin ardından ilk defa bu kadar olumlu hale geldiğini söyleyen Bilici, bu tablonun bizi önce kendimizle ilgili abartılı bir değerlendirmeye neden olduğunu ve yanlışlar yapmaya başlattığını söyledi.
USTALIĞI KAZANMAK İÇİN EKSİĞİMİZ VAR
Bilici hükümetin ustalığı kazanamadığını şu sözlerle ifade etti "Bölgeyi büyük inceliklerle 4 asır yöneten dedenin torunu olduğumuza kuşku yoktu ama o ustalığı kazanmak için daha çok eksiğimiz vardı. Diplomasimiz, siyasetimiz, üniversitemiz, medyamız aynı derecede acemiydi. Ne Osmanlı ne Cumhuriyet tecrübesini yeterince kale aldık. Bilen birkaç kişiyi de heyecanımıza soğuk geldiği için dinlemedik. "
ACEMİ TORUN İÇİN BU DERS AĞIR DEĞİL Mİ?
Yazısında Suriye, Irak ve Mısır'da yaşananları aktaran Bilici, bunun Ortadoğu ve dünyanın Türkiye'ye ders verme tablosu olduğunu belirterek "Acemi torun için bu kadar kısa sürede, bu kadar ders biraz ağır değil mi?" diye sordu.
DÜNYADA DOSTUNUZ YOKSA DEMOKRASİ DE ZOR
Bilici gibi İhsan Dağı da bugün dış politikayı "Dünyada dostunuz yoksa demokrasi de zor" başlıklı yazısında Dağı, Türkiye'nin bu dış politikayla yalnızlaştığını ifade etti.
Dağı, hükümetin dış politikada yaptığı hatalarla yalnızlaştığını, dünyadan kopup içe kapandığını iddia ederek bunun sonucunda da meydan okunan düşmanların içeride rahat bırakmayacağını varsayarak kendi insanlarının arasında işbirlikçi aradığını vurguladı.
OSMANLI DİRİLİŞİ DÜŞMAN KAZANDIRDI
Çarenin 2002 ve 2009 arasındaki Davutoğlu'nun 'sıfır sorun' politikasına dönüş olduğunu söyleyen Dağı hükümetin merkez ülke politikasıyla Osmanlı'nın dirilişinden bahsetmesiyle dostlarını düşman yaptığını yalnızlaştığını söyledi.
KEMALİST İKTİDARLAR BİLE BU KADAR BATMAMIŞLARDI
Dağı hükümeti Kemalist dönemi iktidarları ile kıyaslayarak yazısını şöyle bitirdi: Bu Ortadoğu nereden çıktı? Biz ne yaptık? Hâlâ yanlış yapmadığımız kanaatindeyseniz, buyurun devam edin. Dünün Kemalist-sekülerist iktidarları bile Ortadoğu’da bu kadar yalnızlaşmamışlardı, çünkü Ortadoğu’nun iç çatışmalarına bu kadar batmamışlardı…
Türkiye’ye Ortadoğu dersleri!
Abdülhamit Bilici -Zaman
Ortadoğu’da barış ve istikrarın en son sağlandığı düzen, vârisi olduğumuz Osmanlı imzası taşısa da bugünkü durumumuz, dedenin büyük tecrübeyle yaptığı ustalığı, “ben de yaparım” diye atılıp her şeyi karıştıran acemi torunun halini andırıyor.
Bölgede 400 yıllık acı tatlı Osmanlı döneminin 1. Dünya Savaşı ile sona ermesinden sonra belki ilk kez Türkiye’ye bakış bu kadar olumlu hale gelmişti. Dizilerimiz Arap kanallarınca kapışılıyor; Arap turistler ülkemize akın ediyor; Arap yatırımları Türkiye’ye kayıyor; siyasi, kültürel, medya ilişkileri hızla ilerliyordu.
Bölge halkları üzerinde yapılan anketlerde Türkiye en popüler ülke çıkıyor; Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan gibi isimler Arap sokağında sempatiyle izleniyordu. Ekonomiden demokrasiye Türkiye’nin son dönemde gerçekleştirdiği başarı ülkemizin bir model gibi görülmesine neden olmuştu.
Ülkemizin ‘yumuşak güç’ özelliklerine duyulan ilgi, Batı’nın uzantısı olarak görülen Ankara’nın, yeri geldiğinde ABD’ye, İsrail’e hayır diyebilen yeni dış politikası, dünya siyasetinde daha görünür hale gelmesi de bu algıda etkiliydi. Aradaki önyargıların sarsılması tarihî bir fırsattı.
Mütevazı bir şekilde değerlendirilip geliştirilmesi gereken bu tablonun parlaklığı, bizi önce kendimizle ilgili abartılı bir değerlendirmeye; sonra da bölge hakkında üstünkörü bir bakış açısına itti. Bölgeyi büyük inceliklerle 4 asır yöneten dedenin torunu olduğumuza kuşku yoktu ama o ustalığı kazanmak için daha çok eksiğimiz vardı. Diplomasimiz, siyasetimiz, üniversitemiz, medyamız aynı derecede acemiydi. Ne Osmanlı ne Cumhuriyet tecrübesini yeterince kale aldık. Bilen birkaç kişiyi de heyecanımıza soğuk geldiği için dinlemedik.
Yönetimler ve halkların bize hayran olduğu yanılgısıyla bir dediğimizin iki edilmeyeceğini, makul tekliflerimizin dinleneceğini varsaydık. Gücümüzü abarttığımız; yeni oluşumuzdan dolayı bize homojen görünen bölge içindeki/üzerindeki mücadeleleri göremediğimiz ve bize yönelen teveccühün asıl nedenini gözden kaçırdığımız oranda hatalar yapmaya başladık.
Yumuşak gücün ötesinde attığımız hemen her adımda sorun çıktı. Irak iç siyasi mücadelesine taraf olduk. Desteklediğimiz grup kaybedince ve ABD de ilginç şekilde İran’a yakın listeye Maliki’ye destek verince Bağdat’la iyi ilişkimiz askıya alındı.
Suriye olayında, sağlam ilişkilerimize güvenerek önce Esed’i ikna ederek krizi çözebileceğimizi düşündük. Olmayınca Esed’le köprüleri atıp, muhalefete destek verdik. Kendi gücümüzün bu iş için yetmediğini görünce, başta ABD olmak üzere müttefikleri harekete geçirmeye çalıştık ama bugüne dek gerekli desteği alamadık. Olayın sıcaklığını bizim kadar hissetmeyen ve kendi öncelikleriyle uğraşan Batı’nın tutarsız yaklaşımını, Suriye muhalefetinden bir isim şöyle özetliyordu: “Batı, bize sabahleyin ‘muhalefet olarak aranızda birleşin’; öğlen, ‘aranıza sızan teröristlerle savaşın’, akşam ‘rejimle uzlaşmanın yolunu arayın’ diyor.”
Esed’in saldırıları karşısında kaç kez zor durumlara düştük. Şimdi önümüzde; büyük bir mülteci yükü, sınırın hemen ötesinde biri El Kaide, diğeri PKK çizgisindeki iki grubun etkinlik mücadelesi, krizin sınır illerimize yansıyan gerilimi ve çok sayıda belirsizlik var.
İran ve Hizbullah gibi geçmişte yakın durduğumuz, kendileri için risk aldığımız aktörler Suriye’de karşımıza dikildi. Kısa sürede düşmesini beklediğimiz Esed, 2 yıldır ayakta ve sahadaki gelişmeler lehine.
AK Parti iktidarının çok yakın ilişkilere sahip olduğu Müslüman Kardeşler’in Mısır’da devlet başkanlığını kazanması, Kahire-Ankara ilişkilerini geliştirmek için bir fırsattı. Ama maddi ve manevi her açıdan desteklediğimiz Mursi’nin iktidarı 1 yıl sürebildi. Demokratik ve ahlaki duruş gereği, darbe mağduru Mursi’den yana tavır alınca ne müttefiklerimiz olan Batı’yı ne de bölgesel liderliğimizi benimsediklerini farz ettiğimiz Arap ülkeleri yanımızda yer aldı. Aksine Suriye politikasında işbirliği yaptığımız Körfez ülkeleri, darbe yönetimine destek için kesenin ağzını açtı. Başbakan Erdoğan’ın Gazze’ye gitmek planı şimdi de Mısır krizine takıldı. İnsani yardım gemisi Mavi Marmara’ya yapılan kanlı saldırıya karşılık İsrail ile tazminat görüşmeleri ise sürüyor. Suriye’den sonra Arap dünyasına ulaşmak için kullandığımız Mısır yolu da tehlikede.
Sanki Ortadoğu ve dünyanın bize ders vermek için bir araya geldiği ibretlik bir tablo bu. Acemi torun için bu kadar kısa sürede, bu kadar ders biraz ağır değil mi?
Dünyada dostunuz yoksa demokrasi de zor
İhsan Dağı -Zaman
Bütün dünya ile kavga ederseniz dünyadan kopar, içe kapanır ve yalnızlaşırsınız. İçeride de rahat olamazsınız, çünkü meydan okuduğunuz düşmanlarınızın sizi içeride de rahat bırakmayacağını varsayar, kendi insanlarınız arasında ‘işbirlikçi’ iç düşmanlar ararsınız.
Dışta ve içte düşmanlarla çevrelendiğinizi düşündüğünüzde artık ‘siyaset’ değil ‘savaş’ meydanlarındasınızdır ve savaşta da her şey mubahtır. Demokrasi de, özgürlükler de, hukuk da ertelenebilir; varlığınız tehdit altındadır çünkü. Bu tür bir dünya algısı ve akıl yürütmesi ‘eski Türkiye’nin militarist siyasal retoriğinde hep başroldeydi; toplumu disiplin altına almanın, siyasetin alanını daraltmanın vazgeçilmez aygıtıydı.
Korkarım ki ‘eski Türkiye’nin bu en köhne ve kaba diline, yöntemine, aygıtına yeniden savruluyoruz. Buradan demokrasi çıkmayacağı tecrübeyle sabit... Türkiye’nin dünyaya açıldığı, AB üyeliğini zorladığı, küresel sermayeyi cezbetmeye çalıştığı, bölgedeki çatışmaları sonlandırmaya uğraştığı dönemlerde AK Parti’ye karşı akıl dışı bir muhalefet yapan ulusalcılar tam da bunu söylüyorlardı; ‘bütün dünya bize düşmanken siz nasıl onlarla dost olabilirsiniz? Demek ki siz de işbirlikçisiniz!’ İşte o bildik BOP iddiaları, ılımlı İslam projeleri vs. hep bu ‘düşman ve komplo’ mantığından çıkıyordu. Şimdi bu mantığın aynısını AK Parti’nin yürütmesi çok şaşırtıcı. Bugün bu düşman dilini ve komplo teorilerini kullanan AK Parti doğruyu söylüyorsa eğer, dün ulusalcıların AK Parti karşısında söyledikleri de doğruydu o zaman. Ama değil, ikisi de yanlış!
Dünya ile kavgalı, ona tümden meydan okuyan bir iktidar bu ülkenin dışarıda yatırım yapan, yaşayan, çalışan insanlarının önünü kapatır. İçeride birilerinin hoşuna gidebilir bu, hatta oy bile getirebilir. Dünyaya meydan okuyan bir lider ‘büyük ve korkusuz’ görülebilir. Ama Türkiye’nin kavgaya, meydan okumaya değil barışa ihtiyacı var. Özlenen ‘büyük Türkiye’yi kurmanın bile yolu bu; kavga etmek, meydan okumak değil. İktidarın bilinmediği bir yöntem de değil bu. 2002’den 2009’a kadar izlediği politikayı hatırlaması yeterli; yani Davutoğlu’nun komşularla sıfır problem politikasına dönüş... Ama anlaşılıyor ki bu yaklaşım sürekli bir ilişki modeli olarak değil, geçici bir ‘taktik’ olarak değerlendirilmiş. Ne zaman ‘sıfır problem’den ‘merkez ülke’ politikasına yönelip etrafa nizam vermekten, Osmanlı’nın dirilişinden söz etmeye başladık, dostlar düşman oldu, Türkiye ile çalışmak isteyenler azaldı, yolumuza engeller döşeyenler çoğaldı. Bunda şaşılacak bir şey de yok.
Bölgede hegemonya peşinde koşan bir ülke olarak görüldüğünüzde kendi etrafınıza duvarlar örersiniz. Dostlarınızı bile ürkütür, tedirgin edersiniz. İnsanlarınız, şirketleriniz, sivil toplum örgütlerinizin etrafında görünmez engeller oluşur. Tam da ekonominiz, sivil toplumunuz, insanlarınız kendini aşmaya, sınırlardan taşmaya, dünyaya yayılmaya başlamışken dünyayı size karşı komplolar kuran düşmanlardan ibaret görmek, diğer ülkelerle siyasal gerginliklere gömülmek toplumun önünü kapatıyor. Devletin görevi ise tam tersidir; toplumun önünü açmak.
Birkaç yıl önce herkesle işbirliği halinde, diyalog içinde olduğumuz etrafımıza bakalım; İran’la türlü türlü sorunlarımız var. Daha dün her grupla diyalog içinde olmakla övündüğümüz Irak’ta meşru hükümetle bile görüşemez haldeyiz. Suriye artık içeriye de akan bir bataklık, kaos. Lübnan Hizbullah’ı Suriye’de ve bölgede Türkiye’ye meydan okuyor. Mısır’ı kaybettik. Gayri meşru bugünkü yönetim Türkiye’yi muhaliflere silah yollamakla suçluyor. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ters düştük. İsrail’i geçtim. Geriye bir tek Filistin, daha doğrusu Hamas kaldı. O da Mısır’daki darbeden sonra Türkiye’ye değil, İran’a doğru dönüyor.
Bu Ortadoğu nereden çıktı? Biz ne yaptık? Hâlâ yanlış yapmadığımız kanaatindeyseniz, buyurun devam edin. Dünün Kemalist-sekülerist iktidarları bile Ortadoğu’da bu kadar yalnızlaşmamışlardı, çünkü Ortadoğu’nun iç çatışmalarına bu kadar batmamışlardı…