ALİ ATIF BİR KENDİSİNE ''SERSEM'' DİYEN BABAHAN'A CEVAP VERDİ!...
Ergun Babahan Sabah'taki köşesinde 'Sabah tekelci kötü adamlarla savaşıyor, reklamveren reklamlarını verirken bunu hesaba katsın' diye bir yazı yazdı.
Ben de geçen hafta 'Reklamveren Robin Hood mu?' başlıklı yazımda bu düşünceye karşı çıktım. Karşı çıktım çünkü tam 13 yıldır Türkiye'de medya planlamasının bilimsel anlamda yerleşmesi için mücadele veriyorum, medya araştırmalarının sağlıklı kullanılması için mücadele veriyorum, reklam yatırımlarının artması için mücadele veriyorum. Reklam yatırımlarının artması da doğru mecra kullanımına bağlı. Biliyorum ki, yanlış medya kullanan reklamveren reklamdan sonuç alamaz ve reklama küser.
Bu nedenle dedim ki, 'Doğru medya planlaması olmadan reklam çalışmaz. Medya planlamasının da tek ölçütü izleyici, okuyucu, dinleyici araştırmalarıdır. Reklamveren bilimsel ölçütlere göre markası için hangi mecra doğru ise onu seçmeli. Üstelik ‘tekelci kötü adam’ suçlaması da dayanaksız, Türkiye'de Rekabet Kurulu diye bir kurul var, kimin tekel olmadığına karar vermek reklamverenin sorunu değil'.
Ergun Babahan geçen pazartesi ismimi anmadan 'Robin Hood' yazıma yanıt verdi. Önce yazının ortalarındaki şu ifadeye dikkatinizi çekmek isterim: '..Tekelcilik denilen bir kavram vardır ve sersemler veya emir komuta zinciri içinde yazı yazanlar dışında herkes bunu bilir'. Gerçekten üzüldüm. Düşüncelerine karşı çıktım diye bana 'sersem' demeye çalışan sıradan biri değil. Bir gazetenin genel yayın yönetmeni... (Özgür iradem dışında yazı yazmam mümkün değil, emir komuta nedir bilmem. Babahan bu işlerden iyi anlıyor galiba. Doğrudan sersem dediği belli olmasın diye araya bir de bu alternatifi sıkıştırmış.)
Yazdığım yazıyı okudum, Babahan'a bir tek kötü sözüm yok. Turgay Ciner ve Dinç Bilgin adına üzüldüm. Reklam sektörü adına üzüldüm, reklamverenler adına üzüldüm. Medya planlama sektörünün neredeyse yarısı benim eğitim verdiğim insanlardan, öğrencilerimden oluşuyor, onlar adına üzüldüm. Eğer adına üzüldüğüm kişiler de üzüldülerse reklamlarını verirken asıl değerlendirmeleri gereken konunun 'tekelcilik' değil de sanırım ne olduğunu anlamışlardır.
Babahan'ın reklam ve pazarlamaya bakışını ya da daha doğrusu bakamayışını daha iyi anlatabilmek için yazısından somut bir örnek daha vereyim.
Bakın, Babahan ne diyor, 'Siz gazete ile meyve suyu arasında bir ayrım görmüyorsanız ikisini bir arada satabilirsiniz. Bu durumda da iyi gazete mi yapıp satıyorsunuz, yoksa iyi meyve suyu mu pazarlıyorsunuz konusu gündeme gelir. Yani gazetenin suyu çıkar'.
Babahan'ın reklama, pazarlamaya ne kadar önem(!) verdiği ortada. Küçümsediği de 80 yıllık Piyale markası.
Piyale, marka genişleme stratejisiyle relansman yapıyor, 4 milyon dolar harcıyor, imajını çorbadan,makarnadan meyve suyuna dönüştürmeye çalışıyor. Bu zor görevi başarmak için de ürününü denetmek gibi bir amacı var. Bu pazarlama görevini yerine getirmek için de ulaşımı yüksek bir mecrayı seçiyor. Bu mecra sayesinde 800 bin eve girerek, numune dağıtıyor, pazarlama yatırımının karşılığı almaya çalışıyor.
Ve işin acı tarafı Piyale'nin yaptıklarından asıl anlaması gereken kişi de gözünü kırpmadan Piyale’yi anlamlandıramadığım bir öfke yazısına kurban ediyor. Üstelik çarşaf çarşaf Piyale reklamı yayınlamasına rağmen. Madem meyve suyu aşağılık bir şey niye reklamını gazetenize alıyorsunuz o zaman?.
Bilmem anlatabildim mi sevgili sektör...
Ali Atıf Bir
Hürriyet
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 20:45