Sohbet-16.. Büyüklerin şefaat hakkı
SOHBET -16
BÜYÜKLERİN ŞEFAAT HAKKI
Müminler mahşerde, Allahü Teâlâ’nın , “ayrılın ”emri ile öbek öbek ayrılacaklar.
Her kim kime bağlı ise, onun sancağı altına girecek.
Tabi burada belirtilen bağlılık, kalp ile olan bağlılıktır.
O sancağın altına gerçek talebeler girecekler.
Gerçek talebe; dünya hayatında hocasına sadakatle bağlı, kalben âşık kimselerdir.
Yarım yamalak olanlar ve talebe gibi gözükenler, o sancağın altında yer bulamaz. Onlar sorgu sual için beklerler.
Seyfeddin Menârî hazretleri, talebenin sadıklarını şöyle anlattı;
Sâdık talebelerin, şu üç edebe uymaları mecburiyeti vardır:
1. Hocasına makbul sayılacak ne hizmet yapsa, bundan dolayı asla gurura düşmemeli, nefse pay çıkarmamalıdır.
2. Kendisinden makbul olmayan bir iş zuhur etse, ümitsizliğe düşmemeli, ayrılmayı asla aklına getirmemelidir.
3. Hocasının verdiği emri muhakeme ve münâkaşa etmeden yerine getirmek için canla başla gayret göstermelidir...
Hocalarıyla kalpten kalbe sevgi ve muhabbet bağı kurup ona âşık olanlar, dünya ve ahiret hayatında rahat eder.
Büyüğünüze duyduğunuz sevgi, sadakati getirir. O sadakat halkaya bağlanmanıza neden olur.
O mübarek halkaya bağlanan dünyada nefs ve şeytan melunundan emin olur.
Bunun için de büyüklerinize tamamen teslim olmanız şarttır.
Teslim olmak kalp ile olur.
Kalbi ile teslim olan, büyüklerin himayesine yani koruması altına alınır.
Büyüklerin koruması hem dünya hem ahiret sıkıntılarına karşı bir zırh gibidir.
Sadakat ve muhabbetiniz sürdükçe bu zırh üzerinizde bulunur.
Ne zaman büyüğünüzü terk ederseniz, büyüğünüzde sizi terk eder.
Ne zaman yoldan çıkarsanız, o zaman da zırh üstünüzden çıkar.
Özellikle ahir zamanda üzerinde böyle bir zırh kalkanı olmayan bırakın ibadetlerini yapmayı, imanını bile kurtarması imkânsız gibidir.
O kalkan; hocasına sadık ve layık olanı can bedenden çıkana kadar korur.
Mahşerde Allahü teala’nın huzuruna varıldığında, sancağın başı hesaba çekilir.Sancağın başı sizin anladığınız lisanla; evliyadır, ulemadır ve görevli zatlardır.
O zatlar imtihanı geçtiklerinde; Allahü teala, “cennete ”diye nida eder.
O zatlar bu nida üzerine söz isterler. Allahü teala onlara bu söz hakkını verir.
Orada derler ki; “Ya Rabbi, razı olduğunuz bu hizmetlerimi şu arkamda gördüğünüz arkadaşlarımla yaptım. Onları benden ayırma. Onları da yanıma ver yarabbi” der.
İşte bu büyüklerin şefaat hakkını kullanmasıdır.
Büyükler ahirette şefaat hakkını ailesinden önce talebesine kullanır.
Ve o dilek Allahü teala tarafından kabul edilince, o zat şefaat hakkını talebelerinin hepsine kullanmış olur.
Bu belki beştir, belki yüzdür, belki on bindir. Dolayısıyla Allahü teala hizmetlerinden memnun kaldığı bu büyüğe tabi olan talebelerini, o zatın şahitliğiyle sorguya almadan arkasından gönderir.
Büyükler ailelerinden önce talebelerini düşünürler.
Neden?
Çünkü o talebeleri ile sonsuza kadar aile olmuş olurlar.
Dünyadaki aile fertlerinden bir kısmı ola ki iman etmemiş veya ameli kusurlu olabilir.
Gerçek talebeler ise; son nefeslerinde iman ile şereflenmiş kimselerdir.
Büyüklerin cennetteki sohbet ehli seçtiği talebeleri olacağından, onların üzerinde titrer. Onlara bir zarar veya ziyan gelmemesi için adeta çırpınır.
Aile ne demektir?
Aile; iyi ve kötü günde bir arada olmaktır.
Ailenin amacı; hep birlikte Allahü Teâlâ’yı anıp, ahirete hazırlanmaktır.
Bu dünyada geçirilen bütün hayat, rahat bile olsan kötüdür. İyi olan ahiret hayatıdır.
İşte hakiki talebeler buna inanıp buna uygun bir hayat yaşar.
Dünya hayatının bitmesi ile birlikte, salih bir ailenin de kötü hayatı biter. Ahiret hayatı ile iyi günü başlar.
Bir büyük, kötü günde birlikte olduğu (dünya hayatı) ailesi saydığı talebelerini, iyi günde mahzun bırakır mı?
Onun için; “Şefaat hakkı önce aileye sonra ahbaba ve arkadaşa kullanır ”demek yanlıştır. Bu söz dünya aklıyla söylenmiş sözdür.
Dünyadaki arkadaşlık, ahbaplık hatta aile bağı dünyada kalır.
Ahirette yepyeni bir akraba, arkadaşlık ve hısımlık kurulur. Dolayısıyla gerek büyükler, gerek onların talebeleri şefaat hakkını kullanırken buna çok dikkat ederler.
Size sürekli olarak anlatmak istediğimiz bu durumdur.
Bir büyüğe tabi olan, ona sadık olan, onun sözünden çıkmayan ve ona aşk derecesinde bağlanan talebeler, tıpkı şehitler gibi sorgusuz sualsiz cennetlik olurlar.
Bunun nedeni büyüklerin sahip çıkmasıdır.
Büyükler sahip çıkarsa Resul-u Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem efendimiz de sahip. Onun sahip çıktığını Şanı Yüce, Merhameti sınırsız olan Allahü teala cehennem ateşiyle yakmaz.
Bir kişi; kendi sevdiği kadar, hocasına da kendini sevdirirse işi çok kolaylaşır.
Bunun tersi ise bir felakettir.
Bir kişinin eğer ahirette kendine sahip çıkacak bir büyüğü yoksa inanının onun kurtuluşu çok zordur. Çünkü mahşerde hesap çok çetin geçer.
Oradaki hesaplaşma hayal edilir gibi değildir.
Allahü teala’nın adaleti şaşmaz olduğu için, en küçük mesele bile bir hesap konusu olur. Bu bakımdan iş hesaba kalırsa, mahkemenin çok çetin olacağını şimdiden bilmek lazımdır. Böylesi bir mahkemeden mahkûm olmadan çıkmak çok zordur.
O yüzden merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Rabbimiz, kendi mahkemesinde sık sık af yetkisini kullanır. Eğer Allahü teala kullarını affetmese idi hiç kimse cennete giremezdi. Sonsuz şükürler olsun ki bizim çok merhametli bir Rabbimiz var. Hepimiz onun merhametine sığındık.
Burada kaygı edilecek şey, affın kime isabet edeceğidir.
Affa uğramayan cehenneme yollanır.
Ya Rabbi sen bizleri bu tehlikeye uğratma ( ÂMİN)
Oradaki hallerini dünya aklı ve mantığı ile düşünmeyin, yanılırsınız.
Dünya aklı, ahirette akılsızlıktır.
Orada hiçbir işe yaramaz. Oradaki halleri dünya aklınızla düşünürseniz, felakete uğrarsınız.
Çünkü aklınıza gelen şeyler yahut ta akıl yürüttüğünüz konular orada hükümsüzdür ve değersizdir.
Orada bütün halleri dünya gözüyle gören Peygamber Efendimiz bile bunları ashabına anlatmamıştır. Çünkü gördükleri, görmeyenlerin dünya aklıyla anlaşılacak şeyler değildi.
Bu yüzden akıl yürütmekten ziyade, ahiretle ilgili meseleleri kalp gözü açık olan büyüklerinizden dinleyiniz.
Eğer aklımız her şeye yetse idi, Mektubat’ı okuyunca hepimiz âlim kesilirdik.
Mevcut aklımızla bir mektubu bile hakkıyla anlayamadık.. Bir mektubu bile anlayamamış bir akıl ile ahireti anladığınızı düşünmek çok büyük gaflet olur.
Dünyaya gönderilirken sınırlanmış, önemli bölümü kapatılmış ve nefse teslim edilmiş akıl ile neyi anlayacaksın.
Aklın nefse teslim olmuş.
Böyle akıl ile Allahü teala’nın hangi büyüklüğünü anlayacak.
Nefse teslim olmuş, ruh ve kalp de hiçbir şeyi anlayamaz. Onların aklı ancak ölürken başına gelir.
Ahirette aklın kapalı kısmı tamamen açılır.
Ahirette akıl nefsten tamamen kurtulmuş olacağı için özgür kalır.
Cennete giren salih kimseler aklanının tamamını kullanır. Bu kimseler cennette Kuran-ı Kerim’i okuyunca büyük şaşkınlık yaşayacak.
Kuran-ı Kerim’in her ayetini tam olarak okuyup anlayacakları için, dünyada bunu nasıl anlayamadık diye hayıflanacaklar.
Onun için aklınızı dünyada bırakın, Ahirete kalbinizle gidin.
Bütün mesele Rabbi için çarpan bir kalptir.
Müjdelere gark olacak olan da böyle kalbe sahip olanlardır.
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu;
- Cennete ilk girecek zümrenin suretleri, dolunay gecesindeki ay gibi olacaktır.
Orada tükürmezler, sümkürmezler ve büyük abdest yapmazlar.
Kapları ve tarakları, altın ile gümüştendir. Buhurdanlıkları, öd ağacındandır. Terleri, misktendir.
Her birine, güzellikten baldırlarının iliği etin arkasından görülen iki eş verilecektir. Aralarında anlaşamamazlık ve küsüşme olmayacaktır.
Kalpleri, tek kalp olacaktır. Sabah-akşam Allah'ı teşbih edeceklerdir.
Sonuç…
Aklınız ermez. Kalp erer.
Vesselam.
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ