Medya
  • 18.12.2003 13:07

YOZLAŞMAYA GİDEN YOL, “EKMEK PARASI” MAZERETLERİYLE DÖŞELİ…

DERYA DENİZ KIRICI/ (www.dorduncukuvvetmedya.com) ANKARA- Hayatınızda hiç, “Allah Türk medyasından razı olsun, bize hep doğruları iletiyor” diyen bir insanoğluna rastladınız mı? Ben rastlamadım. Aksine ağzı olan, koro halinde, medyadaki kokuşmuşluktan, rezillikten, ayakların baş olmasından yakınıyor ve yeni oluşumlarla çözüm bulmaya çabalıyor. Hiç şüpheniz olmasın ben de bu koroya katılanlardan biriyim, ama izninizle şimdi biraz solo yapıcam: Gazeteciliğe heves ettiğim yıllarda basın sektörü, astronomik paralar kazanılan, insanlara bir gecede şan şöhret bahşeden bir alan değildi. O yıllarda gazetelerde mühim şahsiyetlerle enseye tokat yapılan röportajlar ya da kodu mu oturtan köşe yazıları da yer almazdı. Ara sıra Uğur Mumcu ya da Emin Çölaşan, Nazlı Ilıcak’a sataşırdı o kadar… Günaydın dışında gazetelerin hemen hepsi de sendikalıydı. Sendikalı oldukları için çok mu ücret alırlardı? Yoo hayır. Devlet memurundan biraz halliceydiler o kadar. Ta ki Güneş Gazetesi çıkana kadar. Güneş Gazetesi’nin çıkmasıyla eşeğin aklına karpuz kabuğu sokuldu ve ücretler epeyce yukarı çekildi. Ama maalesef Güneş, beklediği tirajı uzun süre tutturamadı ve bir sürü parlak vaatle gazeteye geçenlerin bir kısmı ya bir süre sonra işsiz kaldı ya da düşük ücrete razı oldu. O dönemde gazete patronlarının hepsi gerçekten gazeteciydi. Milliyet Ercüment Karacan’a, Hürriyet Sedat Simavi’ye, Günaydın Haldun Simavi’ye, Tercüman ise Kemal Ilıcak’a aitti. Ama bir dizi gelişmelerden sonra Milliyet Aydın Doğan’a satıldı. Ve sonun başlangıcı da işte böylece başlamış oldu. Yeni gazete patronunun ilk işi sendikadan kurtulmak oldu ve çalışanlar sendikadan istifaya zorlandı. Sendika, istifaları önlemek için bazı eylemler yaptıysa da iş yaşamında sendikayla hiç muhatap olmamış yeni medya patronuna bu eylemler vız geldi tırıs gitti. Eylemleri sivrisinek vızıltısı olarak algılayan patronun bastırması sonucu, Milliyet çalışanları birer birer sendikadan istifa ettiler. Tercüman o sıralarda zaten can çekişiyordu. Bu hengamede o da bir çok çalışanını işten çıkarttığı gibi kalanları da sendikasızlaştırdı. Milliyet’in ardından Hürriyet’i alan Aydın Doğan aynı filmi burada da gösterime soktu ve Hürriyet çalışanları da sapır sapır sendikadan ayrıldı. O sıralarda yayın hayatına geçen Sabah’ta zaten sendikanın esamesi yoktu. İşte örgütsüzleşmenin başladığı bu tarihler, medyadaki yozlaşmanın da miladı oldu. Örgütlülüğünü kaybeden çalışanlar, işlerini kaybetmemek için ya çevrelerinde olup bitene kulaklarını tıkadı ya da yakınında yağ çekebileceği kim varsa ona yamandı. Yalakalık, yağcılık ve patron şakşakcılığı bir tür iş güvencesi oldu. Sesini çıkaranın kapı önüne konduğu bir sektörde, böylece yozlaşmaya giden yol, “ekmek parası” mazeretleriyle döşendi. Menfaatleri koruma adına bir sürü dalavere görmezlikten gelindi. Angaje olunan çeşitli menfaat odaklarının talimatlarıyla haberler ya da yorumlar yapılarak gerçekler çarpıtıldı. Artık bu saatten sonra bireysel çıkışlarla, bir yere varmak mümkün değil. 3-5 gazeteci bir araya gelip yeni oluşumlarla ya da idealist bir takım yaklaşımlarla çözüm getirmeye çabalamak, akıntıya kürek çekmek kadar abes. Çok daha kapsamlı bir takım kurallar getirilerek piyasanın ciddi bir şekilde çekip çevrilmesi lazım. Medyaya çeşitli kurallar getirmek ve bunlara uyulmaması halinde ciddi yaptırımların devreye girmesini sağlamak ilk yapılması gereken. Kınama mesajları ile önemli günlerde suyuna tirit açıklamalar yapan cemiyet ya da derneklere değil, sendika üyeliğini teşvik eden bir yapı getirmek, yozlaşmanın kökünü kurutacak en önemli adımlardan biri. Bunu tabii 3-5 idealist gazeteci değil, -şimdilik- medyaya hiçbir diyet borcu olmayan hükümet yapabilir. Ama hükümet ne yazık ki, sisteme sağlıklı işleyiş getirecek çözümler üretmek yerine, seçmen alışverişte görsün türünden, Kuran kurslarını yaygınlaştırmak, YÖK başkanıyla polemik yarışına girmek gibi didişmelerle vakit harcamayı tercih ediyor. Oysa, medyadaki çalışma koşulları ile kuralları düzenleyecek sistemi getirmenin kazancı medya çalışanlarından çok topluma olacak. Çalışanlara haksız yere dayatılan koşullara karşı hukuksal mücadele verecek, zaman zaman patronların karşısına kapı gibi dikilecek bir örgütlülük sağlandığında; medya patronunun elinden kamuoyunu istediği gibi şekillendirme özgürlüğü de alınmış olacak. Yasal güvencelerle sarıp sarmalanmış bir gazeteci, kendisine ters gelen bir haber yapması ya da yorumda bulunması istendiğinde ''Hayır'' deme gücüne kavuşacak. İşte bu güç sayesinde de kimse “ekmek parası” mazeretini siper yapma gereği hissetmeyecek. Kimlik erozyonunun, yozlaşmanın ve yaşanan mesleki deformasyonu önleminin tek yöntemi bu. Hükümetin bu konuyu acilen ele alarak düğmeye basmasıyla, her şeyin tıpkı puzzle’ın parçaları gibi yerli yerine oturduğunu hep birlikte hayret göreceğiz… Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:16

İLGİLİ HABERLER