Gündem
  • 7.10.2002 11:47

28 ŞUBAT'IN ÜNLÜ PAŞASI OSMAN ÖZBEK : " ASKER, TERÖR VE İRTİCAYLA UĞRAŞIRKEN SOYGUNCULAR MALI GÖTÜRDÜ "

KAYNAK : Haber Vitrini ANKARA/Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman'a konuşan emekli tümgeneral Osman Özbek,müthiş açıklamalar yaptı.28 Şubat sürecinde Erbakan ailesine yönelik ser çıkışıyla tanınan Özbek paşa,"Terör ve irtica ile uğraşıyorsunuz, öbür taraftan hırsızlar malı götürüyor.Ben bunun farkına vardım, sonra dedim ki kendi kendime, “Birinci tehdit yolsuzluktur”30 Ağustos’ta Kara Kuvvetleri Komutanı’mız dedi ki; “Biz 21 tane yolsuzluk dosyasını belli bir yere kadar getirdik. Fakat son safhalarında siyasiler devreye girdi ve bu iş bitti.”Şu anda hapiste olan TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, savcıya verdiği ifadesinde diyor ki; “Rüştü Kazım Yücelen ANAP’ın finansörüdür.” Evet, böyle bir ifade savcıya verdi. Neden öyle birisi sonradan içişleri bakanı oluyor? Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu iddiayı duymuştur herhalde. Düşünün, devletin içine düştüğü durumu." şeklinde konuştu. İŞTE AKMAN'IN RÖPORTAJI... Partiler nasıl suç örgütü haline geliyor? Partilerin finansmanı için bazı kaynaklar gerekiyor. Partiler bu kaynağı yaratacak bakanlıkları aralarında bölüşüyorlar. Her türlü ihaleden rüşvet alarak o partiye gelir geliyor. İki ay önce, bir arkadaşımın bürosunda oturuyordum. Bir bakanlıktan telefon geldi. Arkadaşım küçük bir müteahhit. Telefonu dinletti bana. “Ödeneğini ayırdık sen de bizim payımızı bu akşam ya da yarına kadar ver.” diyordu karşı taraftaki. Arkadaşım dinletti bana konuşmayı. Ödenekler, rüşvet karşılığı ayrılıyor. Bayındırlık mı, Enerji Bakanlığı mı? Adını vermeyeyim artık. İhalelerin her aşamasında rüşvet var. Vatandaşlar, milletvekilleri bana gelip bütün rüşvetleri anlatıyorlardı görevdeyken. Bir oda dolusu bilgi vardı bizde. Birçoğunu okuyamadan ayrıldım. Şimdi gelmiyorlar. Biz iktidara gelince gelecekler herhalde. Soygunların durdurulmasının iki ayağı var: İçişleri bakanını değiştirmek. Savcıları korkutmak, haklarında soruşturma açmak. Yani hayat böyle dönüyor. Peki; ama Talat Şalk’ın yolsuzlukları ortaya çıkartmaya çalışan bir görüntü verdikten sonra gidip de sizin deyiminizle “suç örgütlerinden” biri olan bir partiye, DYP’ye girmesine ne buyrulur? Girmemesi gerekiyordu. Bana hiç sormadı. Talat Şalk bizim partiye daha çok yakışırdı. Gelseydi bizim partiye alırdık. Tantan’la, neden siyasette ayrı düştünüz? Bilmiyorum, parti kuruluşundan sonra görüşemedik. Bugün bir arada olmamanızın nedeni acaba ikinizin de egolarınızın çok güçlü olması mı? Herkes “küçük olsun benim olsun” mu diyor partisi için? Hayır hayır, ben Sayın Tantan’la çok iyi çalıştım. Biz ulusalcı bir partiyiz. Atatürk’ü gönülden sevecek, birinci şartımız. Ondan sonra halkçı olacak, halk gibi yaşayacak, dürüst olacak. Çağırdınız mı partinize onu? Yoo çok görüşme olanağım olmuyor. Beyaz Enerji Operasyonu sonunda aklananlar da oldu, 11 yıla kadar ceza alanlar da. Bitti mi hesaplaşma? Bence bitmedi. Biz iktidara gelirsek yarım kalan operasyonlara devam ederiz. Operasyonları tekrar açıp kim nerede ne yapmış açıklarız. Şu anda hapiste olan TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, savcıya verdiği ifadesinde diyor ki; “Rüştü Kazım Yücelen ANAP’ın finansörüdür.” Evet, böyle bir ifade savcıya verdi. Neden öyle birisi sonradan içişleri bakanı oluyor? Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu iddiayı duymuştur herhalde. Düşünün, devletin içine düştüğü durumu. Belki Yücelen’le siyasi husumeti vardı, o yüzden öyle söyledi. Yok niye olsun? Bu adam artık her şeyini kaybetmiş, doğruyu söylüyor. Cumhurbaşkanı veya Başbakan demeli ki “Hayır ifadelerde böyle bir iddia var. Bunu bakan yapmayın”. RÖVANŞI ALACAĞIZ Peki Vural Savaş bunu nasıl değerlendiremiyor da gidiyor, o zaman görevini yapmayan bir başbakanın partisine? Onu bilemiyorum. Şu andaki görünümünü beğeniyoruz biz DSP’nin. Geçmişini irdelemedik. Ama topluca çağırsaydı partinizi, siz de gidecektiniz o suçladığınız insana. Her şey o kadar sanal ki.… Bakın, ilk erken seçimde rövanşını alacağız, Beyaz Enerji Operasyonu’nda adı geçenlerin bir kısmı hâlâ dokunulmazlık zırhına bürünmüş durumdalar. 3 Kasım’dan sonra belki o zırhı çıkartacaklar. O zaman şartlar daha eşit olabilir. 30 Ağustos’ta Kara Kuvvetleri Komutanı’mız dedi ki; “Biz 21 tane yolsuzluk dosyasını belli bir yere kadar getirdik. Fakat son safhalarında siyasiler devreye girdi ve bu iş bitti.” Siyaseten engellendi; ama bitmez; çünkü soygun devam ediyor. Bu iş sadece Silahlı Kuvvetler’e, polise, jandarmaya, yargıya bırakılmamalı. Bütün halk, ülkenin her kesimi başta medya olmak üzere hırsızlığı sorgulamalı. 3 Kasım’dan sonra gelecek iktidardan pek ummuyorum dosyaları yeniden açmayı; ama bazılarının dokunulmazlıkları kalkacağı için bu mevzular daha rahat konuşulabilir. Mesut Yılmaz askeri alımlarda bazı yolsuzluklar yapıldığını iddia etmişti değil mi? Evet duydum. Hatta sonra, “Saddam’ı kastettik.” dedi. Silahlı Kuvvetler’de böyle bir şey olsa hemen gereğini yapar. Kesinlikle inanmıyorum. Yılmaz, geçende “Karadeniz Otoyol ihalesini kimin aldığını bilmiyordum.” dedi. Eskiden “haşaratı güldürmeyin” diye bir reklam sloganı vardı. İlaç kullanıyorsunuz haşarat gülüyor. Çünkü öldürmüyor. Onun için diyor ki, başka ilaç alın. 30 Ağustos’ta erken emekliye sevk edilen yaklaşık 46 subayın bir bölümünün bu yolsuzluklara adı karıştığı için uzaklaştırıldığı söyleniyor. Doğru mu? Bilmiyorum; ama olabilir tabii. Silahlı Kuvvetlerimiz hiçbir şeyi sorgulamadan bırakmaz. Yolsuzluklara karışanlar da çıkıyordur, normaldir. Bazıları Askeri Şûra kararı ile ayrılıyor. Normal mahkemeler kararı ile ayrılanlar, kendiliğinden istifa edenler oluyor. Bu, Silahlı Kuvvetler’in sağlıklı çalıştığını gösterir. 28 Şubat, birinci öncelikli tehdit olarak irticayı gördü. Neden tehditler sıralamasında yolsuzluk yoktu? Yolsuzluğu çözemezseniz, irticayı da çözemezseniz. Ama o zaman birinci tehdit irticaydı. Yolsuzluğun boyutları daha sonra ortaya çıktı. Benim ayrılmamın bir nedeni de bu. Yolsuzluklarla mücadeleye devam edilmeliydi. Ama tabii sadece Silahlı Kuvvetler değil, imzası olan herkesin sorumluluğu var. Bölücü terörü Türkiye’de sahneye koyanlar, arkadan irticayı koydular. PKK olayları irticayı kapattı. Birisiyle baş etme noktasına geldiğinizde, öbürü karşınıza çıkacak şekilde dizayn edildi her şey. Bir de bakıyorsunuz oy oranları yükselmiş, teşkilatlanmış, ekonomik güce ulaşmışlar. Böyle bir sistem içinde yolsuzluklar aldı başını gitti. Nasıl oldu da ordu bunu göremedi? İşte ülkenin çivisi çıkınca yolsuzluklar öne çıktı. Terör ve irtica ile uğraşıyorsunuz, öbür taraftan hırsızlar malı götürüyor. O yüzden görülemedi. Ben bunun farkına vardım, sonra dedim ki kendi kendime, “Birinci tehdit yolsuzluktur”. Ben görevdeyken bunu belirtiyordum raporlarımda. Ben Jandarma Harekat Başkanlığı’na, 2000’de başladım, 2001’de ayrıldım. Medyası, siyaseti ve ordusu, yolsuzlukların Türkiye’nin birinci tehdidi olduğunu düşünmüyordu sonucu çıkıyor yani. Efendim, bana göre çıkar. Seçimlerden sonra, bu konuda biraz daha rahat konuşabiliriz. Siyaset kanadı ile ilgili olarak ama. Silahlı Kuvvetler kanadı ile ilgili değil. Eşref Bitlis’i kim öldürdü? Eşref Bitlis’in genel sekreteriydim. Buzlanmadan dolayı uçağın düştüğünü gösteren raporlar var. Bunun dışında bir kanıt yok. Ama öylesine büyük bir komutanın başına gelen bir kaza incelenmelidir. Oğlu Tarık Bitlis partimizin kuruluşuyla ilgilendi. Memur olduğu için kurucu olamadı. Emekli olur olmaz partimizde yer alacak. SİVİL-ASKER SORGULANSIN O halde şüphelerinizi benimle paylaşır mısınız? Ben şüphelenmiyorum. Jandarma genel komutanının yaptığı görevin uluslararası bir boyutu da varsa, incelemek lazım diyorum. Şüphe biraz daha ileri bir safha. Sadece bu değil, mesela Gaffar Okkan olayı da Eşref Bitlis olayı kadar önemli. Ben Erzurum bölge komutanıyken, Kars’taydı, orada arkadaşlığımız var. Şehit olmadan iki üç ay evvel, bana ‘İran olgusuna çok dikkat etmek lazım’ demişti. İran’ı işaret etmek kolay. Siz, bir kere gördünüz mü Amerika’nın suçlandığını, Rusya’nın, İsrail’in, İngiltere’nin suçlandığını? Ben Amerika’yı suçluyorum kitabımda. Diyorum ki aynaya bakması lazım. Gaffar Okkan’ı 20 tane terörist dizilip öldürüyor. Tahkikat yapmıyorsunuz. Ben olsaydım, orada üst düzeyde herkesi sorgulardım, sivil–asker. Eşref Bitlis’i sorguladınız mı ki, ‘Gaffar Okkan’ı sorgulardım’ diyorsunuz? Genel sekreteriymişsiniz. Hiç değilse soru işaretlerini dile getirdiniz mi? Hayır... Benim boyutumu aşan bir olaydı. Benim görevim değildi, o tahkikatı yapmak. Eşref Bitlis’in faaliyetleri, uluslararası boyuttaydı. Birkaç ülkeyi ilgilendiriyordu. İncelenmelidir. Geçen asayiş komutanlığı yapan bir komutanımız, “Eşref Bitlis ile beraberken, helikopterimiz, Amerikan uçakları tarafından takip ve taciz ediliyordu.” dedi. Amerika’nın işin içinde olduğunu mu anlatıyor bu? Ya işin içinde şöyle yani. Amerika diyor ki, Kuzey Irak’ta ben varım, uçacaksan benim haberim olacak. Ama bizim sınırlarımızdan itibaren taciz başlıyor. Bu uçaklar Adana’dan kalkan uçaklar. Sizce buna hakkı var mı? Orgeneral, ‘helikopter düşebilirdi’ diyor. Daha sonra içinde subaylar olan bir helikopterimiz Kuzey Irak’ta düşürüldü. Bu yüzden incelenmelidir. ‘Amerika ve İngiltere ile görüşülmeli’ diyorum. İyi de bunu kim yapacak? Çocuklar Duymasın dizisinde var, kim yapacak bunu, kim yapacak diye. Bir şarkı sözü, bu söylediğiniz. Ordu terörle uğraşırken evlatlarını ihmal etti,uyuşturucuya bulaşanlar oldu Terörün finansman kaynaklarından bir tanesi de uyuşturucu ticareti idi. 16 yıl sürdü PKK savaşı. Nasıl oldu da her metrekaresinde şu kadar polis, şu kadar jandarma, şu kadar askeri olan bir yörede bu ticaret yapılabildi? Uyuşturucu tacirleri uluslararası bir mafya. Afganistan’da ürettiriyor, Avrupa’ya kadar getiriyor. Türkiye’ye sekiz–on yerden girdiği için kontrol kolay değil. Uluslararası şebeke bunların güvenliğini sağlıyor. Polisimiz ve jandarmamız bunlarla mücadele edecek vakti, terörle mücadele döneminde bulamadı. Terör sırf irticayı kapatmadı, aynı zamanda uyuşturucu trafiğini de kapattı. Terör bizi kandırdı. Dolayısıyla işin içine, askerimiz, polisimiz, jandarmamız da, kurumsal olarak değil ama kişisel olarak girmiş midir? Girer, para varsa girer. Siz ona vaktinizi ayıramıyorsanız girer. Çocuğunuza vakit ayırırsanız çocuğunuz iyi yetişir. Vakit ayıramazsanız işte bir kreşe veriyorsunuz bir anne olarak, baby sitter’a veriyorsunuz. Ordu evlatlarına zaman ayıramadı diyorsunuz yani... Yani terör ve irticayla aşırı ilgi personele ilgiyi azaltabiliyor. Ondan dolayı bir ailenin çocuğuyla ilgilenememesi gibi nasıl ki çocukta hatalar, kusurlar çıkıyorsa, anne baba çalışıyor, çocuğa vakit ayıramıyor, onun gibi bu tür münferit olayların nedenini personele ilgiye zaman bulamamasına bağlıyorum. Korkunç teknikleri var bunların. Poliste de adamları olabilir, jandarmada da, adliyede de. Çünkü çok büyük paralar dönüyor. Sıklet merkezi ile bu soruna eğilmezseniz çözemezsiniz. Yani bu konuya yoğunlaşacaksınız. Ama sizi yoğunlaştırmazlar. Büyük bir uyuşturucu kaçakçılığı için, sizi orada başka şeyle meşgul ederler. Zayıf kaldık yani bunları çözmede. Tabii komutan devamlı terör bölgesinde. Şimdi bakın, teröristler bir adamımızı vuruyorlar. Arkadaşları o vurulanın başına üşüşüyor. Halbuki çok yanlış. Kimse üşüşmeyecek. Vurulan vurulur Nuriye Hanım, siz devam edersiniz. Yoksa teröristleri kaçırırsınız. Teröristlerden birisi ölünce kimse bakmıyor, orada kalıyor. Biz öyle yapmıyoruz; çünkü ailesi yırtınıyor, komutan yardıma gitmemiş diyor. Yaralı ile ilgilenecek birkaç kişi vardır, bunların dışında kimse gitmemeli. Susurluk’ta ve uyuşturucu trafiğinde adı geçen Veli Küçük’ü tanıyorsunuz. Evet. Suçlu olsaydı, Silahlı Kuvvetler onu yargılardı. Demek ki suçlu görülmemiş. Veli Küçük, çok çalışkan ve iyi bir insan. Susurluk’ta adı geçti diye kendisini suçlamak istemiyorum. Uyuşturucu işi de bence doğru değildir. Veli Küçük, Atatürkçü bir insandır. Jandarmada dürüst bir imaj yaratmıştır. “Ben direkt Erbakan’a sen şusun diye bir laf söylemedim” Erzurum’da Jandarma Bölge Komutanı iken Erbakan’a “pezevenk” dediniz. Neden o üslupla konuştunuz? Bu, çok geride kalmış bir olay. Olayı basite indirgemeyin. Başbakana yönelik bir konuşma değildi o. Ortamın gerginliği, ülkenin içindeki o çok ağır şartlarda bütün insanlar infial içindeydi. O konuşmayı siz bir başbakana taşıyıp alırsanız, yanlış olur. 28 Şubat olaylarını, insanların tansiyonunu hatırlayın. O zaman, konuşmamın hangi şartlarda söylenmiş olduğu ortaya çıkar. Ama siz bir askersiniz ve siyasi bir söylemde bulunuyorsunuz. Yani iç hizmet kanunlarına göre, suç işliyor telakki edilmeniz lazım. Şimdi siz de öyle bir soru soruyorsunuz ki. Bakın Kör İmam diye biri var. Şu anda Amerika’da cezaevinde. Başbakanın onunla bir görüşmesi var 80’lerde. İkiz Kuleler’e yapılan 93’teki ilk saldırının arkasındaki insan Kör İmam. Siz olayların bir noktasını görüyorsunuz. Ben siyasi demeç vermedim. Soygunlarla mücadele de siyasi mücadeledir. Onu da yasaklıyorsunuz siz. Sizin tabi olduğunuz kanun yasaklıyor, ben değil. Yani görev gereği mi öyle söylüyorsunuz? Hayır, şahsi bir olay. Bu 28 Şubat ve 11 Eylül olayları enine boyuna incelenmesi gereken olaylar. Ben 11 Eylül’ün kitabını yazdım. Ülkemizde çok kolay cevaplar alma hevesi var. Bundan bu insana ve onun partisine oy veren insanlar inciniyor hem. Ama bu inceliği o zaman düşünecektiniz? Ben mücadelemi ülkem için yaptım. Orada direkt Erbakan’a sen şusun diye bir laf var mı? O laf krala mı, başbakana mı? Başbakana değildi. Dinde krallık var mı, ey yobaz mı diyeceksin? Yani var mı? Yok. Zaten dincilerin çoğu, krala diye şey yaptı. Bir kısım da işine geldiği gibi yorumladı. Askerken yaptığınız çıkışlar nedeniyle komutanlarınızdan takdir mi gördünüz, tekdir mi? 28 Şubat sürecinde hiç tekdir görmedim. Üslubunuzu siz ayarlamıyorsunuz, ortam ve şartlar ayarlatıyor. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:19

İLGİLİ HABERLER