Medya
  • 11.9.2023 00:34

Sohbet-7.. Talebe hocasını değil, hocası talebesini bulur

SOHBET -7
TALEBE HOCASINI DEĞİL, HOCASI TALEBESİNİ BULUR
Allahü Teâlâ indinde tesadüf yoktur. 
Kâinatı o kadar mükemmel yaratmıştır ki; küçük bir kedi yavrusundan, okyanusta olan devasa balinaya kadar yaptıkları işler ve aldıkları nefesler bile ezelde ayarlanmıştır. 
Allahü Teâlâ hiçbir işini tesadüfe bırakmaz.
Onun işlerinde bugüne kadar ve bundan sonra en küçük hata payı bulunmaz. Dolaysıyla tesadüf onun düzeneğinde yoktur. 
Bu kelime; imansızların içinden çıkamadıkları çözemedikleri ve açıklayamadıkları durumda yapıştıkları kurtuluş kelimesidir. 
Onlar Allahü Teâlâ’ya ve nizamına inanmadıkları için, olup biten her şeyin tesadüf olduğunu zan ederler. İşte kâfirlikte budur. 
Mümin her şeyin Allahü Teâlâ tarafından itina ile yaratıldığına, kâfir ise bunların tesadüf olduğuna inanır. 
O yüzden tesadüf kelimesi çok tehlikeli kelimedir. 
Doğru bir şekilde kullanılmadığında kişinin başına iş açar. Mümkün mertebe bu kelimeyi kullanmaktan uzak durun. Çünkü tesadüf ancak ahmakların inanacakları bir şeydir. 
Her kul Allahü Teâlâ’nın emanetidir. 
O emanet, peygamberlere ve bu yolun rehberlerini bırakılır. 
Âdeti ilahi odur. Dolaysıyla emaneti yetkiliye teslim etme işini bizatihi Allahü Teâlâ yapar. Daha vücutlar halk edilmeden, ruhlar âleminde Allahü Teâlâ vekillerini tayin eylemiştir. 
Mübarek peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin vekilleri, dünyaya gelip halk olduklarında aslında kimlerin kendilerine tabi olacağını bilerek geldi ve onları  bir mıknatıs gibi kendilerine çekti..
Dünyaya teşriflerinden önce ruhlar âleminde bütün sahabeleri ve kâfirleri isim isim biliyordu.
Onlarla tanışması dünya hayatında değil ruhlar âleminde oldu.
Sahabelere ruhlar âlemindeki hayat ve tanışma unutturulduğu için onlar o halden haberdar değildi.
Âdem Aleyhisselam’a teslim edilen Ahd sandığında hepsinin ismi ve dünya hayatındaki resmi yer alıyordu.
Orada Hasret-i Ebu Bekr ve Hazreti Ömer Radıyallahü anh sağında ve solunda duruyordu. Hazreti Osman ve Hazret-i Ali de Radıyallahü anh onların yanındaydı.
Arkalarında da Peygamber Efendimize tabi olacak Eshabı duruyordu.
Onları dünya hayatında ilk gören Âdem Aleyhisselam’dı. Sonra Şit aleyhisselam gördü.
Her ikisi de Peygamber Efendimizi dünyadaki haliyle gördüler.
Oysa onlar o zaman ruhlar âlemindeydi.
Dünya hayatından önce ruhlar âleminde bir hayat olduğu buradan anlaşılıyor.
Hiçbir kişi hocasını bulmaz. Hocası talebesini bulur. 
Bir kişiye veya büyüğe bağlanmanız; ruhlar âleminde zuhur etmiş olayın, sebepler âleminde vücut bulmasıdır. 
Bu yüzden her vekil, ruhlar âleminde belirlediği talebelerini bir nedenle bulur, kendine çeker, bağlar ve talebesi eder. 
Dolaysıyla biz hoca bulmayız, hocalar dağılmış talebelerini bir araya getirenlerdir.
Silsileyi aliye büyükleri arasında Bayezid-i Bistami ve Ebul Hasen Harkani ’nin Rahmetullahi Aleyh ayrı bir yeri vardır. 
Bu büyükler üveysi idi. Yani hocalarıyla dünya hayatında tanışmamışlardı. Onların kalplerinden gelen feyz ile ilim almışlardı.
Beyazıd-i Bistami hazretleri İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın (Radıyallahü anh) Vefâtından kırk yıl sonra doğduğu hâlde İmâm-ı Ali Rızâ'nın sohbetinden ve bunun bereketiyle İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın ruhaniyetinden istifade etti. 
Bâyezîd, İmâm-ı Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin ruhaniyetinden feyz almakla meşhur oldu.
Bütün silsileyi aliye büyükleri hocalarının sağlıklarında feyz alıp vekâlet aldıkları halde, sadece bu iki mübarek zat ruhaniyetinden ders ve feyz alıp olgunlaştı ve Evliyalık mertebesine yükseldi. 
Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretleri, on iki sene Harkân'dan Bistâm'a, hocasının kabrini ziyâret için gitti. Bu ziyârete giderken, yolda Kur'ân-ı kerimi hatm ederdi. Her gittiğinde ziyâret ile ilgili vazifelerini yaptıktan sonra; "Yâ Rabbî! Bâyezîd'e ihsân ettiğin sana ait ilimlerden, büyüklüğünün hakkı için, Ebü'l-Hasan kuluna da ihsân eyle!" diye yalvarırdı. 
Geri dönerken, hiçbir zaman Beyazıd-i Bistami hazretleri türbesine arkasını dönmezdi. Geri geri yürürdü.. On iki sene sonra, Allahü teâlânın lütfu ile ruhaniyetinden istifade edip olgunlaştı. 
Ebul Hasen Harkani hazretleri çok büyük bir zat idi. Allahü Teâlâ indinde çok makbul idi. O boşluktan hemen sonra, böyle büyük zat göndererek ona verdiği kıymeti gösterdi. 
Bu kıymet o kadar yüksek idi ki; feyzini hiç eksik tutmadan sanki yeni vefat etmiş gibi kıyamete kadar eksiksiz sürdürttü. 
Hatta bununla kalmayıp melekler aracığıyla sıkıntılı durumlarda Ebul Hasen Harkani hazretlerinden yardım isteyene, bu isteğinin karşılıksız kalmayacağını kendisine bildirdi. 
Bu Ebul Hasen Harkani hazretlerine tanınmış çok büyük lütuf ve nimettir. 
Dara düştüğünde bu mübareği ananın; sıkıntısı kalkar, derman bulur. 
Tıpkı Ebul Hasen Harkani hazretleri gibi kıyamete kadar tasarrufu devam eden büyüklerden birisi de Şahı Nakşibendi hazretleridir. Ona da böyle bir lütuf verilmiştir.
Hiçbir kul yalnız değildir. Kimse kendisinin yalnız olduğunu zan etmesin. Herkesin sahibi daha doğrusu her kulun sahibi, Allahü Teâlâ’dır. 
Allahü Teâlâ’dan daha büyük bir sahip olmayacağına göre, yalnız olduğunu düşünmek ve sanmak çok büyük hata olur. Yalnızlığın ne olduğunu hiç kimse Allahü Teâlâ kadar bilemez. Allahü Teâlâ ezelde yalnız olduğu için, yalnızlığın ne olduğunu en iyi bilendir. 
O yüzden Allahü Teâlâ hiçbir kulunu yalnız bırakmaz. 
Hiçbir kul yalnız başına değildir. Kişi yalnız olduğunu düşünüp önüne çıkan ilk kapıdan içeri girmemelidir. 
İnsanlar bunda büyük hata yapıyorlar. Kadın olsun, erkek olsun “yalnız kaldım” deyip, önünü arkasını araştırmadan sadece yalnızlıklarını gidermek için alelacele eş ve iş seçiyorlar. 
Allah muhafaza bu çok tehlikeli durumdur. Eş seçmek çok mühimdir. Acele edilmez. Önce ahiret kısmı sonra dünya kısmı iyice hesaplanmalıdır.
Doğru eş sadece bu dünyada değil ahirette de nimettir.
Allahü Teâlâ ehlisünnet vel cemaat olan bir kuluna, ahirette şefaat hakkı tanır. Şefaat, kulların cehennemlik olmayanları için kullanılacak. 
Bu şefaat hakkı, eşlerin birbirini kurtarmalarına neden olur. 
Bir eş Allah’ın emri olarak örtündü ve iffetine sahip çıktı ise ufak tefek hata ve günahları olsa bile son nefeste iman ettikten sonra af veya şefaate uğrar.
Önemli olan şey; günahları tekrarlamamak ve günahta ısrar etmemektir.
Allahü Teâlâ Azimüşşan eşlerin birbirinden ayrılmamasına çok dikkat eder. 
Erkek kurtuldu ise hanımına, hanım kurtuldu ise erkeğine şefaat ederek birbirlerini sahip çıkarlar. 
Her kulun şefaat edeceği kişi sayısı birbirinden farklıdır.
Bu sayıyı o kişinin dereceleri belirler. 
Şefaat hakkı sınırsız olan mübarek peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem’dir. 
Burada üstüne basarak söylediğim şey, şefaat hakkı son nefeste imanlı giden kullar için uygulanır. İmansızlara şefaat edilmez. 
Vekiller ve rehberler şefaat hakkını öncelikle talebeleri için kullanırlar. 
Anneler ve babalar öncelikle erkek çocukları için kullanırlar. 
Kız çocukları nikâhlanıp evden ayrıldığı için onlar şefaatte kocalarına tabidir. Dolaysıyla onların şefaat hakkı kocaları üstüne geçer.
Evlenmemiş olanlar veya kocasından ayrılanlar da anne babaya aittir.
Çocuklar anne baba için şefaat hakkı kullanabilirler. 
İşte sürekli olarak,” hayırlı evlat yetiştirin” tavsiyesinin sebebi budur. Yetiştireceğiniz hayırlı evlatlar belki de şefaat edip, sizleri cehennem ateşinden kurtaracaktır. 
Şefaatçisi olmayan bir kişinin şefaatçisi, mübarek peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem’dir. Nihayetinde af, Allahü Teâlâ’nın (celle ve celalühü) ukdesindedir.
Kimi dilerse onu affeder.
RABBİM BİZİ BÜYÜKLERİMİZE LAYIK KILSIN VE ONLARIN SANCAĞI ALTINDA ŞEFAAT NASİB ETSİN.. (ÂMİN) 
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Güncellenme Tarihi : 11.9.2023 00:42

İLGİLİ HABERLER