Medya
  • 11.9.2023 00:56

Sohbet-9.. Kazâ- Muallak ve Kazâ-i Mübrem

SOHBET -9
KAZÂ-İ MUALLAK VE KAZÂ-İ MÜBREM
Müminin işi, vazifesini yapmak takdiri Allah’a bırakmaktır.
Vazifeden sonrası nasiptir. Nasip direkt Allahü Teâlâ’yı ilgilendirir. O nedenle oraya karışmak kimsenin haddi değildir.
Burada dikkat edilecek bir nokta var.
Konu nasip meselesine döndüğünde bile duayı terk etmemelidir. Daha önce size anlattığım gibi, 
Kazâ-i mübrem ve Kazâ-i Muallak yetkisi Allahü Teâlâ’ya aittir. 
Peki, bunlar nedir?
Kazâ;  yani Allahü teâlânın yaratacağı şeyler, iki kısımdır: Kazâ-i muallak ve Kazâ-i mübrem. 
Birincisi olan Kazâ-i muallak şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demektir ki; bunların yaratılma şekli değişebilir veya hiç yaratılmaz. 
İkincisi Kazâ-i mübrem şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir suretle değişmez, muhakkak yaratılır. 
Kaf sûresinin 29’uncu âyetinde meâlen, “Sözümüz değiştirilmez” buyuruldu. 
Bu âyet-i kerîme, Kazâ-i mübremi bildirmektedir. 
Kazâ-i muallak için de, Ra’d sûresinde bulunan, “Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar” meâlindeki, 29’uncu âyet-i kerîme vardır. 
Bazılarının sıklıkla sorduğu, “kaderim veya alın yazım defterime (Levh-i mahfuzda) yazılmış.. O zaman ben ne için çalışıp gayret edeyim? Sorusunun cevabı yukarıda anlatılandır.
Birincisi kesinleşen bir hüküm, ikincisi ise henüz kesinleşmemiş bir hüküm.
Âlimler bunu ahalinin anlayacağı haliyle şöyle anlattılar.
Kazâ-i mübrem; Yüce Allah’ın emrinin Levh-i mahfuza düşmesi ve bu emri yerine getirecek meleklerin bu emri görüp almaları. İşte değişmeyen Kazâ budur.
Kazâ-i muallak; Yüce Allah’ın emrinin Levh-i mahfuza düşmesi ama henüz meleklere tebliğ edilmemiş haline denir. Sadaka, iyilik ve duayla değişen Kazâ budur. Şerri hayıra çeviren dua işte bu kısma tesir eder.
Çok ama çok önemli bir incelik daha var. Onu sona bırakayım.
Allahü Teâlâ özellikle babanın evlatlarına yaptığı duayı çok makbul sayar. 
Baba duası; cehennemden, anne duası; kaza ve beladan korur. Bu önemli bir ayrıntıdır. 
Bu yüzden babalar konu kendilerinden çıksa bile, evlatlarını cehenneme ateşinden korumak için dua etmeye devam etmelidirler. 
Babalık vazifesinin bir numarası budur. 
Yani doğruları ve dini İslam’ı anlatıp evlatlarının kurtuluşu için dua etmek her babanın üstüne farzdır
Sizin yerine getireceğiniz bu farz, Allahü Teâlâ indinde gerçekleşmeye en yakın durumdur. 
Bu yüzden ailelerinize evlatlarınıza yapacak bir şeyiniz kalmamış bile olsa, tesiri zuhur etmese bile bıkıp usanmadan duaya devam etmelidir.
Dua eyleyin ki; Allahü Teâlâ huzuruna babalık vazifesini yapmış birisi olarak çıkın. Çünkü mahşerde bu durumda olan her babaya, “Ey kulum bu vazifeni neden yapmadın” diye mutlak bir soru vardır. Bu soruya, sizin de vereceğiniz cevap mutlaka olmalıdır. Orada mahcup olmamak için, evlatlarınıza ve hanımlarınıza sürekli olarak dua edin. 
Bunu hem evlatlarınız hem hanımlarınızın iyilikleri için yapın, hem de Allahü Teâlâ’nın huzurunda rahat etmek için yapın.
Bir babanın evladına edeceği dua, bir hocanın talebesine ettiği dua gibidir. Her ikisinde de şefkat vardır. Her ikisi de karşılıksızdır. Her ikisi de kalpten gelmiştir. Her ikisi de onların kurtuluşu içindir. Her ikisi de Allahü Teâlâ’nın en çok hoşuna giden ve gerçekleşmeye en yakın duadır.
Evladınız haylazsa, hatta size düşmansa bile duayı kesmeyiniz. Duayı kesmek, ümidi kesmektir. Allahü Teâla’dan ümit kesilmez.
Her şeyin en iyisini ve en doğrusunu sadece Allah bilir. Duadan ümit kesmek ondan ümit kesmek olur ki; Allah muhafaza bu bir mümine yakışmaz. 
Bu bakımdan evlatlarınızın iyiliği için; bıkıp tükenmeden duaya devam etmek lazımdır. 
Unutmayın ki; ettiğiniz duaların ne zaman kabul göreceğini sadece Cenab-ı Allah bilir. 
Ettiğiniz bir dua; belki o anda, belki de son nefeste kabul görür. Ömrü boyunca yanlış işler yapmış bir evlat, belki de sizin dualarınızla son nefesinde şahadet getirip imanlı gider. 
Evlat; bir anne ve baba için işlenmemiş Karbon gibidir. 
Karbon işlenirse elmasa dönüşür, pırıl pırıl parlar. İşlenmezse kara kömüre döner, yanıp kül olur. Evlat; bir aile için eşsiz bir mücevherdir
Hayırlı evlat, bir aile için bulunmaz bir elmas ve mücevherdir. 
Bunun kıymetini bilmek lazımdır. Onun mücevhere dönüşmesinde en büyük katkı ailesidir. 
Aileler bunu böyle bilip, ellerindeki bu karbonu bir sarraf sabrı ile işlemeli ve bu dönüşümü gerçekleştirmelidir. 
Peki, bir evlat için nasıl dua etmeliyiz? Neler demeliyiz? 
Bundan önce şuna dikkat etmelidir. Evladınız ne yaparsa yapsın sakın ona beddua etmeyiniz. Çünkü babanın yaptığı dua da, beddua da tutar. 
Beddua edilen evlat, ahlaksız ve arsız olur. Kızgın anında yapacağınız böyle bir şeyin, telafisi zor zararları olur.
Dua ederken öncelikle evlatlarınıza iman selameti dileyin. 
İmana sahip olması, her şeye sahip olmasıdır. İman varsa, her şey vardır. İman yoksa hiçbir şey yoktur. Bu yüzden ilk isteyeceğiniz şey iman olmalıdır.
 İman temeli atıldıktan sonra binanın inşası kolay olur. İmanlı bir kişi, itaatkâr olur. Uysal ve yumuşak başlı olur. Daha da önemlisi içinde Allah korkusu olur ki; bu da onun büyük günahları işlemesine engel olur.
Ardından Ehl-i sünnet vel cemaat yoluna tabi olmasını dileyin. Çünkü kurtuluşu müjdelenen tek yol, Ehl-i sünnet vel cemaat yoludur. 
Sonra Allahü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uymasını dileyin. Bunlara uyan Allahü Teâla tarafından kul olarak kabul edilir ki, bir insanın alıp alabileceği en büyük paye, Rabbi tarafından kul olarak kabul edilmektir. Sonra; ahlaklı, kadir ve kıymet bilen bir evlat olmasını dileyin.
Sonsuz kurtuluşu için bunları yaptıktan sonra dünya hayatı için istediğinizi dileyebilirsiniz. 
Sağlık, sıhhat, kaza ve beladan uzak olması,  bol rızk ve huzur gibi dünya hayatının işlerinden isteyebilirsiniz.
Bütün bunlar için Allahü Teâlâ’ya dua ediniz.
Dua deyip gelip geçmeyiniz. Dünya bir dua ile kuruldu, bir dua ile yıkılır. 
Büyükler bir talebesine sadece ömürlerinde bir kez,” Allah razı olsun” dediklerinde, bunun ahretteki karşılığını burada sayfalarca yazsam bitiremem. 
Hocasının duasını alan, Habibinin duasını alır. Habibinin duasını alan Allahü Teâlâ’nın rızasını alır. Allah rızasını alan cennetin en güzel köşkünü alır ki; işte size ölçü. 
Şimdi geleyim işin sır olan muazzam kısmına…
Büyük islam âlimi, tasavvuf bilgilerinin, zevklerinin kaynağı, Muhammed aleyhisselâmın hakîkî vârisi, İmâm-ı Rabbânî, müceddid-i elf-i sânî, Ahmed-i Fârûkî Hazretleri henüz talebe iken, Hocası 
Muhammed Bâkî-billah “kuddise sirruh” şöyle buyurdu; 
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, bazı kitaplarında buyurmuş ki, “Kazâ-i mübremi kimse değiştiremez. Fakat ben, istersem, onu da değiştirebilirim.” Olacak şey değil. Bu söze çok şaşarım.
İmam-ı Rabbani Hazretleri “kuddise sirruh”, şöyle devam etti, “ Hocamın bu sözü, uzun zamandan beri, zihnimi kurcalamıştı. Nihâyet, Allahü teâlâ, bu fakiri de, bu nimeti ihsân etmekle şereflendirdi. Bir gün, sevdiklerimden birine, bir belâ geleceği, ilham olundu. 
Bu belânın geri döndürülmesi için, cenâb-ı Hakka çok yalvardım. Bütün varlığım ile, Ona sığındım. Korkarak, sızlayarak, çok uğraştım. Bu belânın, Levh-i mahfûzda kazâ-i mu’allak olmadığını, bir şarta bağlı olmadığını gösterdiler.
Çok üzüldüm, ümidim kırıldı. Abdülkâdir-i Geylânî nin “kuddise sirruh” sözü hatırıma geldi. 
İkinci defa olarak, tekrar sığındım, çok yalvardım. Aczimi, zavallılığımı göstererek niyaz ettim. Lutf ve ihsân ederek kazâ-i mu’allakın iki türlü olduğunu bildirdiler.
Kazâ-i mu’allak ’ta,  kazâ-i mübrem bir bölüm var.
Bunu anlayınca, Abdülkâdir-i Geylânî nin “kuddise sirruh” sözündeki, kazâ-i mübremin, bu ikinci kısım kazâ-i mu’allak olduğunu ve kazâ-i mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa hakîkî kazâ-i mübremi değiştiririm demediğini anladım. 
Böyle kazâ-i mu’allakı, pek az kimseye tanıtmışlardır. Yâ, bunu değiştirebilecek kim bulunabilir? 
O sevdiğim kimseye, gelmekte olan belânın, bu son kısım kazadan olduğunu anladım ve Hak “sübhânehu ve teâlâ ”nın bu belâyı geri çevirdiği malum oldu. 
İmam-ı Rabbani ’nin “kuddise sirruh” bu kısa açıklamasında haddim olmadan 4 ifadeye de ben bir açıklık getirmek isterim.
Mübarek tevazu ile şöyle buyuruyor; İlham olundu, Bana gösterdiler, Bildirdiler ve Malum oldu…
Ahiret hayatı da tıpkı dünya hayatı gibi şu anda vardır.
İki hayat arasında bir sur çekildiğini düşünün. 
Bu surun tek bir giriş kapısı var.
Allah adamlarının kalbinde işte bu kapı açılır. Halk arasında kalp gözü denilen şey zuhur eder.
O kapıdan ahiret bilgileri akmaya başlar. Tabi bunlar izin çerçevesinde olur.
Bizim büyüğümüz dâhil bütün büyüklerin sohbetleri işte oradan akıp gelen bilgilerdir. Etkisi ve tesiri ahiretten geliyor olmasındandır.
Aslında biz büyüklerin sohbetini dinlerken, ahiretten gelen bilgileri dinliyorduk.
Gelen bilgiler ve tesir kalbi açılan kimsenin derecesi kadardır. 
Derecesi çok olana çok bilgi ve tesir gelir.
Sadece ahiretten bilgi gelmez.
Büyüklerin içerisinden çıkamadığı konuları ahiret kısmına iletir, oradan aldığı cevaba göre hareket eder.
İşte bu sebepledir ki büyüklerin kolay kolay yanıldığı görülmemiştir.
İmam-ı Rabbani “kuddise sirruh” buyurduğu; İlham olundu, Bana gösterdiler, Bildirdiler ve Malum oldu sözleri işte o kapıdan gelen bilgilerdir.
İşte gerçek ilim budur. 
Kalbi açık olana ilim adamı, gözü açık olana bilim adamı denir.
RABBİM İKİ CİHAN İYİLİĞİ VERSİN.
BÜYÜKLERİMİZE OLAN SEVGİ VE SADAKATİMİZİ DAİM EYLESİN.. AMİN

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Güncellenme Tarihi : 11.9.2023 01:01

İLGİLİ HABERLER